Giriş
İstanbul merkezli bir vakıf üniversitesi olan İstanbul Kent Üniversitesi, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. yıldönümü münasebetiyle, 28 Mayıs 2024 Salı günü, üniversitenin Kağıthane Yerleşkesi Ara Güler Salonu’nda “Barış Harekâtı’nın 50. Yılında Kıbrıs Çalıştayı” adlı önemli bir akademik etkinlik düzenlemiştir. Etkinliğin açılış konuşmasını Kıbrıs gazisi olan emekli asker ve araştırmacı-yazar Özhan Bakkalbaşıoğlu yaparken, İstanbul Kent Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Mesut Özel’in moderatörlüğünde yapılan oturumda, konuşmacı olarak, İİSBF Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak ile birlikte fakülte öğretim üyeleri Dr. Çağlar Özer, Doç. Dr. Şafak Doğan Polat ve Dr. Murat Koray yer almışlardır. Bu yazıda, önemli konuşmaların yapıldığı bu etkinlikte konuşmacılar tarafından dile getirilen bazı görüşler özetlenecektir.
Etkinlik afişi
Konuşmaların Özeti
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Kıbrıs gazisi Deniz Kurmay Yarbay Özhan Bakkalbaşıoğlu, “Kıbrıs Barış Harekâtının Deniz Harekâtı Açısından Değerlendirilmesi ve TCG Kocatepe Olayı” başlıklı anahtar konuşmasında, TCG Kocatepe Nasıl Battı (Bir Akıl Tutulması) adlı eserinde de anlattığı ve bizzat yaşadığı Kıbrıs Barış Harekâtı ve TCG Kocatepe’nin harekât sırasında batırılması olayını dinleyicilere anlatmıştır. Barış Harekâtı öncesinde Deniz Kuvvetleri’nin en seri ve iyi hazırlanan birim olduğunu kaydeden Bakkalbaşıoğlu, koordinasyon eksikliğinden kaynaklanan TCG Kocatepe olayı talihsizliğine karşın, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın genel itibariyle askeri tarihe geçecek kadar başarılı bir operasyon olduğunu, titizlikle planlandığını ve başarıyla icra edildiğini vurgulayarak, bu olayın kesinlikle genel başarıya gölge düşürmemesi gerektiğinin altını çizmiştir. 1974 Kutlu Barış Harekâtı sayesinde Türkiye’nin jeopolitiğinin değiştiğini ve “Mavi Vatan” benzeri daha iddialı vizyonlara yelken açılabildiğini vurgulayan emekli asker ve araştırmacı-yazar, 1963 olayları ve Johnson Mektubu sonrasında 1965’te Donanma Vakfı’nın kurulmasıyla harekât hazırlıklarına başlandığını ve 1965-1974 döneminde 32 çıkarma gemisi ve 10 avcı bot üretilerek operasyona hazır hale gelindiğini ifade etmiştir. Daha sonra operasyon anılarını dinleyicilere aktaran Bakkalbaşıoğlu, Kocatepe’nin batırılması sonrasında günlerce denizde sallarda ve suda kalan askerlerin zor koşullarda hayata tutunmaya çalıştıklarını ve kendilerini bir İsrail balıkçı gemisinin kurtardığını belirtirken, o dönemde kendilerine İsrail’de çok iyi muamele edildiğini de sözlerine eklemiştir. Bakkalbaşıoğlu, Kıbrıs’ın bir milli dava olduğunun altını çizerek tamamladığı konuşmasıyla dinleyicilerden büyük alkış almıştır.
