Karadeniz jeopolitiğini oluşturan en önemli unsur Karadeniz ülkeleri ve komşularıdır. Bununla birlikte, Karadeniz coğrafyasında bir şekilde etkin olmak isteyen uluslararası güçler de Karadeniz jeopolitiğinin oluşum sürecine etki etmişlerdir. Diğer taraftan, jeopolitiğin oluşumunda etkin olan unsurların başında enerji, göç ve çevre gelmektedir. 1990 öncesinde Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında şekillendirilen Karadeniz jeopolitiği, bu tarihten sonra yeni oyuncularla daha karmaşık ve kapsamlı bir hâl almıştır. Esasen burada yeni jeopolitik algılamaların oluşması ve uygulanmasında etkin olan ülkelerin teker teker incelenmesinin, Karadeniz’in bugününü ve yarınını daha iyi anlama ve anlamlandırmada faydası olacaktır. Gürcistan ve Ukrayna bölgede yeni oluşturulan devletler olurken, AB üyeliği ile önem kazanan Bulgaristan ve Romanya ile birlikte bölgenin temel oyuncuları olan Türkiye ve Rusya Federasyonu da bu bölgede bulunmaktadır. Bölgenin en temel oyuncularından birisi olan Rusya Federasyonu, bölgenin en etkin güçlerinin başında gelmektedir. Bunun sebebi ise, Rusların Karadeniz ile olan çok çeşitli bağlantıları olmasıdır.
Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere baktığımızda; Türkiye, Rusya Federasyonu, Romanya, Gürcistan, Bulgaristan, Ukrayna ve Moldova’dan ibarettir. Karadeniz ülkeleri olarak adlandırılabilecek bu devletler, Karadeniz ile bağlantılı hemen her değişimden bir şekilde etkilenmektedir. Karadeniz’de müspet bir gelişmeden olumlu, menfi bir değişimden de olumsuz şekilde etkilenmektedirler. Bu bağlamdan hareketle, Karadeniz ülkeleri aralarındaki tesanüt ve değişimle birlikte gelişimin devamlı olması yönünde çaba(lar) sarf etmektedirler. Karadeniz havzası olarak adlandırdığımız bölgenin dünyanın jeostratejik ve jeopolitik bölgeleri arasındaki konumuna bakıldığında; bu bölge, Kara Hâkimiyet Teorisi ile Mackinder’in dünya algılamasında “Kalpgâh” ile “İç Hilal” arasındaki kesişim bölgesini oluşturmaktadır. Ayrıca, Deniz Hâkimiyet Teorisi’ne göre Spykman’a göre de, “Kalpgâh” ile “Kenar Kuşağın” kesişimini oluşturmaktadır. Bir diğer görüşe göre ise, Karadeniz havzası; Soğuk Savaş’ın dengelerinde Varşova Paktı’nın kontrolü altında yer alan jeostratejik Avrasya dünyası bölgesinin “Rus Kalpgâhı ve Doğu Avrupa” alt jeopolitik bölgeleriyle deniz ticaretine bağımlı dünya stratejik bölgesinin alt jeopolitik bölgesi olan “Denizci Avrupa ve Mağripler“in kesiştiği bir coğrafyayı ifade etmektedir.
Avrasya olarak tabir ettiğimiz bölgenin yaklaşık olarak ortasında kalan ve jeopolitik açıdan “merkez bölge/kalp bölgesi” kontrolü için önemli olan Doğu Avrupa’da bulunan Ukrayna ve çevresi, bu özelliğinden dolayı tarih boyunca Batı ve Doğu arasında güç mücadelelerinin yaşandığı bir bölge olmuştur. Tarih boyunca birçok devletin egemenliği altına giren bölge, Osmanlı’nın zayıflamaya başlaması ile yükselen Rus İmparatorluğu’nun etkisi altına girmiştir. Doğu gücünün merkezi olan Rus İmparatorluğu ve sonrasında ardılı olan Sovyetler Birliği ile özellikle Soğuk Savaş yılları ve sonrasında ABD ve Avrupa bütünleşme modeliyle bir araya gelmiş olan Batı Avrupa da, Doğu’ya karşı Batı gücünün merkezi haline gelmiştir.
