TEKNOKRATİK GÜÇ İLE OTORİTER LİDERLİK ARASINDA: ELON MUSK-VLADİMİR PUTİN İLİŞKİSİ ÜZERİNDEN JEOPOLİTİK BİR OKUMA

upa-admin 05 Nisan 2025 353 Okunma 0
TEKNOKRATİK GÜÇ İLE OTORİTER LİDERLİK ARASINDA: ELON MUSK-VLADİMİR PUTİN İLİŞKİSİ ÜZERİNDEN JEOPOLİTİK BİR OKUMA

Giriş

Elon Musk’ın, yalnızca teknoloji alanında değil, giderek daha belirgin bir şekilde siyasal arenada da görünür hale gelmesi, klasik güç tanımlarını dönüştüren bir fenomen olarak değerlendirilmektedir. 2024 ABD başkanlık seçimleri sonrasında hükümette “Verimlilik Bakanı” (DOGE) gibi sembolik ama dikkat çekici bir pozisyonda yer alması, onun yalnızca bir girişimci değil, aynı zamanda devlet politikaları üzerinde nüfuz sahibi bir figür haline geldiğini göstermektedir. Hatta birçok siyaset bilimci, onu geleceğin Başkanı olarak değerlendirmekte ve ona çok farklı bir misyon yüklemektedir.

Musk’ın bu yükselişi, yalnızca Amerikan iç siyaseti bağlamında değil, küresel ilişkiler düzleminde de tartışmaya açılmıştır. Özellikle son yıllarda Musk’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile olan dolaylı ve doğrudan temasları, kamuoyunda olduğu kadar stratejik analizlerde de dikkatle izlenmektedir. Musk’ın devlet dışı bir aktör olarak kazandığı bu uluslararası görünürlük, modern uluslararası ilişkilerde devletler arası geleneksel iletişimi yeniden tanımlayan bir yön taşımaktadır. Diplomatik temasların yalnızca devlet temsilcileri arasında değil, teknolojik ve ekonomik hegemonya sahibi bireyler üzerinden de yürütülebildiği bu yeni düzende, Elon Musk gibi figürlerin söylem ve eylemleri artık jeopolitik karar mekanizmalarını doğrudan etkileyebilecek güce sahiptir. Bu durum, özellikle Rusya gibi küresel siyasette geleneksel güç dengeleri ile hareket eden aktörler açısından da ilgiyle takip edilmektedir.

Musk ailesine ilişkin bazı açıklamalar, bu ilişki ağının daha da katmanlı olduğunu göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde BBC’ye konuşan Elon Musk’ın babası Errol Musk, Putin’e ve liderlik tarzına duyduğu hayranlığı açık bir şekilde dile getirmiş, bu açıklamalar Rusya basınında da geniş yankı bulmuştur. Errol Musk, Putin’i “sakinliği ve duruşuyla saygı uyandıran” bir lider olarak tanımlamış; onun gibi bir figüre hayranlık duymanın “aptal olmamak” için gerekli olduğunu belirtmiştir. Bu söylem, yalnızca bireysel bir beğeni biçimi olarak değil, aynı zamanda Batı dünyasının güçlü lider eksikliğine işaret eden bir yorum olarak da okunabilir. Elon Musk’ın da babasıyla gerçekleştirdiği özel görüşmelerde, Ukrayna Savaşı’nı yolsuzluk ve yozlaşma ile ilişkilendirdiği aktarılmış; bu yaklaşım, Batı’nın kurumsal söylemi ile çelişen bir bireysel değerlendirme olarak dikkat çekmiştir.

Bu veriler ışığında Musk’ın küresel siyaset sahnesinde bir “teknokratik arabulucu” ya da bir tür post-modern aktör olarak değerlendirilebileceği bir bağlam oluşmuştur. Artık yalnızca roket fırlatan ya da yapay zekâ geliştiren bir figür değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde alternatif güç merkezi haline gelen bir kişi olarak görülmektedir. Bu makale, Musk-Putin ilişkisini tarihsel bağlamda, siyasal yakınlıkların dönüşümünde ve liderlik modellerinin etkileşiminde ele alarak, çağdaş diplomasi anlayışını yeniden yorumlamayı hedeflemektedir. Musk’ın Amerikan yönetiminde aldığı yeni rol, ailesel geçmişi ve söylemleriyle birlikte ele alındığında, bu ilişki yalnızca magazinel değil; aynı zamanda ciddi jeopolitik okumalara olanak tanıyan bir düzleme yerleşmektedir.

