2022 yılının Şubat ayında Ukrayna’da başlayan savaş tüm hızıyla sürerken, Ağustos ayında Papa Francis’in yaptığı bir açıklama, Vatikan ile Ukrayna arasında ipleri birden geriverdi. Aslında Papa Francis’in açıklamasının merkezi konusu Rusya, ya da Ukrayna değil, Rus milliyetçisi olarak bilinen Rus gazeteci Daria Dugina’nın bir saldırı sonucu hayatını kaybetmesi idi. Papa Francis, “Savaşın çılgınlığı…Savaşın bedelini masumlar öder, masumlar! Gelin bu gerçeği düşünelim ve birbirimize ‘savaş deliliktir’ diyelim.” dedi. Papa’nın bu sözleri üzerine Ukrayna Dışişleri Bakanlığı Vatikan’ın Ukrayna Büyükelçisini çağırarak, kendisine Ukrayna’nın Papa’nın sözlerinden duyduğu “derin hayal kırıklığını” bildirdi. Vatikan, Ukrayna’nın tepkisine bir Rus gazetecinin hayatını kaybettiği olaya dair Papa’nın sözlerinin “politik bir duruş” olarak algılanmaması gerektiği şeklinde yanıt verdi.
Ukrayna’nın Papa’nın sözlerini “politik bir duruş” olarak algılamasının ve tepki göstermesinin nedeni, belki de Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesine başladığı günden Dugina’nın hayatını kaybettiği güne kadar Papa’nın kamuya yaptığı açıklamaların hiç birinde “Rusya”, “saldırı” gibi kavramları kullanmamış olması idi; Papa, adeta Ukrayna’daki savaş sorununu doğrudan ele almaktan, savaş üzerine açıkça konuşmaktan, Batı dünyası açısından asıl önemlisi ise savaşın sorumluluğunu Rusya’ya ve Putin’e yüklemekten kaçınıyor gibiydi. Üstelik, Ukrayna’da savaşın başlamasının hemen ardından Vatikan’dan gelen açıklama da Batı dünyasında akılları karıştırmıştı. Bu açıklamada, “iyi niyet için hala zaman var, müzakere için hala imkan var, partizan çıkarların galip gelmesini engelleyen, tarafların her birinin meşru talepleri ile dünyayı savaşın çılgınlığı ve dehşetinden koruyan bilgeliğin kullanılması için hala imkân var.” denilmekte idi.
“Tarafların her birinin meşru talepleri” ifadesi Rusya’nın çıkarlarının da dikkate alınması için bir çağrı olabilir miydi? Bu çağrı savaşın sorumluluğunu sadece Rusya’ya değil de Ukrayna’ya da yüklemeyi içeriyor olabilir miydi? Üstelik Papa, Mayıs 2022’de İtalya basınına verdiği demeçte, “Rusya’nın saldırganlığına karşı kendisini koruyabilmesi için Ukrayna’ya silah sağlamak doğru mu?” sorusuna da “nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum” yanıtını vermişti. Papa, biraz daha ileri gitmeyi tercih etti ve NATO’nun Ukrayna savaşında sorumlu olduğunu ima etti; bu noktada da “Papa acaba Ukrayna’daki savaşı NATO-Rusya Savaşı olarak mı görüyor?” sorusu akıllara takıldı.