Rusya’nın günümüzde Kırım’da ve Ukrayna’da uyguladığı politikaların anlaşılması için eski Kırım politikalarının incelenmesi faydalı olacaktır. Velev ki, Rusya tarafından bugün uygulanan politikaların tarihî kökleri vardır. Büyük Petro olarak da bilinen Rus Çarı Peter Alexeyevich’e (1672-1725) izafe edilen ve kendinden sonra gelen Rus liderleri tarafından takip edilen politikaya göre; Ruslar, Karadeniz’e ve Baltık Denizi’ne adım adım yerleşme planları yapmış ve uygulamıştır. Esasen Rus jeopolitiğine göre çizilmiş realist bir politika stratejisi olan “Rusların Karadeniz’e hâkim olma çalışmaları”, “açık denizlere ulaşmak” için de bir araç ve zorunluluk arz etmekteydi. Bu büyük Rus politikası gereği, Osmanlı Devleti’ne mütemadiyen savaşlar açılmış ve Karadeniz’e yerleşme çabaları devamlı aktif tutulmuştur. Rusların Hindistan’a ve İran’a sarkma girişimleri de Rus jeopolitiğinin genişletilmesi ve Rus kalpgâhının rahat ettirilmesine yöneliktir.
Rus iktisadî, askerî ve kültürel tarihî bakımından önemli bir yer tutan ve aynı zamanda Rusların güneye çıkış kapısı olan Karadeniz, Rusya için hayatiyet derecesinde önem arz etmektedir. Soğuk Savaş sonrası Rusya’nın Karadeniz politikasında “Yakın Çevre Doktrini” söylemi önemli bir yer tutmuştur. Yakın Çevre Doktrini, 1992 yılında Rusya Federasyonunun Dış Politika Doktrini kapsamında oluşturulmuştur. Nisan 1993’de belirlenen Dış Politika Doktrini ve Kasım 1993’teki Savunma Doktrini’nin kesin hatları oluşmuştur. Buna göre; Bağımsız Devletler Topluluğu’nda yeni bağımsız olan devletler ile ikili ve birleşik olarak siyasî, iktisadî ve askerî alanda derin iş birliği ve müşterek çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
Ukrayna krizine zemin hazırlayan uluslararası koşullar ise; Soğuk Savaş’ın bitimiyle Doğu Avrupa ve Kafkaslar üzerinde başlayan Batı-Rusya rekabetidir. Soğuk Savaş sonrası Batı-Rusya rekabeti kendisini öncelikle NATO’nun genişleme politikası üzerinde göstermiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Doğu Avrupa’da güvenlik açığı oluştuğunu ve bu güvenlik açığının Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin NATO üyeliği ile doldurulabileceğini düşünen Batı, açık kapı politikası uygulama yoluna gitmiştir. Söz konusu açık kapı politikası ile Polonya, Macaristan ve Çekya 1999 yılında, Estonya, Letonya, Litvanya, Bulgaristan, Romanya, Slovakya ve Slovenya 2004 yılında, Hırvatistan ve Arnavutluk 2009 yılında NATO’ya katılmıştır. Rusya, NATO genişlemesine karşı, Varşova Paktı’nın 1991’de dağılmış olduğunu ama buna rağmen genişleme hamleleriyle Rusya’nın halen bile düşman olarak algılandığına işaret ederek, bu politikaya itiraz etmiştir. Rusya, NATO’nun genişlemesini Rus güvenliğine ve çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak görmüştür. Rusya, NATO’nun genişlemesine engel ol(a)masa bile, bu dönemden itibaren kırmızıçizgisini çekmiştir: Ukrayna, Gürcistan ve Moldova. Ayrıca, NATO’nun Doğu Avrupa’da genişlemesi, doktrinde Rusya’ya yönelik en büyük dış tehdit olarak gösterilmiştir. Rusya Federasyonu, özellikle Vladimir Putin döneminde, NATO’nun genişlemesine sert eleştiriler yönelterek karşılık vereceğini duyurmuştur.
Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya üye olmalarının sonrasında, NATO kapsamında Karadeniz’de yeni askeri üs planlamalarına başlanılmıştır. Rusya Federasyonu ise, NATO’nun Karadeniz’deki askeri varlığını arttırması karşısında Karadeniz filosunu modernize ederek yeni gemilerle takviye etmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda ‘Kalibr’ tipi seyir füzeleriyle teçhiz edilmiş savaş gemileri ve denizaltılar Karadeniz’de üslenmeye başlamıştır. Ayrıca Kırım’ı ilhakı sonrasında, Rusya, bu bölgede savaş uçaklarını, bombardıman uçaklarını, denizaltıları, radar sistemlerini, füze savunma sistemleri konuşlandırmaktadır. Merkezi konumu itibarı ile Sivastopol/Kırım’da konuşlandırılan askeri sistemler ve kuvvetler Karadeniz’i tam olarak kontrol edebilmekte ve izleyebilmektedir. Dolayısıyla, coğrafi bir avantaja sahip Rusya, Karadeniz’de daha da etkili bir hale gelmiştir. Benzer şekilde, Ukrayna üzerinde siyasi baskıları arttırarak, bu ülkenin Batı’nın yanında yer almasını engellemeye çalışmaktadır.