ABD Başkanlık Seçimlerinde Musk’ın Etkisi

Elon Musk’ın Amerikan siyasetindeki etkisi, 2024 başkanlık seçimlerinde Donald Trump’a verdiği yoğun destekle belirgin bir şekilde artmıştır. Musk, bu süreçte Trump’ın kampanyasına yaklaşık 290 milyon dolar bağışta bulunarak en büyük bireysel destekçilerden biri olmuştur. Bu mali katkı, Trump’ın seçim kampanyasının finansal gücünü önemli ölçüde arttırmış ve Musk’ı Cumhuriyetçi Parti içinde stratejik bir figür haline getirmiştir.

Seçimlerin ardından Musk’ın Beyaz Saray ile olan ilişkisi daha da resmiyet kazanmıştır. Başkan Trump, hükümetin verimliliğini artırmak amacıyla Hükümet Verimliliği Departmanı’nı (DOGE) kurmuş ve Musk’ı bu departmanın başına getirmiştir. Bu atama, Musk’ın teknoloji ve iş dünyasındaki deneyimlerini kamu yönetimine taşıma çabası olarak değerlendirilmiştir. Musk’ın hükümetteki rolü, onun politika yapım süreçlerine doğrudan katılımını sağlamış ve kabine toplantılarında aktif bir şekilde yer almasına neden olmuştur. Özellikle, hükümet harcamalarını azaltma ve bürokrasiyi sadeleştirme konularında agresif politikalar izlemiştir. Ancak bu yaklaşım bazı kabine üyeleriyle arasında gerilimlere yol açmıştır. Örneğin, Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Ulaştırma Bakanı Sean Duffy ile personel azaltımı konusunda anlaşmazlıklar yaşamıştır.

Musk’ın hükümetteki etkisi, iş dünyasındaki faaliyetlerini de etkilemiştir. Özellikle son birkaç ayda Tesla’nın satışlarında düşüşler yaşanmış ve bazı tüketiciler, Musk’ın siyasi angajmanını protesto etmek amacıyla şirketi boykot etmiştir. Bu durum, iş dünyası liderlerinin siyasi faaliyetlerinin ticari sonuçları üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Kısacası, Elon Musk’ın 2024 seçimlerinde Trump’a verdiği destek ve ardından hükümette üstlendiği roller, onun Amerikan siyasetindeki konumunu güçlendirmiş, ancak aynı zamanda iş dünyasındaki faaliyetleri üzerinde karmaşık etkilere yol açmıştır. Bu süreç, iş dünyası liderlerinin siyasi arenadaki rollerinin sınırlarını ve etkilerini yeniden değerlendirmeyi gerektiren bir örnek teşkil etmektedir.

Musk’ın Rusya Yaklaşımı ve Söylemleri

Elon Musk’ın Rusya’ya yönelik tutumu, klasik Amerikan dış politikasının söylemsel kalıplarına kıyasla daha özgün ve yer yer alışılmadık ifadelerle şekillenmiştir. Özellikle Ukrayna Savaşı bağlamında yaptığı değerlendirmeler hem Batı dünyasında, hem de Rus kamuoyunda farklı yankılar uyandırmıştır. Musk, savaşın başlamasının ardından Ukrayna hükümetine Starlink hizmeti sağlayarak Kiev’in iletişim altyapısına kritik bir destek sunmuş; ancak bu yardım, uzun vadede ABD ve NATO politikalarıyla birebir örtüşmeyen bir diplomatik tutumla birlikte ilerlemiştir. Musk’ın kendi sosyal medya platformu X (Twitter) üzerinden yaptığı açıklamalarda, savaşın yalnızca jeopolitik değil, aynı zamanda yolsuzluk, çıkar grupları ve tarihsel hak iddialarıyla da ilgili olduğu yönündeki ifadeleri dikkat çekmiştir.

