TÜRK DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN 2023 SEÇİMLERİ

upa-admin 08 Mayıs 2023 868 Okunma 0
TÜRK DIŞ POLİTİKASI AÇISINDAN 2023 SEÇİMLERİ

14 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimleri, dış dünyadan da bir hayli ilgi görüyor. Mayıs ayına girildiğinde, Batı medyasının değerlendirmeleri, mevcut iktidarın konumu açısından, eleştirel ve iktidarın sona ereceği çerçevesinde bir algıyı besledi. Sözgelimi The Economist, Türkiye’de seçimlerin küresel sonuçlarının olacağını ve (Erdoğan için), “güçlü bir adamın yenilebileceğinin gösterileceği” gibi yorumlarda bulundu (https://www.economist.com/leaders/2023/05/04/if-turkey-sacks-its-strongman-democrats-everywhere-should-take-heart). Ünlü Foreign Affairs dergisi ise, Erdoğan’ı hedef alan “dayanıklı otokrat” etiketiyle yaptığı analizde, otoriter bir yönetimin, demokratik yöntemlerle nasıl değişeceği üzerine, kendince bir çerçeve ortaya koydu (https://www.foreignaffairs.com/turkey/erdogan-turkeys-resilient-autocrat). BBC’den Orla Guerin, CHP lideri ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı röportajı da içeren haberinde, Türkiye’deki olası değişimi ve Kılıçdaroğlu’nun siyasal konumunu ele aldı (https://twitter.com/i/status/1654124235579883522). Foreign Policy ise “seçimlerin ‘özgür ve dürüst’ olmayacağı ancak muhalefetin hala kazanma şansı olduğu” bakışını yansıttı (https://foreignpolicy.com/2023/05/03/turkey-elections-erdogan-kilicdaroglu-vote-manipulation-suppression-media/). Reuters, 7 Mayıs’ta kamuoyu anketlerinde Kılıçdaroğlu’nun 2. turda seçimi alacağı iddiasını öne sürer ve seçim yarışında Erdoğan’ın gölgesinden kurtulduğunu belirtirken (https://www.reuters.com/world/middle-east/turkeys-kilicdaroglu-exits-erodogans-shadow-election-race-2023-05-06/), 8 Mayıs’ta seçim haftasına girerken, Erdoğan’ın özellikle son 1,5 yılda uyguladığı, alışılmışın dışındaki ekonomik programın popülaritesini azalttığını, bununla birlikte Erdoğan’ın, son haftalarda geriden gelip, aradaki farkı azalttığını, Cumhurbaşkanlığı seçiminde 2. tur olasılığını, mecliste muhalefetin kıl payı çoğunluk kazanması ihtimalini ele aldı (https://www.reuters.com/world/middle-east/we-cant-afford-anything-turkeys-cost-of-living-crisis-threatens-erdogans-re-2023-05-08/).

Bu yorum, analiz ve haberler, siyasal değişim ve muhalefet ağırlıklı olmakla birlikte, elbette kararı, Türk seçmeni 14 Mayıs’ta verecek ve algı-olgu çelişkisi ya da birlikteliği ortaya çıkacaktır. Söz konusu değerlendirmeler, “kim ne diyor” sorusunun bir bölümünü ifade ediyor. Rus ve Çin medyası ne diyor, bunları da konuşmak gerekiyor. Zira, Rusya’nın Cumhur İttifakı, Batı’nın Millet İttifakı tercihi başlığı, ezberden öteye geçemiyor.