Ukrayna krizinin kısa vadede sonucu Kırım’ın Rusya’ya katılması ve Ukrayna’nın doğusunda kendilerini Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Luhanks Halk Cumhuriyeti ilan eden sözde iki devletin ortaya çıkması olmuştur; Ukrayna’nın haritası ‘de facto’ ve tartışmalı olarak değişmiştir. Bu değişiklik, uluslararası kamuoyu için sürpriz olmamalıdır; zira Rusya’nın komşusu Ukrayna’nın ulusal egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı duymadığı bilinen bir gerçektir. Kırım’ın Ukrayna’dan koparılması ve Doğu Ukrayna’nın Rusya eliyle istikrarsızlaştırılması, özellikle Baltık devletlerinde ciddi bir güvenlik kaygısı; yani Rusya tarafından işgal edilme ve bağımsızlıklarını kaybetme korkusu yaratmıştır. Her ne kadar bu kaygı bazı çevrelerce abartılı bulunsa da, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesine ve Doğu Ukrayna’yı istikrarsızlaştırmasına imkân veren etnik farklılıkların (Baltık Ülkeleri) Estonya, Letonya ve Litvanya için de geçerli olması bu korkuyu körüklemektedir.
Karadeniz havzasında halen birçok kriz yaşanmakta olup, özellikle Ukrayna ve Kuzey Kafkasya’nın durumu, Güney Kafkasya’da yaşanan sorunlar (Azerbaycan-Ermenistan arasında Dağlık Karabağ Sorunu) ve ayrıca Gürcistan-Rusya arasındaki sorunlar Karadeniz havzasında çekişme ve sürtüşmelerin yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Bunlara ilaveten, özellikle NATO ve AB genişleme çabaları yanında ABD’nin de bölgede etkinliğini artırma çabaları da bu kriz ya da krizlerin yaşanmasının olasılığını arttırmaktadır. Karadeniz, ekonomik ve stratejik konumu itibarıyla Rusya Federasyonu için hayati öneme sahiptir. Rusya’nın temel güvenlik stratejisi Batı bölgesinde potansiyel düşmanlarına karşı bir “tampon bölge” oluşturmaktır. Bu kapsamda, Rusya açısından Batı’ya karşı bir tampon bölge oluşturan Ukrayna’nın Batı ile ilişkilerini geliştirerek Batı’ya yaklaşması Rusya’nın “yakın çıkarları” açısından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Rusya, Karadeniz bölgesi ile Ukrayna, Kuzey ve Güney Kafkasya bölgelerini “yakın dış çevresi” olarak görmektedir.
Sonuç olarak, Karadeniz jeopolitiğinde ki varoluşsal kriz sadece Ukrayna ve Rusya’yı ilgilendirmemektedir; NATO, AB, AGİT gibi uluslararası örgütleri ve ABD, Çin, Türkiye gibi küresel devletleri de ilgilendirmektedir. Karadeniz jeopolitiği, ‘Uluslararası ve Çok Taraflı’ aktörlerden oluşmaktadır. Bunun içindir ki, Karadeniz’de yaşanan her kriz küresel düzlemde yankı bulmaktadır. Peki, bu yankının nedenleri nelerdir? Hakeza, Rusya’nın genetiğindeki ‘Çevreleme Politikası’, Karadeniz’den geçmekte olan enerji nakil (boru) hatları, eski Sovyet rejiminden kalan Doğu Avrupa ülkelerinin AB ile NATO’ya üye olması vb. birçok gerekçe vurgulanabilir. Ancak geçen günlerde/aylarda Rusya’nın Karadeniz jeopolitiğindeki Azak Denizi’nde Ukrayna’ya ait savaş gemilerine el koymasından dolayı varoluşsal kriz artma ve tırmanma gösterdi. Aynı zamanda, Rusya, Kerç Boğazı’nı gemilere kapattığını ifade etti. Aslında bu krizin hiçbir tarafa yararı olmayacaktır. Rusların ‘agresif politikası ve argümanları’ sürmeye devam edecektir. Rusya, NATO tarafından hem Baltıklar’da, hem de Balkanlar’da gerçekleştirilmeye çalışılan askeri/savunma kuvvetlerinin farkındadır. Bu da, Rusya’nın ulusal birliğine ve bütünlüğüne güvenlik tehdidi olarak algılanmaktadır. Ezcümle; Rusya dolaylı değil, doğrudan dünyaya şunu ima etmeye çalışıyor; Kırım’ı ilhak etmedim, Doğu Ukrayna’da aşırı paramiliter milisleri silahlandırmadım, Ukrayna’yı istikrarsızlaştırmadım ve Karadeniz’de her oldubittiye göz yumarım! Kısacası, Rusya, Ukrayna ile karadaki ‘hibrid savaşı’nı denize taşıyor ve ‘bölgedeki egemenliğini’ Ukrayna’ya ve dünyaya göstermeye çalışıyor.
Güney Ferhat BATI