Dr. Hazar Vural Jane, 2009 yılında Bahçeşehir Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını 2012 yılında Harp Akademileri, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler bölümünde “İran Toplum Yapısının Dış Politikasına ve Ortadoğu Güvenliğine Etkileri” başlıklı teziyle tamamladı. Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde “Velayeti Fakih ve İran Dış Politikası: Ali Hamaney’in Konumu” başlıklı doktora tezini ise 2019 yılında savundu. Dr. Hazar Vural Jane, İstanbul Aydın Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) bölümünde öğretim üyesidir. İran, Ortadoğu Siyaseti ve Dış Politika Analizi başlıca araştırma alanları arasındadır.
Ozan Örmeci: Sayın hocam, bize vakit ayırdığınız için Uluslararası Politika Akademisi (UPA) okurları adına size teşekkür ederim. İsterseniz güncel bir konu ile sohbetimize başlayalım. İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın İbrahim Reisi, iki kez ertelenen Türkiye ziyaretine bugün (24 Ocak 2024) itibariyle başladı. Cumhurbaşkanı Reisi’nin ziyaretinde önemli konu başlıkları sizce neler olacaktır? Türkiye-İran ilişkileri, günümüzde sizce ne durumda ve gelecek yıllarda ilişkiler nasıl gelişebilir?
Hazar Vural Jane: Ben teşekkür ederim. Çok önemli bir zamanda, 10 yıldır devam eden ve bu sefer 8. kez gerçekleştirilen Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) mekanizması ile iki bölgesel gücün hem ikili ilişkileri, hem de bölge sorunlarını ele almaları açısından önemlidir. Ziyaretin en üst düzeyde gerçekleşiyor olması, başta terör, bölge güvenliği, ikili ve ekonomik ilişkiler açısından iki ülkenin ilgili taraflarının karar alıcılar üzerinden bir araya gelerek ilişkileri geliştirmesi önem arz etmektedir. “Karşılıklı güven ve müşterek menfaatler temelinde derinleştirmeye” önem verildiği Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından vurgulanmıştır.
Reisi-Erdoğan
Türkiye-İran ilişkilerini anlamak için, ilk önce şunu göz önünde bulundurmak gerekir; bu iki bölgesel güç, Ortadoğu güvenliği açısından çok önemli iki ülkedir, birbirleriyle olan sınırları doğal bir güç karşılaşması sonucu ortaya çıkmıştır. Yapısal farklılıkları ve ideolojik konumlanışları bir yana, ilişkileri iş birliği çerçevesinde geliştikçe, iletişim kanalları daima açık oldukça en başta iki komşu Türkiye ve İran, sonrasında da Ortadoğu güvenliği açısından daima olumlu sonuç beklenecektir. 8. Türkiye-İran YDİK toplantısında somut işbirliği vurgusuyla ikili 10 yeni anlaşmaya imza atılmıştır. Aslında yakın geçmişe baktığımız zaman, bölgede süreklilik arz eden krizler silsilesi göz önünde bulundurulduğunda, bir takım konularda farklı düşünceleri ve konumlanışları olsa da (Suriye’de yaşandığı gibi), Türkiye ve İran ilişkilerinin bugün iyi bir seviyede olduğu söylenebilir. Bilhassa bölgenin terör, çatışma ve savaşlar ihtimalinde yahut belirsizliklerle dolu birçok kriz içinde bulunduğu göz önüne alınırsa, Türkiye ve İran’ın sorumluluğunun ne kadar yüksek olduğu da ortaya çıkar. Tekrar vurgulamak gerekirse, kesintisiz diyalog çerçevesinde iş birliği alanlarının güçlendirilmesi ve en az bunlar kadar önemli olan iki toplumun birbirini daha yakından tanıma ihtiyacı mevcuttur. Türk basını yıllardır İran’ı Batı haber ajansları üzerinden okurken, İran için böyle bir sorun yoktur. Yine İranlılar Türkiye’ye daha sık gelirken, Türklerin İran’a ziyaretleri oransal olarak çok düşüktür. Bunu neden önemli gördüğümüzü şöyle açıklamakta fayda var; çünkü siyasi krizler zaman zaman gerçekleşebilir, bunun toplumlar arasındaki yanlış anlaşılmalar yahut propagandaya kurban giden bir takım algılamalara sebep verdiği söylenebilir. Fakat toplumlar arası bağlar kuvvetlendikçe, bu olumlu etki edecek ve eski kalıplaşmış varsayımlar ortadan kalkacaktır. Toplantıda 30 milyar dolar ticaret hacmi hedefi yinelenmiştir. Potansiyel bundan çok daha fazlasına işaret etmektedir. Keza en önemli ortak sorun olarak terör konusuna da değinilmiş ve terörle mücadelede PKK, PYD, YPG ve PJAK’a karşı iş birliği vurgulanmıştır. Bölge güvenliğini ve istikrarını daha fazla tehdit edecek adımlardan sakınılmasının önemi üzerinde mutabık kalınmıştır.