Bu tür açıklamalar, Batı medyasında kimi zaman “Putin yanlısı” olarak yorumlanmış olsa da, Musk’ın yaklaşımı daha çok pragmatik bir gözlemcilik olarak değerlendirilebilir. Ukrayna’daki yolsuzluklara dair yaptığı açıklamalar, savaşın tek taraflı anlatı çerçevesine karşı alternatif bir görüş sunmakta ve bu bağlamda bireylerin uluslararası politika üzerindeki etkisini yeniden tartışmaya açmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Musk’ın babasının yaptığı bir konuşmada aktardıkları, bu tutumun yalnızca politik değil, aynı zamanda kültürel bir çerçevesi olduğunu da ortaya koymuştur. Errol Musk, BBC’ye verdiği röportajda Vladimir Putin’e duyduğu hayranlığı dile getirmiş, onun liderlik tarzını “mantıklı, güçlü ve saygı uyandırıcı” ifadeleriyle betimlemiştir. Errol Musk, Putin’i “sakinliği ve duruşuyla saygı uyandıran” bir lider olarak tanımlamış; onun gibi bir figüre hayranlık duymanın “aptal olmamak” için gerekli olduğunu da belirtmiştir. Bu beyanlar, Rus kamuoyunda geniş yankı bulmuş, Errol Musk’ın sözleri devlet kontrolündeki medyada olumlu bir biçimde işlenmiştir.

Elon Musk’ın da babasının bu görüşlerini doğrudan onaylamasa da, çatışmanın ahlaki kutuplarla açıklanamayacağını ifade eden söylemleri, Batı dünyasında alışılmış lider-fikriyat uyumuna alternatif bir perspektif geliştirdiğini göstermektedir. Özellikle Ukrayna’daki yozlaşma yapılarının savaşın gidişatını etkilediğine dair ifadeleri, yalnızca kişisel görüşler değil, aynı zamanda teknolojik bir aktörün uluslararası meşruiyet konusunda nasıl söz sahibi olabileceğini de göstermektedir. Bu tür çıkışlar, Musk’ın bir “taraf” olmaktan ziyade, yeni tip bir aktör —yani teknolojik, finansal ve kültürel sermayeyi bir arada kullanabilen post-modern bir figür— olarak konumlandığını ima etmektedir.

Rusya tarafından ise, bu söylemler, Batı’nın hegemonik anlatılarına karşı bir meşruiyet desteği olarak değerlendirilmiştir. Kremlin’e yakın medya organlarında Musk’ın açıklamalarına sıkça yer verilmiş; özellikle onun Ukrayna’ya dair sert eleştirileri, Rusya’nın savaş gerekçeleriyle paralel bir anlatı çerçevesinde sunulmuştur. Bu durum, Musk’ın uluslararası ilişkilerde doğrudan bir diplomatik aktör değilse bile, dolaylı ve etkili bir kanaat önderi haline geldiğini göstermektedir. Onun söylemleri yalnızca bir iş insanının düşünceleri olarak değil, küresel güç dengesinde yeni normların habercisi olarak okunmaktadır.

Bu çerçevede, Musk’ın Rusya’ya yaklaşımı, klasik diplomasi ile post-modern etkileşim arasında bir kesişim noktası yaratmaktadır. Ne doğrudan destek ne de açık bir karşıtlık sergileyen bu pozisyon, onun uluslararası siyasal sistemde “bağımsız ancak etkili” bir figür olarak tanımlanmasına olanak tanımaktadır. Bu yönüyle Musk, geleneksel güç tanımlarını aşan ve devlet-dışı aktörlerin uluslararası siyasetteki rolünü yeniden düşünmeyi zorunlu kılan bir örnek teşkil etmektedir.

Jeopolitik ve Teorik Okuma

Uluslararası ilişkilerde klasik devlet merkezli anlayış, 21. yüzyılda artan biçimde meydan okumalarla karşı karşıya kalmaktadır. Elon Musk gibi küresel ölçekte ekonomik, teknolojik ve kültürel sermaye birikimine sahip bireyler, sadece özel sektör liderleri değil; aynı zamanda diplomatik aktörler olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu dönüşüm, özellikle realizm ve liberalizm gibi egemen kuramların sınırlarında ortaya çıkan yeni sorunsallar üzerinden değerlendirilmeyi gerekli kılar. Musk’ın Vladimir Putin ile dolaylı biçimde şekillenen ilişkisi, bu bağlamda devlet-dışı aktörlerin stratejik iletişimde ve dış politika pratiklerinde nasıl konumlandığını anlamak açısından önemli bir örnek sunmaktadır.

