NEREDE KALMIŞTIK? TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GÜNDEMİ

upa-admin 03 Haziran 2023 634 Okunma 0
NEREDE KALMIŞTIK? TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GÜNDEMİ

2021 yılının sonlarında yazdığım “Zor Günler İktisadı” başlıklı yazının ilk paragrafı şu şekildeydi: “Türkiye ekonomisi, uzun bir süre sonra yeniden enflasyon canavarının ayak seslerini duymaya başladı. Pandemi sürecinin tüm dünyada ekonomiyi yeni ve zor bir sürece soktuğu son dönemde TL’nin yaşadığı büyük değer kaybı, “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nın bugüne bıraktığı bir nebze olumlu kazanımların hem maddi hem de manevi olarak yitirilmesine sebep oldu.”

O “zor günler”in devamında, o günden bugüne, tüketici fiyatlarında görülen artış eğilimi oldukça dramatik biçimde gerçekleşti. Yaklaşık 20 yıllık bir aradan sonra, yani henüz 1990’lı yılların enflasyon hikayesini tecrübe edenler, hayatlarını sürdürürken yeniden karşı karşıya kalınan bu enflasyonist tablo, Ekonomi 101 derslerinde değinilen enflasyon canavarının uyandığı zihinleri yeniden güçlü biçimde gündeme getirdi.

Bu süreçte basit bir akış diyagramı ile formüle edilebilecek olan; ekonomide artan enflasyon söz konusu ise “Türk lirasını dövize dönüştürmeliyiz” refleksi de haliyle kendini göstererek, döviz kurunun da (temsilen dolar kuru) yükselmesine sebep oldu.

Üstelik bu iki seride gözlemlediğimiz artış eğilimi, Türkiye’nin tarihi bir seçim atmosferine doğru ilerlediği bir dönemde alınan karar ve kamuoyundaki tartışmalar altında itibarını fazlasıyla yitiren iki önemli kurum olan Türkiye İstatistik Kurumu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın doğrudan ve dolaylı müdahaleleri altında karşımıza çıktı.

21 Aralık 2021’de ilan edilen Kur Korumalı Mevduat sistemi ile hükümetin esasen tüketici fiyat endeksi grafiğindeki artış eğiliminin bir benzerinin döviz kuru grafiğinde ortaya çıkmasını engelleme girişiminin maliyetinin Merkez Bankası’na 89 milyar liraya, Hazine’ye ise 92,5 milyar liraya, yani toplamda bu tercihin devlete maliyetinin 181,5 milyar TL olduğu düşünülüyor.

Gelinen noktada, geçen yaklaşık bir buçuk yıllık bir zaman, 2 trilyon lirayı aşkın bir maliyet ve büyük kayıplara yol açan depremler ve büyük tartışmalara konu olan bir seçim atmosferi yaşayan Türkiye’de kurulacak olan hükümetin diğer pek çok başlığın yanı sıra ekonomiye dair de yeni bir sayfa açması beklentisinin hâkim olduğu görülüyor.

Ekonomide “beklenti” kavramının önemi gün yüzüne çıktığından bu yana, kuşkusuz, ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası başta olmak üzere ilgili kurumların yöneticilerinin kimler olduğunun büyük bir öneme sahip olduğu genel kabul görmektedir. Dolayısıyla, bir seçim atmosferini ve çeşitli travmaları atlatmaya namzet bir ülkede olağan bir süreç olarak kabul edebileceğimiz bu durumu, Türkiye ekonomisi özelinde farklı kılan husus; toplumun gelir ve yaşam koşullarının son yıllarda hızla kötüleşmesi olup, bunun ekonomik büyüme ve kalkınma gibi uzun dönemli belirleyicilere ve sonuçlara sahip olgulara yönelik etkilerinin çözüm arayışını daha da güçlendirdiği söylenebilir.

Türkiye ekonomisine önümüzdeki süreçte yön verecek isimlerin önünde basit bir faiz-enflasyon tartışmasının çok daha ötesinde söz konusu politika tercihlerinin yaratmış olduğu büyük maliyetlerin ve bütçe açığının yanında toplumun gündemini meşgul eden ve yaşam pratiğini doğrudan etkileyen; yetersiz tasarruf eğilimi, hukuk sistemindeki aksaklıklar, devlet bürokrasisindeki işleyişin performans kaybetmiş olması, dış politikadaki ve eğitim sistemindeki sorunlar, artan enerji yatırımları gereksinimi, çok daha fazla toplumsal alt başlığa uzanan etkileri ile sığınmacılar ve sektörler özelindeki mikro düzeyde ele alınması gereken sorunların bir yumak haline geldiği ve ülkenin makroekonomik dengesini şekillendiren üretim, dış ticaret ve sonuç olarak karşımıza çıkan cari açık sorunu da yer alıyor. Bu konu yelpazesi, yeni hükümetin yürütmeye dair her unsurunu ilgilendiren ve adeta hepsinin ekonomi ekseninde düğümlendiği bir sonuca bizi götürüyor.

Peki, çözüm yolu ne?” sorusunun ise cevabı çok açık. Bir sistemin daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için o sistemin yeniden yapılandırılması olarak ifade edebileceğimiz, yapısal reformlar. Yapısal reformları Türkiye ekonomisinin son on yılında o kadar çok konuştuk, yazdık, çizdik ki; artık bunları hatırlatmaya gerek bile yok. Artık tek bir şeye ihtiyacımız var. Bu reformları ilmek ilmek emek vererek gerçekleştirmek. Kuşkusuz bunu yapmadığımız her gün, hedeflerimizden, müreffeh yarınlara ulaşma hayalimizden bir adım daha geriye düşüyor ve daha büyük maliyetlerle karşı karşıya kalıyoruz.

Türkiye ekonomisinin yarınında neler göreceğimizi, yukarıdaki konular ve daha birçoğuna yönelik tercihler ortaya koyacak olan hükümet ve politika yapıcılar belirleyecek. Toplum bu yaşananlar ve yarına dair tercihini seçimler ile ortaya koymuş olup, artık tüm demokratik yönetimlerde olduğu gibi yönetmekle mükellef kıldığı karar vericilerin tercihlerinin sonuçlarını hep birlikte yaşayacaktır.

Prof. Dr. Oytun MEÇİK

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.