Özhan Bakkalbaşıoğlu
Açılış konuşması sonrasında oturuma geçilirken, buradaki ilk konuşmacı olan İstanbul Kent Üniversitesi İİSBF Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak, Kıbrıs Sorunu’nun ortaya çıkmasına dair olan tarihsel süreci aktarırken, Kıbrıs adasının 307 yıl Osmanlı-Türk egemenliğinde kaldığını vurgulamış ve Türkiye’nin Lozan Antlaşması ile Kıbrıs’ın İngiltere kontrolüne bırakılmasını kabul ettiğinin altını çizmiştir. 1931’den itibaren Kıbrıslı Rumların Yunanistan’la birleşmek (Enosis) yönünde hareket etmeye başladıklarını hatırlatan Çomak, 1955’te EOKA’nın kurulmasına tepki olarak Kıbrıslı Türkler arasında da TMT’nin kurulduğunu ve “Taksim” (adanın paylaşılması) görüşünün yaygınlaştığını anlatmıştır. Londra-Zürih Antlaşmaları ile Türkiye’nin Yunanistan ve Birleşik Krallık (İngiltere) ile birlikte yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç garantör devletinden birisi haline geldiğini ifade eden Çomak, fakat yeni kurulan devletin 1963’ten itibaren Rumların saldırıları ve Türklere eşit haklar vermek istememeleri nedeniyle dağılma sürecine girdiğini ve 1963’te Yeşil Hat’ın oluşturulması ve 1964’te BM Barış Gücü’nün kurulmasına karşın adada iki devletliliğe doğru gidişin başladığını aktarmıştır. 1967’deki Yunanistan darbesi sonrasında 1974’te Kıbrıs’ta da fanatik Rumların Enosisçi bir askeri darbe yaptığını ifade eden akademisyen, 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’nın haklı ve meşru olduğunu sözlerine eklemiştir. Harekâtın Kıbrıs ve hatta Yunanistan’a demokrasi ve özgürlük getirdiğini vurgulayan Çomak, 2004 Annan Planı’nda barışın denendiğini ama bunu Rumların reddettiğini hatırlatmış ve Türkiye’nin Kıbrıs davasından vazgeçmesinin söz konusu olmadığının altını çizmiştir. Çomak, soru-cevap bölümünde ise, Fransa ve bazı Avrupa devletleri ile birlikte Avrupa Birliği’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını uygulamak ve Avrupa Birliği üyelerini korumak adına Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni eleştirmelerinin gerçekçi olmadığını, adada iki devletliliğin somut bir gerçeklik olduğunu ve gelişmekte olan PESCO girişimi ve Avrupa Müdahale Mekanizması oluşumlarını da KKTC ve Türkiye’ye karşıt hamleler olarak yorumlamadığını vurgulamıştır.
Prof. Dr. Hasret Çomak
Oturumun ikinci konuşmacısı olan İstanbul Kent Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Çağlar Özer, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı askeri açıdan, hava ve kara harekâtı olarak iki farklı boyutta detaylı olarak incelemiş ve operasyonun çok büyük bir başarı olarak tarihe geçtiğini ifade etmiştir. Operasyonda Türk Genelkurmayı’nın stratejik zekasının izlerinin görülebildiğini vurgulayan akademisyen, Kıbrıslı Rumları şaşırtmak için operasyon öncesinde ticari gemilerle Yavuz Çıkarma Plajı’ndan farklı bir yöne hareket edildiğini ve bunun Rumlara vakit kaybettirerek, çıkarmanın asgari kayıpla gerçekleştirilmesini sağladığını vurgulamıştır. Bu tarz çıkarma harekâtlarında yüzde 60 kaybın bile başarı kabul edildiğini hatırlatan Dr. Özer, TSK’nın ise yüzde 100’e yakın başarı oranı ile çıkarmanın ilk safhasında asgari kayıp vererek operasyonu başlattığını ifade etmiştir. Özer, Türkiye’nin Kıbrıs’tan vazgeçmesinin asla mümkün olamayacağını da sözlerine ekleyerek, buna uygun bir siyasa belirlenmesini salık vermiştir. Özer, son olarak, KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olmasının da önemli bir diplomatik aşama olduğunu kaydederek, ileride tam üyeliğin de mümkün olabileceğine dair iyimser yorumlarda bulunmuştur.
Oturumda üçüncü konuşmacı olan İstanbul Kent Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Doğan Şafak Polat, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde Kıbrıs Sorunu’nun yerine ışık tutan konuşmasında, BM Güvenlik Konseyi kararlarının Türkiye aleyhine olması ve Türkiye’nin Avrupa ülkeleriyle yoğun ticareti nedeniyle Ankara’nın uzlaşmacı olduğunu ve çatışmayı körükleyen bir pozisyon almadığını, ancak Kıbrıs’ta iki devletliliğin bir vaka olduğunu ifade etmiştir. Polat, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Sorunu çözülmeden Birliğe üye yapmasını da eleştirmiş ve Kıbrıs’ın güneyindeki siyasi entitenin bütün adayı temsil etmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. Bu şekilde, Yunanistan ile GKRY’nin Türkiye-AB ilişkilerini de veto kozuyla olumsuz bir aşamaya taşıdıklarına dikkat çeken akademisyen, Ek Protokol sorunu nedeniyle Türkiye’nin tam üyeliğinin gerçekleşemediğini söylerken, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğinde tam üyeliğin gerçekçi bir hedef olmadığını da sözlerine eklemiştir.