Realist yaklaşıma göre, uluslararası sistem anarşiktir ve başat aktörler devletlerdir. Güvenlik, güç dengesi ve çıkar maksimizasyonu bu modelin temel ilkelerindendir. Bu perspektiften bakıldığında, Elon Musk gibi bir figürün sistem içinde belirleyici olabilmesi mümkün görünmemektedir; çünkü realist anlayışta bireyler değil, devletler karar alıcıdır. Ancak çağdaş sistemde bireylerin sahip olduğu maddi ve sembolik güç, geleneksel realist denklemi zorlayacak ölçüde genişlemiştir. Musk’ın savunma sanayiinden uydu iletişimine, sosyal medyadan enerji teknolojilerine kadar sahip olduğu altyapılar, onu bir devletin stratejik kapasitesini etkileyebilecek nitelikte bir güç unsuru haline getirmiştir. Bu durum, realizmin dar devletçi çerçevesi içinde yeniden değerlendirme gerektirir.

Öte yandan liberal (idealist) kuram, devlet-dışı aktörlerin sistem içindeki rolünü daha meşru biçimde açıklayabilmektedir. Uluslararası kurumlar, şirketler ve bireylerin iş birliği aracılığıyla barışı ve karşılıklı bağımlılığı artırabileceği varsayımı, Musk’ın varlığıyla daha da görünür hale gelmektedir. Ancak Musk’ın ilişkileri yalnızca karşılıklı faydaya değil, aynı zamanda kişisel vizyonuna, ideolojik söylemine ve pragmatik hedeflerine de dayanmaktadır. Bu da onu klasik liberal anlayıştan bir ölçüde uzaklaştırır; çünkü onun hareket biçimi kurumsal değil, bireysel güdülerle şekillenen bir dinamizme sahiptir.

Bu noktada konstrüktivist yaklaşım daha açıklayıcı bir çerçeve sunar. Konstrüktivizm, aktörlerin kimlikleri, söylemleri ve sosyal inşa süreçlerini merkeze alır. Elon Musk’ın Putin’e yönelik söylemlerinde doğrudan bir destek değil; ancak Batı’nın moralist söyleminden farklılaşan, çatışmalara rasyonel zeminden bakan bir tavır olduğu görülmektedir. Musk, çatışmaları yalnızca güvenlik veya ekonomik çıkarlar üzerinden değil; aynı zamanda tarihsel bağlam, kültürel yorumlar ve liderlik biçimleri üzerinden değerlendirmekte; bu tavrı ile kendi dış politika söylemini inşa etmektedir. Bu anlamda, konstrüktivist açıdan bakıldığında Musk’ın dış politikadaki etkisi yalnızca sahip olduğu maddi güçten değil, aynı zamanda inşa ettiği kimlik ve anlamlandırma biçimlerinden de kaynaklanmaktadır.

Jeopolitik düzlemde ise Musk–Putin ilişkisi, klasik Doğu-Batı ayrımının ötesinde bir pragmatik iletişim biçimine işaret eder. Moskova, tarihsel olarak Batı hegemonyasına karşı alternatif güç merkezleri inşa etmeye çalışmış; bu bağlamda anti-hegemonik figürleri desteklemeye açık bir strateji izlemiştir. Elon Musk’ın hem sistem içi, hem de sistem dışı kimlikler arasında salınan pozisyonu, Rusya için hem potansiyel bir propaganda malzemesi, hem de bir tür stratejik kanal olarak görülmektedir. Rus medyasının Musk’a verdiği geniş yer, yalnızca bir takdir değil; aynı zamanda Batı’daki çözülmeleri işaret eden bir stratejik okuma biçimidir.

Bu bütün içinde değerlendirildiğinde, Musk–Putin ekseni, devlet-dışı aktörlerin sadece ekonomik değil, diplomatik ve ideolojik bağlamlarda da nasıl sistem kurucu işlev görebileceğini gösteren önemli bir örnek oluşturmaktadır. Uluslararası ilişkilerde aktör tanımı yeniden şekillenmekte; teknoloji devleri, bireysel liderler ve kültürel figürler, artık klasik büyükelçilik kanallarından daha fazla etki yaratabilmektedir. Musk’ın örneğinde olduğu gibi, bu tür figürler yalnızca politikayı izlemekle kalmaz; onun seyrini doğrudan etkileyebilecek ölçekte aktörleşir.