Türkiye’den konuya yaklaşırsak, AK Parti’nin 2002-2023 arasında dış politikasında, önemli değişim ve çelişkiler var. İktidara geldiği süreçte, “ABD müttefikliği, AB tam üyelik süreci”ndeki öncelikler, reddedilen 1 Mart 2003 tezkeresinde, ABD askerlerinin Irak işgalinde Türk topraklarını kullanması ve Türk Ordusu’nun Irak işgalinde yer alması pazarlıklarıyla başladı. 2002 Aralık ayında, AB ile başlayamayan tam üyelik müzakerelerinde, Türkiye’nin 50 yıllık Kıbrıs politikasında, önemli kırılmalar yaşandı ve müzakere tarihi bu zemine bağlandı. Dönemin BM Genel Sekreterinin adıyla anılan Annan Planı’nda, Kıbrıs’ta federasyon referanduma sunulurken, Kıbrıs Türkleri % 65 “evet”, Kıbrıs Rumları % 75 oranında “hayır” dedi. Güney Kıbrıs, kendi lehine dahi olsa, Kıbrıs’ı Türkler’le “ortaklık” zemininde yönetme fikrini kabul edemedi, buna rağmen tek taraflı olarak ve Türkiye’nin “zımni kabulüyle” AB’ye tam üye oldu.  2004 Aralık zirvesinde Türkiye ile müzakere süreci tanımlandı, 2005 Temmuz’da “ek protokol” imzalanarak, Kıbrıs Rum Kesimi’nin de Kıbrıs adıyla yer aldığı bir metinde, Ankara Anlaşması yemi üyelere de uygulanmak üzere, yayıldı.  Ek Protokol’un TBMM gündemine getirilmemesi, 2005 Ekim’inde sembolik olarak başlayan müzakere sürecinde, 2006’da AB tarafından müzakere başlıklarının askıya alınmasına gerekçe olarak gösterildi.

2005’te İsrail’i ziyaret eden, 2008-2009 arasında İsrail-Suriye görüşmelerinde aracılık eden Türkiye, 2009’da Davos kriziyle, ilişkilerin gerildiği bir süreci ifade etti. 2009 sonbaharında İsrail, Anatolian Eagle tatbikatından çıkartılırken, “dizi krizi”, “alçak koltuk krizi” art arda geldi, nihayetinde, 2010’da Mavi Marmara hadisesi yaşandı. 2011’de Palmer Raporu BM tarafından açıklandıktan sonra, Türkiye, ekonomi dışında ilişkileri düşük profilli ele aldı, Türkiye’nin koşulları yerine getirildikten sonra, 2016’da yumuşama yarım kaldı, 2022-2023’te ilişkiler tekrar normalleşti.

2013’te Mısır’la “sözde Arap Baharı”nın ardından Mursi darbesiyle ilişkiler kopma noktasına gelirken, 2023’te normalleşti. Rusya ile doğalgaz, nükleer iş birliği, gıda ve turizmde yoğunlaşan iş birliği, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra pekişti, 2020’de Azerbaycan, Karabağ’da işgal edilmiş topraklarını Ermenistan’dan kurtarırken, Rusya yapıcı bir işbirliği ortaya koydu, Ermenistan’la gerilen ilişkilere karşın, daha önce yarım kalan “açılım” yeniden ortaya konulmaya çalışılıyor. Savunma sanayindeki gelişmeler, İHA/SİHA’lar, milli muharip uçaklar, TCG Anadolu gibi, -aslında devletin ulusal yüzeyindeki projeleridir-, bu yolda ilerledi.  Mavi Vatan, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm 15 Temmuz sonrası ön plana çıkarken, Suriye politikasında da temel yapısal çelişkiler gözlemlendi. Önceleri Esad’ı devirme, ÖSO’yu güçlendirme siyaseti izlenirken, 2016 sonrası PKK/PYD terörüne karşı operasyonlar ön plana çıktı. Ancak, Habur’da yaşananlar, 2015’e kadar süren “çözüm süreci” de bir başka çelişkiler manzumesiydi.