Ozan Örmeci: Filistin’de 7 Ekim tarihinde Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısıyla başlayan savaş ve türbülans süreci halen devam ediyor. Başlarda Hamas’a yönelen tepkiler, İsrail’in Gazze’de sergilediği aşırı güç kullanımı ve toplu cezalandırmaya dayalı sert politikalar nedeniyle özellikle İslam dünyasında çok farklı yönde gelişiyor. İlginçtir ki, Batılı ülkelerde de İsrail’in terörle mücadelesine verilen desteğin yanı sıra, bu yöndeki eleştiriler güçleniyor. Böyle bir ortamda, Hamas’a açıktan destek veren iki ülke olarak İran ve Türkiye ön plana çıkıyorlar. Bir diğer yakıcı gündem maddesi ise, İran destekli Şii milis grupların Lübnan (Hizbullah), Suriye-Irak (Haşdi Şabi) ve Yemen (Husiler) gibi bölgelerde yoğunlaşan İsrail ve Batı ülkelerle çatışmalarının bölgesel bir savaşa dönüşmesi riski. Nitekim Yemen’deki olaylara tepki olarak ABD ve Birleşik Krallık’ın geçtiğimiz gün bu ülkedeki bazı hedefleri bombalaması dikkat çekti. Siz, İran’ın bölgedeki stratejisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Tahran için kontrollü gerginlik mi, yoksa bölgesel savaşa yönelik hamleler mi ağır basıyor?
Hazar Vural Jane: İran’ın bölge stratejisine baktığımız zaman bu soruya yekten cevap vermekte fayda var; bölgesel savaş, başta İran olmak üzere bölgedeki hiçbir devlet tarafından istenilecek bir durum değildir. Bunu diğer bölge güçleri için de söyleyebiliriz. İran, bölgede topyekûn bir savaşı doğal olarak istemez; çünkü İran, savaşın ne demek olduğunu iyi bilen ülkelerden birisidir. Bildiğiniz gibi, İslam Cumhuriyeti ilanından kısa bir süre sonra Irak’la 8 yıl boyunca çok büyük bir savaş yaşanmıştır. Son yıllara baktığımızda, İran’ın çevresinde işgaller ve terörün, daha sonrasında bölgede ise farklı araçlarla savaşın zaten devam ettiğini görüyoruz. İran’ın ABD ile olan karşılaşmasında, Donald Trump döneminde uygulanan “maksimum baskı politikası“na vekalet savaşları üzerinden Ortadoğu’da verilen reaksiyonları, çok uzun süre ambargolara maruz kalan ve eski bir imparatorluk bakiyesi olan büyük bir ülkenin cevabı olarak görmek daha doğru olacaktır. Elindeki tüm araçlarla gücünü arttırarak, çeşitli iş birlikleri ile -ki bunu da Latin Amerika’ya kadar yaptığını görüyoruz- yerli savunma sanayi ürünleri ile gücünü göstererek, İran’ın bir tür bölgesel güç olma idealinde devam ettiği söylenebilir. ABD’nin Irak’tan çekilmesi sonrası tüm çalkantılara rağmen İran’ın nüfuzunun bölgede arttığı da rahatlıkla söylenebilir. İran dış politikası, rasyonel bir dış politikadır. Yeri geldiğinde mezhepsel yakınlıklar üzerinden, yeri geldiğinde anti-emperyalist bir motivasyonla iş birliklerine gider. Kriz anlarında basında çokça konuşulduğu gibi duygusal reflekslerle cevap vermek yerine hazırlanarak gereken ölçüde bir cevap verdiği görülür; bunu General Kasım Süleymani’nin öldürüldüğü zamanda da gözlemledik. Bu ay içerisinde İran’da Kirman’da terör saldırılarından sonra da gördük. İran’ın bölgedeki iş birliklerini de bu çerçevede okumakta fayda var; günümüzde güç karşılaşmaları birçok araçla birçok şekilde gerçekleşiyor. Bir bakıma, bu da bir denge unsuruna dönüşmüş durumda ve son yıllara baktığımızda bunun bölgeyi daha büyük sıcak çatışmalardan koruduğu dahi iddia edilebilir. Filistin ve Gazze konusu ise, son dönemdeki gerginliğin tırmanmasının en önemli sebebidir. İran’la iş birliği içindeki gruplar bu duruma kayıtsız kalamıyorlar.
Ozan Örmeci: İran nükleer programı konusu, son dönemde basında pek yer almıyor. Ancak İran’ın kısa süre içerisinde atom bombası yapım sürecini tamamlayabileceğine dair kısa süre önce konunun uzmanları tarafından ifade edilen iddialı görüşler söz konusu. Bu bağlamda, İran nükleer programına ve nükleer güç kullanımına ilişkin İran’daki yerel aktörlerin (Dini Lider, muhafazakârlar, reformistler, Devrim Muhafızları vs.) görüşleri konusunda bize detaylı bilgi verebilir misiniz?
