Yerel seçim sonuçları muhalefet için bir “pirus zaferi” idi. İYİ Parti oyları üçte iki, TİP oyları beşte dört, DEM oyları ise yarı yarıya erimiş, muhalif seçmen AKP/AK Parti karşısındaki en güçlü partide, yani CHP’de güçlerini birleştirmişti. O günün akşamında CHP zafer kazanırken, ana muhalefet dışı muhalif unsurlar siyaseten tükenmişti. CHP ise kendisine verilen bu fırsatı yıl bitmeden tüketti. Siyasetteki güç dengesinin Erdoğan AKP’si lehine yeniden tesisini bir dizi aşamada tartışabiliriz.
İlk sorun parti içindeki asabiye eksikliği. Herkesin de fark ettiği üzere Kılıçdaroğlu’nu deviren yenilikçi hareket yeterince yenilikçi değil. Yeni bir programı, politik vizyonu, alternatif bir söylemi veya değerler sistemi yok. Dahası Ecevit’in İnönü’ye karşı çıkışından beri tüm merkez sol parti içi mücadele süreçlerinde itiraz eden taraf genel merkezi kamuoyu önünde eleştirip kendi ayrıksı tavrını belli etmişti. Oysa Özgür Özel yönetimi böyle değil. Siyasi hayatı boyunca Kılıçdaroğlu’nu hiç eleştirmemiş bir aktör değişimci ekip adına Genel Başkan oldu. Burada bir inandırıcılık sorunu olduğu açık. Bahsi geçen inandırıcılık veya meşruiyet eksikliği sorunu parti içi mücadeleyi kişiselleştirdi. Epey sayıda CHP elitine göre İmamoğlu ve Özel gibi kişiler Kılıçdaroğlu’na ihanet ettiler. Yeni yönetimin yerel seçim başarısı bile bu iddiayı gündemden düşürmedi. Kılıçdaroğlu’nun başını çektiği hizibin CHP içindeki tartışmaları beslediği ise açık. Onlara göre kapanmamış bir hesap var.
Partide suların durulmamasının bir diğer nedeni İmamoğlu ile Yavaş arasındaki Cumhurbaşkanlığı yarışması. CHP’nin 2023’teki hatayı tekrarlamaması, parti içi güç dengelerinden bağımsız olarak Erdoğan karşısına en güçlü adayla çıkması gerekiyor. Ancak böylesi bir uzun erimli siyasal rasyonellik ne yazık ki genel merkeze hâkim değil. Öncelikle adaylık meselesinin demokrasiyi derinleştirecek şekilde tabana yayılması, ön seçim gibi mekanizmalarla tüm parti üyelerinin adaylık tespitine davet edilmesi gerek. Ancak milletvekilleri için bile ön seçimi zorunlu görmeyen mevcut liderlik bu seçeneğe yanaşmıyor. Bu durumda en popüler ismin Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesi gerek. Ancak partide ciddi bir İmamoğlu etkisi var. Mansur Yavaş daha cazip bir aday olmasına rağmen İmamoğlu’nun adaylığı parti elitlerinin öncelikli tercihi. Adaylık meselesi partiyi içten içe kemirip, dedikodu ve hasetliği teşvik ediyor. CHP enerjisinin büyük bir kısmını iç tartışmalara harcayan kavgalı bir parti görünümünde.
İkinci sorun söylem tutarsızlığı. CHP liderliğinin normalleşme atağı başarısız oldu. Özel’in parti grubunu Cumhurbaşkanlığının yanı sıra AKP Genel Başkanı da olan Erdoğan karşısında ayağa kaldırmasıyla doruğa çıkan yumuşama stratejisi ana muhalefet partisine kayyumlar ve SGK hacizleri olarak geri döndü. Kılıçdaroğlu döneminde olgunlaştırılan CHP’nin sağ seçmen ve elitlerle iyi ilişkiler kurması stratejisinin partinin hegemonya alanını genişlettiği tezi şüphesiz ki olgusal olarak doğru. Sağ siyaseti ürkütmeden muhalefet yapma CHP’nin 6’lı masa gibi bir organizasyonu kurmasına yardımcı oldu. Ancak 2023’te alınan ağır seçim yenilgisi sağla iş birliği yapmanın CHP liderliğini iktidara taşımaya yetmediğini gösterdi. Bu bağlamda Özel’in AKP ile diyalog kurma siyasetinin daha önce denenmiş ve etkisini sınanmış politikayı devam ettirme gibi bir anlama geldiği söylenebilir. Dahası, Özel’in normalleşme atağı AKP’ye yaralarını sarma ve yeniden oyun kurma noktasında zaman kazandırdı.
Söylemle ilgili bir diğer sorun Kürt meselesi çevresindeki tartışmalarda kristalize olmaktadır. Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan süreçte Özel liderliği çok kötü bir sınav verdi. Önce Bahçeli açıkça desteklendi. Ancak bu tavır parti içindeki bölünmeleri daha da keskin hale getirdi. DEM’e yakın sol unsurlar ile Atatürk milliyetçileri arasındaki kavgada, Özel, biraz da CHP’li belediyelere kayyum atanmasının da etkisiyle standart milliyetçi tezlere döndü. Ancak CHP ile DEM arasındaki mesafe sorunu partinin yumuşak karnı olmaya devam ediyor.
İç politikada yapılan bu kadar yeterli değilmiş gibi, dış politikada da ciddi bir savruluş var. İktidarın Suriye konusunda elde ettiği avantaj ana muhalefeti sessizleştirdi. Suriye’deki son gelişmeler AKP iktidarına ciddi bir siyasal enerji kazandırdı. Ankara’nın Şam üzerindeki etkisine referansla iki başkentte yapılan planların yarısı bile gerçekleşse, Erdoğan’ı İslam dünyasının lideri yapan konjonktür tekrar gündeme gelecek. CHP ise yaşanan gelişmeleri sadece izlemekle yetiniyor. Milli onur ve milli gururla ilgili konuların tümüyle iktidar tekeline bırakılmış olması ana muhalefeti konuşamaz hale getirdi. Belki de bu nedenle, Erdoğan, Erzurum’da yapılan partisinin il kongresinde “Baas kaybedince CHP’de kaybetmiş mi oluyor” sorusunu yöneltti. Ana muhalefetteki zayıflık iktidar çevrelerince de fark edilmiş durumda.
Ez cümle, çanlar CHP için çalıyor. Yeni yılla birlikte yapılan son anketler önümüze düşecek. Yerel seçimlerin muzaffer galibinin AKP karşısında ikinci parti pozisyonuna düştüğünü hep beraber göreceğiz. Bu arada yaşadığımız şey ikinci defa oluyor. 1989’da yerel yönetimlerde başat aktör haline gelen SHP başarısını sürdürememiş, bu nedenle 1991 genel seçimlerinde iktidarı devralamamıştı. Aktörleri farklı olsa da benzer bir konjonktür yine devrede.
Doç. Dr. Armağan ÖZTÜRK
Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü