SALGIN SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN BÜYÜME VERİLERİ VE POLİTİK-EKONOMİK ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

upa-admin 24 Mayıs 2021 4.334 Okunma 0
SALGIN SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN BÜYÜME VERİLERİ VE POLİTİK-EKONOMİK ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

1. Giriş

Küresel salgının etkisi altında geride kalan 2020 yılında, dünya ekonomileri, bilindiği üzere ciddi derecede resesyon içerisine girmiş ve iktisadi dalgalanmalarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum, birçok ülkenin mali tablolarına somut bir biçimde yansımış, aynı zamanda ülkelerin vatandaşları açısından da ekonomik refah düzeyinin düşmesine neden olmuştur. Dünya genelinde iktisadi büyüklük (GDP) sıralamasında halen bile ilk sırada bulunan ABD ekonomisi, geçen yıl yüzde 3,5 oranında küçülmüştür. Ayrıca ülkede 3 milyon kişi bu süreçte işsizlik yardımı başvurusunda bulunmuştur. İktisadi olarak gelişmiş ülkelerin yer aldığı Avrupa Birliği (AB) ekonomisi ise, yüzde 6,4 oranında küçülmüştür. Sonuç olarak, genel anlamda dünya ekonomisi, OECD verilerine göre yüzde 3,4 oranında küçülmüştür. Bu bağlamda, dünya üzerinde yüksek askeri gücü bulunan, hazır işgücü niteliğindeki genç nüfus potansiyelini bünyesinde barındıran ve jeopolitik açıdan son derece değerli bir konumda bulunan ülkemizin, ekonomik anlamda gidişatı ve geleceği küresel ve ulusal yönden son derece önemli hale gelmiştir. Bu makalede, salgın sürecinin, dünya ekonomileri gibi Türkiye ekonomisini de olumsuz etkilediği olgusundan hareketle, Türkiye ekonomisinin büyüme verileri ele alınacak ve Türkiye’nin iktisadi açıdan gelecekteki durumunu. olumlu anlamda şekillendirmeye yönelik, politik-ekonomik çözüm önerileri sunulacaktır.

2. 2020 Yılında Türkiye Ekonomisi

Öncelikle Türkiye ekonomisinin büyüme performansını değerlendirecek olursak; yukarıdaki dünya ve gelişmiş ülkeler bazındaki ekonomik büyüme verilerinin tam tersi yönünde bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Buna paralel olarak, Türkiye ekonomisi, TÜİK verilerine göre 2020 yılında yüzde 1,8 oranında bir büyüme kaydetmiştir. Ekonomik kapasite açısından bu rakamsal veriler elbette olumlu değerlendirilmelidir. Ancak ekonomik büyüme verileri yalnızca bir anlam ifade etmemektedir. İktisadi açıdan, ekonomik büyümenin yanında, onun niteliğini güçlendirecek ve somutlaştıracak, destekleyici verilerde bulunmalıdır. Örneğin, üretim yöntemine göre hesaplanan cari fiyatlarla gayrisafi yurtiçi hasıla hesaplamasının bir yıllık verileri. Bu noktada, veriler, dünya rezerv para birimi olan ABD Doları cinsi üzerinden değerlendirilmelidir. Çünkü gelişmekte olan çoğu ülkede kur etkisi görülmektedir. Resmi TÜİK verilerine göre ülkemizde, 2019 yılında kişi başına düşen milli gelir 9.213 USD seviyelerindeyken, salgının da etkilediği 2020 yılında 8.599 USD seviyelerine gerilemiştir. Bu bağlamda görüldüğü üzere, ekonomik büyüme somut anlamda bireylerin ekonomik refah düzeyini yükseltecek bir artı değer oluşturma anlamında yetersiz kalmıştır.

3. Ekonomik Büyüme, Üretim ve Yatırım Faktörleriyle Desteklenmelidir

Giriş bölümünde anlatılmak istenildiği üzere, ekonomik büyümenin istikrarlı ve toplumsal refah düzeyinde hissedilebilir olabilmesi için, özellikle üretim ve yatırım faktörleri ile desteklenmesi gereklidir. Aksi halde, büyüme suni bir nitelik taşıyacak, refah düzeyi değişmeyecek ve istikrarlı olmaktan uzak kalacaktır. Esasında makalede anlatılmak istenen temel nokta da burasıdır. Bu noktada, özellikle iç ve dış yatırımlar kanalıyla oluşabilecek üretim potansiyelini Türkiye açısından açığa çıkarabilmenin, politik-ekonomi düzleminde yolları ve çözüm önerileri ele alınacaktır.