Hazar Vural Jane: Nükleer çalışmalar konusu ve nükleer güç kullanımı aslında İran İslam Cumhuriyeti’nin 45 yıllık tarihine baktığımız zaman her zaman gündemde olmuştur, bunu net olarak görmekteyiz. Yani devrim (İran İslam Devrimi) sonrası ilk yıllarda nükleer çalışmalar fetva ile durdurulmuş, fakat İran-Irak Savaşı’nın uzaması sonrasında, Tahran, bütün enerji kartlarını tek elde toplamak yerine ve nükleer güçlerle çevrili olduğunu göz önüne alarak, bu hususu ulusal olarak bir güç ve donanım konusu olarak algılanmış, İran için de bu kadar önemli bir konuda dışarıdan bir müdahalenin kabul edilemeyeceği ve kendi kararını kendi verme arzusu öne çıkmıştır. Bu ne demektir; nükleer çalışmalar konusunda -ki İran her zaman NPT’ye taraf bir devlet olarak kalmıştır-, Tahran, siyasi olarak devlet düzeyinde en üst seviyeden başlayarak hiçbir zaman nükleer bomba yapmak arzusu olmadığını ama nükleer çalışmaların en doğal hakkı olduğunu ve buna yine İran’ın kendisinin karar vereceğini söylemiştir. Aslında nükleer çalışmalarda politik hafıza ve rejimin karakteristik özellikleri çerçevesinde dışarıdan bir gücün ya da bir takım araçların müdahalesine karşı bir duruş söz konusudur. Yani İranlılar, nükleer çalışmalarının dış bir dayatma ve engele uğramasından ziyade ülkenin kendi içinde bir karar olduğu noktasında durdukları söylenebilir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı yetkililerinin, ABD Başkanı Trump’ın kararıyla nükleer anlaşmadan çekildikten sonra yaptıkları açıklamalarda, İran’ın nükleer anlaşmaya sadık kaldığını ve bütün gereklilikleri üzerine düşen kısmıyla yerine getirdiğini ortaya koymaktadır.
Son döneme baktığımız zaman, İranlı liderler nükleer programın barışçıl olduğunu hâlâ vurgulamaktadır. Resmi açıklamalar, “İran, tüm uluslararası hak ve yükümlülüklerinin tamamen bilincindedir ve bu çerçevede ajansla iş birliğini sürdürecektir” şeklinde olmuştur. Konuyla ilgili bir diğer dikkat çekici gelişme de, Temmuz 2023 tarihinde Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Hicabi Kırlangıç ile İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed Eslami’nin bir araya geldiği toplantıda İran ile Türkiye arasında nükleer enerji alanında iş birliği ve ikili ilişkiler görüşülmüş ve Eslami, “İran’ın nükleer enerji alanındaki tecrübe ve kazanımlarını Türkiye ile paylaşmaya hazır olduğunu” belirtmiştir. Büyükelçi Kırlangıç ise, Türkiye’nin farklı ülkelerin barışçıl nükleer enerji çalışmalarını desteklediğini belirterek, “Bu doğrultuda İran’ın da barışçıl nükleer enerji hakkını destekliyor ve İran’a yönelik tek taraflı yaptırımları uluslararası toplum ve bölge için zararlı görüyoruz” demiştir. Özetlersek, İran nükleer çalışmaları bölgede caydırıcılık açısından diplomasi masasında da bir araç olarak önemli bir konudur. İran, nükleer enerji çalışmalarını kararlılıkla sürdürmektedir.
Ozan Örmeci: Nükleer güce erişmiş ve bölgesel güç özellikleri ağır basan bir İran’la yaşamanın bölge ülkeleri (Türkiye, Irak, Suriye, İsrail, Ürdün vs.) sizce neler olabilecektir? Bu konuda bize bir gelecek perspektifi sunabilir misiniz?
Hazar Vural Jane: Bölgede İran’ın nükleer güç olması güç dengelerini bozacağından, tabii ki Türkiye açısından da istenmeyen bir durumdur. Suudi Arabistan da zaman zaman nükleer bir İran’ın kabul edilemez olduğunu ve bunun kendilerini de nükleer güç olmaya iteceğini söylemektedir. Son yıllarda konuyla ilgili gelişmelere baktığımız zaman, 2010’daki Türkiye-Brezilya-İran Antlaşması’nda da ortaya çıktığı gibi Türkiye konunun uluslararası örgütler nezdinde gerektiği ölçüde nükleer çalışmalar düzeyinde kalması için destek olmuştur. Fakat bölgesel güç özellikleri ağır basan bir İran ile yaşamak noktasında aslında bu Türkiye için de söylenebilir. Türkiye de son yıllarda savunma sanayiinde yerlileşmesini arttırarak, bölgeye yönelik dış politikasında değişiklikler yaparak arabuluculuk faaliyetlerini arttırarak yeni bir perspektif çizmektedir Dolayısıyla, önemli olan dengeyi korumak ve bölgede istikrar için bir arada var olmayı başarmaktır.
Ozan Örmeci: Değerli hocam, kıymetli görüşleriniz için teşekkür eder, size ve ailenize başarılar ve mutluluklar dileriz.
Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 30.01.2024