Ağustos 2002’de Papa’nın sözlerine Ukrayna’nın gösterdiği tepki nedeniyle Vatikan’dan gelen yeni bir açıklamada “tarafların her birinin meşru talepleri” gibi Batı dünyasında akılları karıştıracak bir ifade yoktu artık. Açıklama, Papa Francis’in Rusya tarafından başlatılan savaşı ahlaki açıdan adaletsiz, kabul edilemez, barbarca, anlamsız, tiksindirici ve kutsala saygısızlık olarak kınamakta olduğuna yönelik idi; söz konusu açıklama bazı çevrelerce Papa’nın ilk kez Rusya’yı “savaşın sorumlusu” olarak göstermesi olarak yorumlandı. Savaşın üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmiş iken, Nisan 2023’de, Papa, “barış her zaman iletişim kanalları açılarak yapılır. Kapatmakla asla barış sağlanamaz.” diyerek barış görüşmelerinin önemine dikkat çekmeye çalıştı; ama Mayıs 2023’de İtalya’ya ve Vatikan’a giden Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski İtalya hükümetine Ukrayna’ya verdikleri destek için minnettarlığını ifade ederken, Papa ile yaptığı görüşme sonrasında da “Papa ile tanışmak bir onurdu ama barış planı Ukrayna’dan gelmeli” dedi. Zelenski’nin Vatikan’dan gelecek herhangi bir barış planının reddi şeklinde okunabilecek bu tavrı adeta “İtalya’ya teşekkür, Vatikan’a sitem” gibiydi; belli ki Zelenski açısından Vatikan Ukrayna’ya destek saflarında yer almıyordu.
Vatikan’ın Ukrayna’da süren savaşta bazı çevrelerce de “Batı/Ukrayna-karşıtı”, bazı çevrelerce “belirsiz/tutarsız”, bazı çevrelerce ise “marjinal” olarak tanımlanan pozisyonunun nedenleri neler olabilirdi? Birincisi, Vatikan ruhani bir otorite sıfatıyla savaşı kınaması ama taraf tutmaması, taraflardan birini “saldırgan”, diğerini “kurban” olarak tanımlamaması gerektiğini mi düşünmüştü? Üstelik taraflar arasında etkili bir arabulucu olmaya niyet etmişti de, bunun için taraflardan hiçbirini alenen karşısına almaması gerektiğine mi inanmıştı? Hâl böyle ise “başarılı” olduğu da iddia edilemez; zira Vatikan “Rusya-yanlısı/Batı-NATO karşıtı” olarak algılanan tavrıyla taraflardan birinin, yani Ukrayna’nın nazarında “tarafsız” bir aktör sıfatını en başta kaybetmişti.
İkincisi, Vatikan’ın Ukrayna’daki savaş konusundaki pozisyonunun nedeni Katolik Kilisesi’nin değişen yüzünü sergilemek miydi? Kilise yüzyıllardır algılandığı şekilde “Batılı aktörlerle sürekli aynı safta olan”, “Batılı” değil, “Batı’dan farklı da düşünebilen”, “küresel” bir aktör olduğunu, her uluslararası soruna “Batılı/Avrupalı” gibi bakmadığını ve öyle de bakmak zorunda olmadığını mı göstermek istedi? Hâl böyle ise, Papa Francis’i Vatikan’ın “yeni çok kutuplu jeopolitik stratejisinin” mimarı olarak tanımlayanlarda haklılık payı var demektir. Bu durumda sorulması gereken Papa Francis’in neden “çok kutuplu jeopolitik bir strateji” benimsemiş olduğudur.
Bir bakış açısı Papa Francis’in Arjantinli olduğuna dikkat çekerek, Papa’nın ilk “Latin Amerikalı Papa” sıfatıyla uluslararası siyaset mevzubahis olunca ABD’ye ve Avrupa’ya karşı mesafeli yaklaştığı argümanını ileri sürmektedir. Bir diğer bakış açısı, Katolik nüfusun artık Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da yoğunlaşmadığını, dünyadaki toplam Katolik nüfusun çoğunluğunun Latin Amerika, Asya ve Afrika’da yaşadığına dikkat çekmektedir; bu durumda Papa tüm Katoliklerin ruhani temsilcisi sıfatıyla uluslararası sorunlarda sadece Avrupa’nın/Kuzey Amerika’nın pozisyonunu temsil etmek durumunda değildir. Bu bakış açıları kapsamında belirtilen faktörler dışında, bir başka faktör de Papa’nın pozisyonunu belirlemiş olabilir mi? Papa uluslararası sistemin tek kutupluluktan çok kutupluluğa evrildiğini fark edip, yeni gerçekliklere uyum sağlamak suretiyle, oluşmakta olan çok kutuplu düzende Vatikan’ı konumlandırmaya mı çalışmaktadır?
Doç. Dr. Dilek YİĞİT