TRUMP’IN GÖLGESİNDE KÜRESEL EKONOMİ, AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE

upa-admin 07 Nisan 2025 326 Okunma 0
TRUMP’IN GÖLGESİNDE KÜRESEL EKONOMİ, AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE

Son yıllarda Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkiler hem siyasi, hem de ekonomik açıdan dalgalı bir seyir izliyor. Küresel ekonomik krizden bu yana bitmeyen sığınmacı hareketliliği, ardından gelen pandemi, yanı sıra süregelen enerji arz güvenliği sorunları ve ticari anlaşmazlıklar gibi faktörler, AB’nin dış ticaret politikalarını yeniden şekillendirmesine neden oluyor.

Öte yandan, ABD’de Başkan Donald Trump’ın gündeme getirdiği yeni adımlar küresel düzeyde ticaret savaşlarını körükleyerek korumacılığı arttırırken, finansal piyasalarda belirsizliğin de büyümesine yol açıyor. AB’nin, Rusya’ya karşı Ukrayna krizinde üstlendiği rolün de ABD’nin son dönemde yöneldiği izolasyonist politikalar ile NATO ve diğer uluslararası kurumlarla ilişkilerinde gerilime neden olan öngörülemez tavırları çerçevesinde boşa düşmesi, AB’yi bir tür “stratejik özerklik” arayışına yöneltti. Özetle, Trump döneminde AB-ABD ticaret ilişkileri zorlanırken, Transatlantik ittifakta güven de sarsıldı diyebiliriz. Trump’ın gümrük tarifeleri ile ilgili son hamlesi ise, Çin ve AB başta olmak üzere küresel ekonominin önemli aktörleri açısından da oldukça karmaşık bir sürecin başlangıcı olarak nitelendirilebilir.

Türkiye ekonomisi ise pandemi sonrası dönemde izlenen ağır yanlışlıklar içeren ekonomi politikaları ile ekonominin uzun dönemdir ihtiyaç duyduğu yapısal reformların gerçekleştirilmesi için gerekli zaman ve kaynakların boşa harcandığı bir dönemden geçerken, dış politikada da Rusya ile Suriye’deki gelişmeler, AB ile mülteciler, ABD ile S-400 hava savunma sistemi gibi konularda girilen krizlerin üst üste bindiği zorlu bir sürece girdi. Bu süreç, makroekonomik istikrarın sağlanması adına “rasyonele dönüş” olarak tanımlanan bir döneme ve bunu takip eden dönemde iç siyasetin yeniden ısındığı, hukuk ve adalet temelinde önemli çalkantıların ve güven bunalımının yaşandığı bir gündeme evrildi.

Küresel ekonominin gündemi ise bu yaşananlar neticesinde başta ABD ve AB ekonomilerinin resesyona girme ihtimali ile güçlenen kötümser beklentiler tarafından şekilleniyor. Hatta bu son gelişmelere dayalı olarak ABD’nin en büyük bankası JPMorgan, ABD ekonomisi için 2025 yılı büyüme beklentisini yüzde 1,3’ten yüzde 0,3’e çekerken, bu yıl yaşanacak bir resesyonun işsizlik oranını yüzde 4,2’den yüzde 5,3’e yükseltebileceği yönündeki öngörülerini paylaştı. Bu bağlamda, JPMorgan baş ekonomisti Bruce Kasman, küresel ekonomi için resesyon olasılığını yüzde 40’tan yüzde 60’a yükseltirken, değerlendirme notunda ünlü Amerikan filmine göndermede bulunarak “kan dökülecek” başlığını kullanıyor. Trump’ın uygulamaya koyduğu yeni gümrük tarifeleri ile ilgili “1968 yılından bu yana ABD haneleri ve şirketleri için en büyük vergi artışı” olarak nitelendiren baş ekonomist Kasman, dünyadan gelecek misillemelerle birlikte ABD iş dünyasında güvenin düşmesinin ve tedarik zincirlerinin bozulmasının tarifelerin etkisini büyüteceğini vurguluyor. Kuşkusuz bu gelişmeler ABD’nin sadece resesyonla yetinmeyerek bir stagflasyonla karşı karşıya kalmasını gündeme getirebilir.

ABD ekonomisindeki son gelişmeler Uzak Doğu ve Avrupa’daki dengeleri önemli ölçüde sarsacak nitelikte sonuçlar yaratırken, küresel ekonominin geri kalan paydaşlarının ve doğal olarak Türkiye’nin de bu sürecin etkilerinden azade olması beklenemez. Türkiye ekonomisi için güçlü fırsatlara vurgu yapan yorumların ıskaladığı en önemli gerçek, iktisatta yaygın olarak bilinen “ceteris paribus“, yani diğer değişkenler sabitken varsayımının bu konuya uyarlanmasının mümkün olmamasıdır. Daha başka bir deyişle, Türkiye gündemi ve ekonomik gerçekliklerinin dünyada dengeler yeniden değişirken bütün fırsatların akacağı bir destinasyon olma özelliğini Türkiye’ye vermediğini görmek gerekiyor. Bunun için toplum güveninin ve ekonomik beklentilerin kalıcı olarak iyileşmesini sağlayacak, başta adaletin, öngörülebilirliğin, şeffaflığın esas alındığı bir döneme doğru yol alınması gerekiyor. Bu hususlar tesis edilmedikçe, AB üyeliği, enerji ve güvenlikte stratejik iş birlikleri ve bütün bunları nihai hedefi olan ekonomik kalkınma ve artan refah seviyesinin elde edilebilmesi mümkün olmayacaktır.

Sonuç olarak, küresel ekonomide artan belirsizliklerin ortasında Türkiye’nin öncelikle toplumsal birlikteliği sağlayacak, uzun vadeli ekonomik kalkınmaya hizmet edecek ve sürdürülebilir politikalar geliştirmesi kritik bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır.

Prof. Dr. Oytun MEÇİK

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.