Peki muhalefet ne yapacak ? Bu sorunun yanıtını, Millet İttifakı ORTAK POLİTİKALAR MUTABAKAT METNİ’nde yakalamaya çalıştık (https://chp.org.tr/yayin/ortak-politikalar-mutabakat-metni/Open). AB tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlatılması, NATO üyeliğinin vurgulanması, Kıbrıs’ın milli bir dava olarak vurgulanması, Kıbrıs Türkleri’nin egemen eşit statülerinin sağlanması, Azerbaycan’la ilişkilerin geliştirilmesi, Rusya’yla ilişkilerin eşitler arası bir çerçevede güçlendirilmesi, Afrika ile ilişkilerin derinleştirilmesi, Asya vizyonunda çoklu mekanizmaların ele alınması, Türk Devletleri Teşkilatı’nın ilerletilmesi, Şanghay İşbirliği Örgütü ve ASEAN gibi örgütlerle ilişkilerin gerçekçi bir perspektifle değerlendirilmesi, Ege Denizi’nde egemenlik anlayışımıza zarar verecek hamlelere izin verilmemesi, aynı zamanda barışçıl ilişkilerin devam etmesi, İsrail-Filistin konusunda iki devletli çözümün savunulması, Filistin’de Türkiye’nin kolaylaştırıcı olması, Ermenistan’la sorunların çözülmesi için kararlı adımların atılması, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü, İslam İşbirliği Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, D8 gibi örgütlerdeki rolümüzün artması, bölge ülkelerinin iç işlerine karışmadan, taraf tutmadan, çözümleri kolaylaştıran rolün uygulanması, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olarak AİHM kararlarının uygulanması, AİHS’e uyum sağlanması,  AB ile Gümrük Birliği’nin modernizasyonu için anlaşmazlıkların giderilmesi, Türkiye ile AB’nin sığınmacılar sorununa ortak sorumluluk ve külfet paylaşımı üstlenerek yaklaşmalarının sağlanması, 2014 Geri Kabul Anlaşması ile 18 Mart 2016 Mutabakatı’nın gözden geçirilmesi,  AB ülkelerine vize serbestisi sağlanması sürecini öncelikli olarak ele alınması ve sonuçlandırılması,  Yeşil Mutabakat hedefine uyum sağlanması, gibi başlıklar metinde öne çıkmıştır.

Ortak metin incelendiğinde, Türk dış politikasının klasik konularının ele alındığını, bu arada, AK Parti iktidarının dış politikadaki vizyonunun daha çok popülizmle eleştirildiği bir çerçeve ön plana çıkıyor. Günlük polemiklerde, Millet İttifakı’nın AB ve ABD önceliği, AK Parti’nin 2002’deki önceliklerini anımsatıyor. Yani Türk dış politikasında içerik değişmiyor, vurgular zaman zaman yer değiştiriyor. 2002-2016 arasında dış politikanın şefleri sırasıyla Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu idi. Davutoğlu, Dışişleri Bakan Danışmanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlıkla AK Parti’deki idari-siyasi görevlerini tamamladı. Tarihlere bakıldığında, AB müzakere süreci, Annan Planı, sözde Arap Baharı, Suriye politikası, İsrail siyaseti, Mısır krizi ve buna benzer başlıklarda, kimin hangi görevleri üstlenmiş olduğu görülebilir. Siyasal iktidar, 2016 sonrasında her ne kadar, AB sürecine daha az önem vermiş olsa da, ABD ile ilişkiler gerginleşse de, son bir yıl içinde, restorasyon yapmaya çalışmış, İsrail-Mısır dahil ilişkiler dahil normalleşme sürecine girmiştir. AB süreci neden gerilemiştir? Türkiye’nin ele alınacağı başlıklar kadar, 2005’ten itibaren anayasalarını sırf Türkiye için değiştiren Fransa-Hollanda dahil, AB ülkelerinin payı yok mudur? Ya da Suriye içinde PKK/PYD terör antitesine destek veren, komşumuz Yunanistan’ı Dedeağaç’tan Girit’e silahlandıran “müttefikimiz” ABD’nin hiç mi suçu yok? Bugünkü iktidarın dış politikada, farklı konseptler ve çelişkilerle yoluna devam etmesi, öngörülebilirlik zemininde soru işaretlerini barındırmaktadır? Suriyeli ve Afgan sığınmacıların konusu ne olacaktır? Bir başka açıdan Millet İttifakı, F-35 konusunu  düzeltileceğini vaat etmiştir. ABD, 2020 sonunda, Türkiye’yi CAATSA yaptırımlarına tabi kılmış, hasım ilan etmişti. Nedeni ise, Türkiye’nin ABD tarafından kendisine  verilmeyen Patriot füze savunma kalkanı yerine, Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi almasıydı. S-400’lerden vazgeçilirse, Patriot’lar üzerindeki blokaj kalkıp, Türkiye yeniden F-35 projesine mi dahil edilecektir? Dış politika şimdiye kadar, en azından kamuoyu nezdinde yeterince tartışılmadığı için sorular havada kalmaktadır.