Yeni Diplomasi Biçimleri ve Güç İlişkilerinin Evrimi

Geleneksel diplomasinin temel bileşenleri uzun bir dönem boyunca devlet temsilcileri, büyükelçilikler, müzakere masaları ve kurumsal protokoller etrafında şekillenmişti. Ancak 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girilirken bu yapı giderek daha fazla sarsılmakta, diplomasi pratikleri çok katmanlı ve çoğulcu bir nitelik kazanmaktadır. Elon Musk gibi figürler, bu dönüşümün yalnızca bir sonucu değil, aynı zamanda itici gücü olarak ortaya çıkmaktadır. Artık diplomasinin yürütülmesinde geleneksel dışişleri bakanlıklarının yanı sıra teknoloji şirketleri, sosyal medya platformları ve bireysel liderlik profilleri de belirleyici rol oynamaktadır.

Musk, resmi bir diplomatik kimliğe sahip olmamasına rağmen, küresel krizlerin seyri üzerinde doğrudan etkide bulunabilecek kapasiteye ulaşmıştır. Starlink gibi altyapı projeleriyle savaş alanlarında iletişim ağı sağlayabilmesi, klasik diplomatik baskı ya da müzakere gücünün ötesine geçen bir pratik etki yaratmaktadır. Bu durum, diplomasi kavramının yalnızca söylemle değil; altyapı, teknoloji ve iletişim kontrolüyle de yürütülebileceğini göstermektedir. Diplomasi artık yalnızca kelimelerle değil, veriyle, teknolojiyle ve sembolik güçle de inşa edilmektedir.

Musk’ın Putin’e doğrudan temas kurup kurmadığına dair kesin bilgiler olmamakla birlikte, söylemleri ve kamuya açık pozisyonları, bu ilişkiyi dolaylı bir diplomatik kanal gibi işlemektedir. Bu süreçte klasik devlet temsilcileriyle sınırlı kalmayan iletişim biçimleri ortaya çıkmakta; bireylerin küresel kamuoyuna hitap etme biçimleri, doğrudan diplomatik etki yaratabilmektedir. Bu yönüyle Musk, yalnızca devlet-dışı bir aktör değil, aynı zamanda sistem dışı diplomatik bir figür olarak konumlanmaktadır.

Uluslararası ilişkilerde güç dağılımının evrimi de bu yeni diplomasi biçimlerini mümkün kılan bir diğer faktördür. Soğuk Savaş sonrası dönemde hegemonya kuran Batı merkezli güç yapısı, bugün çok merkezli, parçalı ve rekabetçi bir düzene dönüşmektedir. Bu yapı içerisinde yalnızca devletler değil, ekonomik devler, teknolojik altyapı sağlayıcıları ve kültürel figürler de güç merkezleri oluşturabilmektedir. Elon Musk, sahip olduğu ekonomik kaynakların ötesinde, kültürel ve ideolojik bir etki alanı da yaratmaktadır. Özellikle genç nüfusun bilgi tüketiminde geleneksel medya yerine doğrudan Musk’ın söylemlerine yönelmesi, bu dönüşümün toplumsal yönünü de açık etmektedir.

Gücün artık yalnızca maddi kaynaklarla değil, aynı zamanda ağlarla, algoritmalarla ve sembolik otoriteyle dağıtıldığı bir dünyada, diplomasi de bu çok katmanlı yapının içinde yeniden tanımlanmaktadır. Elon Musk’ın bir yandan Amerikan hükümetinde resmi pozisyon üstlenmesi, diğer yandan kendi şirketlerinin stratejik kapasitesini uluslararası siyasal dinamiklerle ilişkilendirmesi, yeni bir diplomasi aktörlüğünün prototipi olarak okunabilir. Bu aktörlük türü, hem geleneksel yapılarla uyumlu hem de onlara alternatif yaratabilecek potansiyele sahiptir.