Oturumun dördüncü ve son konuşmacısı olan İstanbul Kent Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Murat Koray, jeopolitik biliminin çok önemli olduğunu hatırlatarak başladığı konuşmasında, günümüzde devletlerin bu bilimin ilkeleri doğrultusunda askeri, siyasi ve ekonomik hedeflerini maksimize etmeye çalıştıklarını ve Akdeniz’in boyut olarak küçük olmasına karşın dünya ticaretinin yüzde 20’sine sahne olan çok kritik bir coğrafya olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Akdeniz vizyonu ve stratejik çıkarları için kendi geliştirdiği 7 Kalyon Vizyonu’nu açıklayan Koray, Ankara’nın Kosova-Kırım-Karabağ-Kıbrıs-Kahire-Kudüs-Kerkük gibi 7 merkez üzerinde etkisini sağlayarak 21. yüzyılda bir bölgesel güce dönüşmek istediğinin altını çizmiştir. Akdeniz’deki sorunların çözümü için gerçekçi ve kazan-kazan odaklı yaklaşımların geliştirilmesi gerektiğini belirten akademisyen, bölgedeki önemli sorunları ise; hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı konusunda yaşanan anlaşmazlık ve belirsizlikler, bölgedeki genç nüfusun sosyoekonomik sorunlar nedeniyle radikalleşmesi, insan ticaretinin yaygınlaşması, suç örgütlerinin varlığı, terör örgütlerinin güçlenmesi, etnik-dini-mezhebi çatışmalar, bölgede kalıcı barışın tesis edilememiş olması ve kirli ittifaklar olarak saymıştır. Koray, bu bağlamda, bölge ülkelerinin karşılıklı bağımlılıklarının büyük savaşların oluşmaması adına bir avantaj unsuru olduğunu belirtirken, örneğin Türkiye ile İsrail’i karşılıklı çıkarları yüksek iki devlet olarak öne çıkarmıştır. Yunanistan-GKRY-İsrail üçlüsünün son dönemdeki yakınlaşmasının Türkiye adına riskli olduğunu vurgulayan konuşmacı, bölge devletlerinin ortak konsorsiyumlar oluşturarak ve bu şekilde yer altı kaynaklarını işleterek sorunlarını aşabileceklerinin ve enerji iş birliğinin mümkün olduğunu vurgulamıştır.
Sonuç
Sonuç olarak, askeri tarih, jeopolitik ve uluslararası ilişkiler açısından oldukça faydalı geçen oturumda bazı görüşlerin vurgulandığı belirtilebilir. Bunlar; Türkiye’nin Kıbrıs davasına sahip çıkmaya devam ettiği ve ancak Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlarla eşit haklara sahip statüde olacakları bir çözüme destek verebileceği, adadaki mevcut konjonktüre uygun olarak ancak iki federe devletin birleşmesiyle oluşacak bir federal yapının hayata geçirilebileceği, BM Güvenlik Konseyi önceki kararlarının hakkaniyetle ve sahadaki gerçeklerle bağdaşmadığı ve enerji iş birliğinin -deniz yetki alanı ihtilaflarına rağmen- ortak konsorsiyumlar sayesinde mümkün olabileceği şeklinde özetlenebilir.
Bana göre de, bu görüşlerin oldukça gerçekçi ve doğru olduğu ve günümüzde yeniden güç siyasetinin hâkim olmaya başladığı bir dönemde Türkiye’nin Kıbrıs ve diğer konularda çok pasif ve çekingen davranmasının hatalı olacağı söylenebilir. Ancak bu noktada zaten Türkiye’deki tüm siyasi aktörleri daha ılımlı davranmaya iten unsurun ekonomik sorunlar olması nedeniyle, mevcut statükonun korunması ve Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail gibi bölgedeki etkili devletlerle ortak çıkarlar yaratılmaya çalışılmasının akılcı bir strateji olacağı iddia edilebilir. Ayrıca, Ankara’nın Kıbrıs’ta kendisini rahatlatan ve Kıbrıs davasına sahip çıkan Rauf Denktaş ve Ersin Tatar gibi isimleri desteklemesi de kuşkusuz daha akılcı bir politikadır.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