Cumhur İttifakı seçimi kazanırsa, restorasyon sürüp, Batı ile ilişkiler, tüm sorunlara karşın, revize mi edilecektir? Eğer Millet İttifakı kazanırsa, en önemli avantaj, Batı zeminindeki moral ve psikolojik repütasyonudur. Bu avantajların ekonomide de enflasyonun düşmesi ya da döviz kurunun normalleşmesi bağlamında değerlendirilmektedir. Ne var ki, ekonomistlerin uzmanlık konusu olan bu konularda, mali disiplin, İMF’nin politikaları akıllara gelmektedir. Dış politikada ise, Millet İttifakı’nın sanıldığı gibi, dış politikada, yapısal anlamda politikaları ters yüz etmekten çok, var olan politikalarda, demokrasi söylemi, psikolojik algı temelinde bir restorasyon tasarladığı görülmektedir. Söylem bazında CHP Genel Başkan Danışmanı emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz’ün, Azerbaycan’ın topraklarını kurtardığı savaşta, Suriye’den Türkiye aracılığıyla cihadçı gönderildiği iddiası, Rusya’nın Ukrayna işgaline atıfta bulunarak, Türkiye’nin NATO üyesi olduğunun Rusya’ya anımsatacağı gibi sözleri parti yönetimince de sahiplenilmemiştir. CHP Genel Başkanı’nın dış politika danışma toplantısında Hikmet Çetin, Onur Öymen gibi partinin eski dış politika kurmaylarıyla istişareleri, emekli Büyükelçi Namık Tan’ın CHP milletvekili adayı gösterilmesi, yine emekli Büyükelçi, İYİ Parti milletvekili Ahmet Erozan’ın konumu, Çeviköz’ün dış politikada tek başına olmadığını göstermektedir.

14 Mayıs’ta siyasal anlamda, mevcut iktidarın sürmesi ya da yeni bir iktidarın oluşması söz konusudur. Konular ve içerikler değişmeyecek, yöntemler farklılaşabilecektir. Şunu unutmayalım ki, yeni ulusal güvenlik parametrelerimiz, güçlü demokrasi, güçlü ekonomi ve güçlü ordudur. Bunun için de kuvvetler ayrılığının olduğu, güçlendirilmiş değil gerçekten parlamenter sistemin yeniden kurumsallaştığı, laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini ihya etmektir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in vizyonu, çağdaş uygarlık düzeyini aşmayı hedefleyen, yurtta ve dünyada barışa gerçekten inanan, Batı ittifakındaki yükümlülükleriyle birlikte, bölgesel ve çok yönlü kompartıman siyasetine uzanan, Türk dünyasıyla ilişkilerini geliştiren, bir geleceği inşa etmektir. Seçimde keşke bu konular, hem de 100. Yılda konuşulabilmiş olsaydı. Seçimlerin barış ve huzur içinde gerçekleştiği, Türk milletinin ne karar verirse, içte ve dışta saygı duyulduğu bir 14 Mayıs dilerim…

Fotoğraflar: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

Doç. Dr. Deniz TANSİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.