Bu gelişmeler ışığında devletlerin de dış politikalarını yeniden gözden geçirmeleri, diplomatik temas ve etkide bireyleri, şirketleri ve dijital yapıları hesaba katmaları gerekmektedir. Musk örneği, bu yeni dönemin ilk dramatik tezahürü olabilir; ancak teknolojik sermaye sahibi bireylerin uluslararası siyasette oynayacakları rollerin giderek daha belirginleşeceği bir gelecek artık sadece olasılık değil, yapısal bir eğilim halini almaktadır.

Sonuç ve Değerlendirme

Elon Musk’ın uluslararası siyasetteki konumu, klasik devlet kuramlarının öngördüğü sınırların çok ötesine geçen yeni bir aktörlük biçiminin göstergesidir. Onun yalnızca bir iş insanı ya da teknoloji girişimcisi değil; aynı zamanda söylemleri, yatırımları ve etki alanlarıyla küresel karar alma mekanizmalarında dolaylı ama güçlü bir figür olarak belirginleştiği açıkça gözlemlenmektedir. Vladimir Putin gibi otoriter liderlerle doğrudan ilişki kurmaktan ziyade, onların liderlik biçimlerini rasyonel zeminlerde analiz etmesi ve kimi zaman bu figürleri Batı’nın moralist söylemleri karşısında daha “mantıklı” bir pozisyona yerleştirmesi, yalnızca kişisel görüş değil; aynı zamanda mevcut diplomatik paradigmaya yönelik alternatif bir okuma önerisidir.

Donald Trump döneminde gelişen ve 2024 seçimleriyle birlikte kurumsal bir düzeye evrilen Musk’ın siyasi etkisi, onun küresel ölçekte nasıl bir güç merkezi haline geldiğini açık biçimde ortaya koymuştur. Musk’ın Amerikan hükümetinde resmî görev alması, aynı anda hem kamusal hem de özel alanda hareket edebilmesini sağlayarak onu “çift kimlikli” bir aktör haline getirmiştir. Bu durum, uluslararası siyasette güç dağılımının yalnızca devletler arasında değil; bireyler, şirketler ve teknolojik platformlar arasında da gerçekleştiği yeni bir gerçekliğe işaret etmektedir.

Putin’in liderlik tarzına dair yapılan açıklamaların Batı basını ile Rus basını arasında farklı şekillerde yansıtılması, Musk’ın söylemlerinin yalnızca bir görüş değil, aynı zamanda politik etki üretme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Bu noktada, uluslararası ilişkilerde dilin ve temsilin önemi bir kez daha belirginleşmektedir. Musk’ın pozisyonu, yalnızca bir ekonomik aktör olarak değil, aynı zamanda bir kültürel temsilci ve jeopolitik aracı olarak da okunabilir. Bu çok yönlü kimlik, klasik diplomasiye alternatif yeni diplomatik biçimlerin yükselişine işaret etmektedir.

Uluslararası ilişkiler teorileri açısından bakıldığında ise Musk figürü, realist paradigmada tanımlanamayacak kadar esnek; liberal kuram için fazlasıyla bireysel; fakat konstrüktivist yaklaşım açısından oldukça anlamlı bir örnek olarak değerlendirilebilir. Onun söylemleri, kimliği ve küresel algısı; uluslararası sistemin yalnızca maddi güç değil, anlam inşası ve temsil üzerinden de şekillendiği yeni bir dönemin sinyallerini vermektedir. Devlet-dışı aktörlerin diplomatik meşruiyet kazanma sürecinde Musk gibi figürlerin öncülüğü, bu dönüşümün artık spekülatif değil, yapısal olduğunu ortaya koymaktadır.

Elon Musk-Vladimir Putin ilişkisinin doğrudan değil, ancak çok katmanlı bir semboller ağı ve medya temsili üzerinden okunması gereken bir düzeyde olması, yeni dönemde uluslararası ilişkilerde güç analizlerinin yalnızca resmî diplomatik belgelerle değil; kültürel söylemler, dijital platformlar ve liderlerin kişisel etkileri üzerinden de yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu dönüşüm, yalnızca diplomasi pratiğini değil; aynı zamanda güç teorilerini, aktör tanımlarını ve uluslararası meşruiyet biçimlerini de yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. Bu anlamda Elon Musk, içinde bulunduğumuz çağın yeni diplomasi mimarisinde yalnızca bir figür değil; aynı zamanda bu mimarinin bizzat kurucularından biridir.

Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı

KAYNAKÇA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.