İsrail’de Kasım 2022’de güvenoyu alan Benyamin Netanyahu Başbakanlığındaki sağ koalisyonun, hem Filistin’deki katı tutumu, hem de İsrail iç siyasetinde, özellikle yüksek yargının denetleme ve yargılama yetkisini azaltan tasarıları, İsrail’de toplumsal bir gerginliğe, 2021-2022’deki “8’li koalisyon” sonrası tekrarlanan Netanyahu yönetimlerine karşı, birikmiş bir sosyal patlamaya neden oluyor. Elbette soru şu bağlamda gündeme gelmektedir. Eğer bir sosyal patlama varsa, halk gerçekten isyan ediyorsa, koalisyonlara ve ülke seçim çevresine dayalı seçim sisteminde, Netanyahu, önceki yazılarımızda işaret ettiğimiz “kazanan kasa” olarak, nasıl göreve dönüyor? O zaman da şunu sorgulamak lazım. Konvansiyonel ve sosyal medyada görünürlük, sokakların hareketlenmesi, siyasal iktidarlar için, her zaman bir değişimi ifade ediyor mu, sosyolojik bir kırılmayı ortaya koyuyor mu? Bu soruların sadece İsrail değil, ülkemiz dahil, pek çok siyasal zemin açısından bir tartışma konusu olduğunun farkındayız. 2023 Mayıs’ında Doğu Akdeniz’de iki seçim gözüküyor. Birisi ülkemiz Türkiye, diğeri de Yunanistan’dadır. 2022 İsrail seçimleri, Türkiye ve Yunanistan (2023) seçimlerini doğrudan etkilemese de, en azından sonuçları itibarıyla bir etkileşim yaratır mı, bunu hep birlikte anlamaya çalışacağız.
Bu noktada, İsrail’de kurucu parti olarak ifade edebileceğimiz İşçi Partisi’nin 1948-1977 arasındaki siyasal dominant gücü, 1977’den sonra, İsrail sağının Likud’ta konsolide edilmesiyle, önce gerilemeye, sonra bugünkü gibi, siyasal açıdan daha da etkisizleşmeye başladı. Menahem Begin’den itibaren ele alındığında, sağ iktidarlar, yüksek yargıyla ilgili düzenlemeleri, çeşitli vesilelerle gündeme getirmeye çalıştılar. Kuvvetli yürütme başlığının, otoriter sağ iktidarlar tarafından sürekli ele alındığını, bu çerçevede ekonomik ve sosyal istikrarın sağlandığı, toplumsal kaosun engellendiği savlarını, 12 Eylül sonrasında, 1982 anayasasından bugüne kadar yaşanan aşamalarda, ülkemizde de gördük.
Anlaşılmakta güçlük yaşanan soru ve sorunların başında, dengeleme ve denetleme mekanizmalarının, sağ iktidarlar açısından bir yük görülmeye başlanması, J.J. Rousseau’nun “genel irade” kavramının, biz dahil coğrafyamızda “milli irade” olarak kutsanarak, siyasal çoğunluğun, herhangi bir denetleme-yüksek yargı mekanizmasına takılmadan, kendi döneminde mutlak bir hareket serbestisi elde etmesi gelmektedir. Bu da, beraberinde hesap verebilirlik, şeffaflık gibi anayasal hukuk devletinde olmazsa olmaz konulardan uzaklaşmak, otoriterliğin grup düşüncesinde, başka tarafta yaftalanmamak için, daha büyük yanlışlara varacak bir coşkuya kapılmak anlamına gelmektedir.
İsrail’de Biden yönetiminin de desteğiyle, 18 Haziran 2021’de kurulan “8’li koalisyon”da, büyük parti olmasına rağmen, Yair Lapid’in “siyasal özverisi” ile Yamina lideri Naftali Bennett’in Başbakanlığında kurulan hükümet, ilk baştan çok kırılgan olarak ilan edilmişti. Aslında Bennett de sağın dinci olmayan fanatizmini simgelerken, Gelecek Var Partisi lideri Yair Lapid, merkezdeki siyaseti temsil ediyordu. Bennett-Lapid önderliğinde görülse de, Siyonist partilerden, Hamas’a sempati duyan yapıların da yer aldığı “benzemezler koalisyonu”, birkaç ay değil ama 1,5 yılı bulmadan sona erdi.