1. Uluslararası İlişkiler düzleminde etkin ve güven esasına dayalı uzun dönemli dış politikalar oluşturulmalıdır. Dış politikada oluşacak istikrarın ekonomik istikrarı da destekleyeceği unutulmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti öncülüğünde, diğer ülkelerle ticari, ekonomik ve siyasi işbirliği grupları kurulmalıdır. Hukuk, demokrasi ve insan hakları bağlamında Avrupa Birliği normlarına uygun düzenlemeler yapılmalıdır. Avrupa Birliği ile müzakere süreçleri yeniden ele alınmalı ve Avrupa Birliği tam üyeliği için gerekli tüm şartlar zorlanmalıdır.

2. Ülke genelinde hukuki reformlara ağırlık verilerek, yerli ve yabancı yatırımcılar açısından tekrar uygun bir ortam oluşturulmalıdır. Oluşabilecek adli süreçlerde yargı mekanizmasına güven duyulabilecek bir hukuksal altyapı geliştirilmelidir. Yeni anayasa, milli mutabakat zemininde, konsensüs sağlanmak suretiyle çağımız ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gerekliliklerine uygun bir şekilde oluşturulmalıdır.

3. Merkez Bankası yayınları arasında “Merkez Bankası bağımsızlığı” başlığı altında yer alan, para otoritelerinin kurumsal, yönetimsel, finansal ve para politikasına ilişkin kararlarını herhangi bir baskı unsurundan bağımsız bir şekilde alabilme kabiliyeti ilkesinin özenle uygulanması ve uygulatılması gerekmektedir.

4. Merkez Bankası yönetimi, ekonomi yönetimi ve siyasetçiler ülkemizde ekonomik şeffaflık üzerine kurulu bir yapı inşa etmelidir. Bu yapı, özellikle dış ülke yatırımcıları açısından yine güven ortamının oluşmasına zemin hazırlayarak, yatırımların gelişmesine olanak sağlayacaktır.

5. Ülkemizde başarılı bir şekilde sürdürülen terörle mücadele terör unsurlarına asla taviz verilmeden, ülkemizde tek bir terörist kalmayıncaya kadar devam ettirilmelidir. Doğu bölgesi illerine devlet yatırımları aynı şekilde sürdürülmeli, devlet yatırımlarının güvenliğini tehlikeye sokacak her türlü siyasi ve terörist girişim bertaraf edilmelidir.

4. Güncel Çözüm Önerileri

Ekonomi için Yeni Anayasa bir fırsattır

Ülkemizde çeşitli dönemlerde tartışma konusu olan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 24 Mart tarihindeki AK Parti 7. Olağan Büyük Kongresi’nde dile getirilen ve MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından 100 Maddelik Anayasa önerisiyle somut bir hale gelen yeni anayasa konusundaki gelişmeleri, ekonomik perspektiften olumlu değerlendirmek gerekmektedir. Toplumsal uzlaşma ve konsensüs gibi ilkeler dikkate alınmaksızın acele bir şekilde yürürlüğe konulan 1982 Anayasası’nın, devletimizin ve milletimizin şimdiki sosyal, idari yapısı ve ihtiyaçlarıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmadığı açık ve net bir şekilde ortadadır. Bu toplumsal mutabakat çerçevesinden hareketle, demokratik, kapsayıcı ve milli bir yeni anayasa oluşumunun ülkemizin gereklilikleriyle örtüştüğü gözlemlenmektedir. Bu bağlamda, yeni anayasa aracılığıyla yapılacak reformlar ve çıkarılacak kanunlar iktisadi açıdan da son derece önemli bir anlam taşıyacaktır.

Merkez Bankası’na Anayasal Statü

MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından açıklanan 100 maddelik anayasa taslağı içerisinde yer alan Merkez Bankası’na anayasal statü kazandırılması önerisi, ekonomi ve para politikaları açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Bu noktada, bilindiği üzere, Merkez Bankası kurumunun, sorumluluk alanları, görev ve yetkileri net bir şekilde bilinmesi ve tarif edilmesine karşın, denetlenme ve bağımsızlık mekanizmasında geçmişten günümüze kadar süregelen sıkıntılar bulunmaktadır. Bu bağlamda, anayasal düzlemde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde yapılacak bütün düzenlemelerin, Merkez Bankası kurumunun işlevselliğini, para politikalarında bağımsız kararlar alabilme sürecini, şeffaf ve hesap verilebilir çalışma ilkelerini olumlu yönde etkileyeceği kesindir. Merkez Bankası, önerideki gibi anayasal bir kuruluş haline getirilmelidir.

