Giriş
İran (İslam Cumhuriyeti) ve İsrail arasındaki ilişkiler, Ortadoğu’nun istikrarsız jeopolitik yapısının en önemli parametrelerinden biri olagelmiştir. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasının ardından İran’ın İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devletlerden biri olması ve uzun yıllar bu devletle yakın güvenlik ilişkileri kurması dikkat çekerken, 1979’daki İran İslam Devrimi sonrasında bu ilişkiler köklü biçimde değişmiştir. Devrim sonrası dönemde dini, ideolojik ve jeopolitik ayrışmalar derinleşmiş ve iki aktör arasında doğrudan çatışmadan ziyade “gölge savaşlar” (proxy wars) ve dolaylı güç mücadelesi belirginleşmiştir. 2025 yılı itibarıyla ise, bu gerilim, bölgesel ve küresel dinamiklerle şekillenerek yeni bir eşik aşamasına ulaşmıştır.
Tarihsel Arka Plan: İş Birliğinden Düşmanlığa
1948-1979 dönemi İran-İsrail ilişkileri, özellikle Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminde pragmatik bir iş birliği çerçevesinde gelişmiştir. Her iki ülke de Arap milliyetçiliği ve ümmetçiliğe karşı ABD ekseninde konumlanmış ve enerji, istihbarat ve askeri alanlarda çok önemli iş birlikleri gerçekleştirmiştir. Ancak 1979 İslam Devrimi ile İran’ın resmî ideolojisinde İsrail “küçük şeytan” -ABD de “büyük şeytan” idi- olarak tanımlanmış ve İsrail’in varlığına karşı doğrudan söylem geliştirilmeye başlanmıştır. Bu kırılma noktasıyla birlikte ilişkiler tamamen kesilmiş ve İran, İsrail karşıtı gruplara (özellikle Hizbullah ve Hamas) siyasi, mali ve askeri destek sunmaya başlamıştır.
2000 Sonrası Dönem: Gölge Savaşlar ve Nükleer Gerginlik
2000’li yıllardan itibaren İran’ın nükleer programına yönelik uluslararası endişeler, İsrail’in güvenlik doktrinini doğrudan etkilemiştir. İsrail, İran’ın nükleer silah geliştirme potansiyelini “varoluşsal tehdit” olarak tanımlamış; buna karşılık İran, İsrail’i bölgeyi sürekli istikrarsızlaştıran Batı destekli bir yapı olarak görmüştür. Bu bağlamda İsrail’in İran nükleer altyapısına yönelik siber saldırıları (örneğin Stuxnet), İran’ın Suriye iç savaşında Hizbullah üzerinden İsrail sınırına yakın bölgelerde varlık göstermesi gibi eylemler, “asimetrik çatışma” ekseninde derinleşmiştir.
2020’ler: Abraham Anlaşmaları, Bölgesel Yeni İttifaklar ve Gerilimin Tırmanışı
2020 yılında başlayan Abraham Anlaşmaları süreci ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Fas gibi ülkeler İsrail ile normalleşme adımları atarken, İran bu gelişmeyi ciddi bir tehdit olarak değerlendirmiştir. İran, bu ittifakları kendi kuşatılmışlık hissiyle ilişkilendirerek hem bölgesel nüfuzunu korumaya, hem de vekil unsurlar üzerinden İsrail’e karşı askeri denge kurmaya çalışmıştır. Bu dönemde, İsrail, İran’a ait bazı nükleer tesislerde gerçekleşen patlamalar ve sabotajlardan sorumlu tutulmuş; buna karşılık İran ise İsrailli yetkililere yönelik suikast planları, insansız hava araçları (İHA) saldırıları ve siber tehditlerle karşılık vermiştir. Dolayısıyla, çatışma doğrudan değil, düşük yoğunluklu ama sürekli bir savaş biçimini almıştır.
2025 Yılında İran–İsrail İlişkileri: Gölge Savaştan Açık Gerilime
2025 yılı itibarıyla İran-İsrail ilişkilerinde belirgin şekilde artan tansiyon, birkaç ana gelişme ekseninde değerlendirilebilir:
- Suriye ve Lübnan Cephesi: İsrail, İran Devrim Muhafızları’nın Suriye’deki askeri varlığına ve Hizbullah’ın gelişmiş füze sistemlerine yönelik operasyonlarını arttırmıştır. 2025’in ilk çeyreğinde Şam yakınlarında gerçekleştirilen bir hava saldırısında üst düzey İranlı bir Generalin öldürülmesi, İran tarafından “açık savaş ilanı” olarak değerlendirilmiştir.
- Nükleer Gerilim: İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesinin % 90 saflığa ulaştığı iddiaları, İsrail’de “önleyici askeri müdahale” tartışmalarını yeniden alevlendirmiştir. Netanyahu hükümeti, İran’ın nükleer eşik devlet olma yolunda geri dönülmez noktaya ulaştığını savunmakta ve Batı’yı daha sert yaptırımlar ile askeri opsiyonlara zorlamaktadır.
- İHA ve Füze Savaşları: 2025’in Nisan ayında İran kaynaklı kamikaze İHA’ların İsrail’in Negev bölgesindeki askeri tesislerine zarar vermesi, İsrail’in Tahran’a ait bazı altyapılara yönelik siber saldırılarla karşılık vermesiyle sonuçlanmıştır. Bu olay, ilk kez İran ve İsrail arasında doğrudan askeri saldırıların yaşandığı bir örnek olarak öne çıkmaktadır.
- Gazze ve Hamas Dinamiği: İran’ın Gazze’deki Hamas üzerindeki etkisi ve 2025 başında İsrail’e yönelik roket saldırılarının artışı, Tahran’ın dolaylı çatışma stratejisini sürdürdüğünü göstermektedir. İsrail, bu saldırıları İran’ın talimatıyla gerçekleşmiş “vekâlet savaşı” olarak değerlendirmiştir.
Değerlendirme ve Sonuç
İran-İsrail ilişkileri, tarihsel süreç içerisinde dostluktan düşmanlığa evrilmiş ve 2025 yılı itibarıyla doğrudan çatışmaya evrilen bir güvenlik krizine dönüşmüştür. Bu ilişki, yalnızca iki aktörün değil; ABD, Körfez ülkeleri, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin de bölgedeki konumlanmalarını etkileyen stratejik bir çerçevede şekillenmektedir. 2025 yılında yaşanan gelişmeler, İran ve İsrail arasında klasik anlamda bir savaşın değil, hibrit savaşın (siber, vekâlet unsurları, İHA’lar, istihbarat operasyonları) ön plana çıktığı yeni bir döneme işaret etmektedir.
Bu bağlamda, uluslararası toplumun nükleer diplomasi, siber güvenlik ve bölgesel arabuluculuk çabaları konusunda daha kapsayıcı ve caydırıcı mekanizmalar üretmesi kaçınılmazdır. Aksi halde, İran-İsrail gerilimi, sadece iki ülkenin değil, tüm bölgenin istikrarını tehdit eden çok boyutlu bir çatışma hattına dönüşebilir.
Oğuzhan MANİOĞLU