12 yıllık Başbakanlığı 2021’de sona eren Netanyahu, 2022 Kasım’ında nasıl göreve döndü sorusunun temelinde, aslında “nerede kalmıştı” sorusu akla geliyor. Mayıs 2021’de “Kudüs Günü” olarak adlandırılan, Yahudi yerleşimcilerin, Harem-üş Şerif’e topluca girme hatta Halil İbrahim Camii örneğindeki gibi, bir “oldu bitti yaratma” senaryosu, hem Filistinliler’den, hem de İsrail’deki muhalif kanattan çok sert tepki gördü. Netanyahu, Trump döneminde, Kudüs’ün tamamının İsrail’in başkenti ilan edilmesi, Golan’daki ilhakın kabulü hatta Batı Şeria ile ilgili kalıcı avantajları anımsandığında, ABD’den devlet bazında değil ama hükümet bazında siyasal destek alamayacağının hesabını –bilmesine rağmen- yapamadı. Harem-üş Şerif’le ilgili fiili durum yaratmak o kadar kolay olmadığı gibi, İsrail vatandaşı Araplar, sadece Filistin’de değil, İsrail’in bütününde, sivil itaatsizlik eylemlerine başladılar. Bu, İsrail açısından çok alışıldık bir durum değildi. Üstelik Kudüs Günü oldu-bittisi, Müslümanlar için en kutsal gün olan Kadir Gecesi’nin ardından yapılmaya çalışılmış, Kudüs de ciddi anlamda karışmıştı. İşte Netanyahu’nun “nerede kalmıştık” sorusu, hükümeti bırakmak durumunda kaldığı, Haziran 2021’i işaret ediyor.
Haziran 2021’den Kasım 2022’ye ve bugüne Mart 2023’e işleyen takvimde, Netanyahu yeni sağ ortaklarıyla, hem Likud’un tarihsel olarak yüksek yargıyla ilgili ajandasını devam ettiriyor, hem de Harem-üş Şerif’le ilgili malum gündemini sıcak tutuyor. Bunun gerçekçi olup olmamasından ziyade, algı yönetiminin, ekonomik zorlukları, sosyal kargaşayı biraz geriye atma hamlesi gibi görülse de, İsrail’deki sokaklar, sadece Filistinliler açısından değil, İsrail’deki toplumsal-siyasal muhalefet yüzeyinde doğru ele alınmalıdır. Ülkemizdeki gibi, İsrail’de de bir siyasal-toplumsal kutuplaşma olduğunu, laik ve dinci kesim arasında, ciddi bir uzlaşmazlık yaşandığını unutmamak gerekiyor. Dışarıdan görüldüğü gibi her şeye hakim, kendi içinde tek vücut bir İsrail toplumu olduğunu saymak, komplo teorisyenleri açısından bol yıldız ve reytingli olabilir ancak sahaya yansıması çok daha farklıdır.
Değerli meslektaşım Remzi Çetin’in, İsrail’deki yüksek yargı-sağ siyaset arasındaki değerlendirmesi oldukça dikkat çekicidir. “…İsrail’in aşırı sağ iktidarı ise ‘yargı reformu’ olarak kamuoyuna sunduğu bu pakette, neredeyse ‘yürütmenin yargıyı denetlemesi’ ve yargı üzerinde dominant bir yapıya olanak sağlayacak bir politika güdüyor. Denge ve kontrol (check and balance) sisteminde, devletin üç erkinin birbirlerinin yetki alanlarına müdahale etmemesi ve aralarında kesin ve keskin ayrımların olması normaldir. İsrail’in yargı reformuna girişenler ise yargıç seçimlerini hükûmetin lehine olacak biçimde değiştirme amaçlarının dışında, Yüksek Mahkeme’yi hızlıca kontrol etme derdindeler. Bu demek oluyor ki Knesset’te çıkan yasalar, yargı denetimine daha az açılsın. Meclisin çıkardığı yasalar, mahkeme tarafından geri gönderilmesin ya da iptal edilmesin. Bu yaklaşım, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ile yargı bağımsızlığı ilkeleri düşünüldüğünde gerçekten de korkunç…” (https://www.salom.com.tr/haber/125762/israil-hukuku-yol-ayriminda).
İsrail’de Netanyahu ve Ben Gvir’in başını çektiği sağ koalisyonun bu tasarrufları, hem İsrail içindeki toplumsal-siyasal muhalefetin tavrı ve sokakların hareketlenmesi zemininde, hem de bölgede, anayasa mahkemelerinin konumunu siyaseten tartışmaya açan, diğer ülkelerin otoriterleşme yüzeyindeki siyasal vaziyet alışlarında önemli bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir. Parlamenter, çoğulcu, laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti esasında, bu tartışmalar, demokrasiler için bir beka sorunudur. İsrail’de işte bunun sınavı verilmektedir.
Doç. Dr. Deniz TANSİ