Ekonomik Yönetimlerinin Objektiflik Sorunsalı

Siyasi-iktisat düzleminde, dünyada ve ülkemizde tartışılan konuların başında, ekonomi yönetimlerinin popülizmi veya objektif olamaması sorunsalı gelmektedir. Geçmişten günümüze çoğu dünya ekonomisinde görülen bu sorunu belli başlı yöntemsel ve ilkesel uygulamalarla, ülkelerin tarihsel kavrayış süreçleri içerisinde çözümlemeleri gerekmektedir. Türkiye açısından da bu sorun halkın tarihsel kavrayış süreci içerisinde, ekonomi yönetimlerinin ve siyasilerin daha fazla objektif söylemler ve iktisadi uygulamaların yanı sıra kamuoyu önünde şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerini geliştirmeleriyle çözümlendirilebilir.

Salgın Sürecindeki Maddi Destekler

Küresel salgının üretim faktöründe meydana getirdiği çıktı açığı ve bunun sonucunda oluşan konjonktürel işsizlik nedeniyle, dünya genelindeki çoğu devlet tarafından, işletmelere, gelir düzeyi düşük olan çalışanlara ve işsizlere yönelik maddi desteklemeler yapılmaktadır. Bu noktada, örneğin, ABD Başkanı Joe Biden, 2021 yılı başında 1,9 trilyon dolarlık bir ekonomik teşvik paketine imza atmıştır. IMF verilerine göre ise, ABD, milli gelirinin dörtte birini bu yardımlar için ayırmıştır. Sosyal devlet uygulamalarını çok iyi bir biçimde yürüten ve Avrupa kıtasının en büyük ekonomisine sahip olan Almanya ise, salgının başlamasından bugüne kadar toplam 346 milyar Euro değerinde 3 ayrı mali teşvik paketi açıklamıştır. Bu rakamlar ise, Almanya milli gelirinin yaklaşık yüzde on birini kapsamaktadır. Son olarak, Hindistan, salgınla mücadelede 265 milyar dolarlık destek paketiyle, milli gelirinin yaklaşık yüzde üçünü mali yardımlara ayırmıştır.

Ülkemizde ise, 2020 yılı Mart ayı içerisinde 100 milyar TL değerinde Ekonomik İstikrar Kalkanı teşvik paketi açıklanmıştır. Paket kapsamında kısa çalışma ödeneği ile üretime ara verilen işyerlerindeki çalışan kişilere yönelik, geçici gelir desteği ve ihtiyaç sahibi ailelere 2 milyar TL değerinde bir kaynak aktarımı gerçekleştirilmiştir. 15 Nisan 2021 tarihinde T.C. Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı resmi Twitter hesabından yapılan açıklamaya göre, Sosyal Koruma Kalkanı programı kapsamında verilen desteklerse 60 milyar Türk Lirası üzerindedir. IMF’nin Nisan ayı raporuna göre, Türkiye, salgınla mücadelede sağlık harcamaları da dahil olmak üzere 7,6 milyar dolar harcayarak, milli gelirinin yaklaşık yüzde ikisini kullanmıştır. Türkiye açısından değerlendirdiğimizde, bu rakamlar salgın sürecinin devam ettiği olgusundan hareketle, mutlaka yukarı yönde artış gösterecektir. Ancak ekonomik büyüklük ve gelişmişlik seviyesi göz önüne alınarak incelendiğinde, maddi desteklerin yeterli düzeye ulaşmadığı izlenimi oluşmaktadır. Bu noktada, ülke ekonomi yönetiminin, son yıllarda yaşanan ekonomik süreci ve gidişatı iyi okuması faydalı olacaktır. Özellikle bütçe dengesinin, ekonomideki konjonktürel durum göz önüne alınarak, hassas bir biçimde ayarlanması ve ardından bütçe açığının kademeli olarak kapatılmaya çalışılması gerekmektedir.

5. Sonuç

Ülkemizde, bu dönemde iktisadi açıdan sıkıntılı bir süreç yaşanıyor olmasına rağmen, ekonomi başta olmak üzere, diğer alanlarda atılacak olumlu ve reformist adımlar ile birlikte, özellikle salgın dönemi sonrası yatırım ve üretim faktörlerine ağırlık verilmek suretiyle, tekrar ekonomik yönden iyi bir sürece doğru gidişat mümkündür. Ayrıca Türkiye dahil olmak üzere birçok ülke iktisadi durgunluk ve dalgalanma yaşayabilir. Ancak burada önemli olan geçmişte yapılan hatalardan, ders çıkarmak ve bununla birlikte atılması gereken adımları atmaktır.

Cumhur Kartal YILDIZ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.