TÜRKİYE, İSRAİL, SURİYE, VEKİL GÜÇLER… ÇÖZÜM GERÇEKTEN “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” Mİ?

upa-admin 20 Temmuz 2025 931 Okunma 0
TÜRKİYE, İSRAİL, SURİYE, VEKİL GÜÇLER… ÇÖZÜM GERÇEKTEN “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” Mİ?

Ortadoğu yine bildiğimiz gibi… Yakın zamanda gerçekleşen ve en azından şu an için bitmiş gibi görünen İsrail-İran çatışmasının ardından, bu kez de 2011 yılından beri ilk defa toparlanma emareleri gösteren Suriye, İsrail yayılmacılığının hedefi olmuş gibi gözüküyor. Yıllardan beri Türkiye’ye karşı PKK/YPG gibi vekil güçleri ustalıkla kullanan İsrail, bu kez de Suriye merkezi hükümetine karşı vekil güç olarak Dürzileri kullanarak Suriye’nin yeni kazanmaya çalıştığı istikrarı baltalıyor.

Uluslararası ilişkilerde istikrar da, istikrarsızlık da bulaşıcıdır. Komşunuzda devam eden bir istikrar sizin ülkenizin istikrarına katkı sunacağı gibi, yanı başınızda devam eden bir istikrarsızlık sizin istikrarınız için de bir tehdit haline gelebilir. Bunun en açık örneklerinden biri 2011 yılından beri Türkiye ve Suriye arasında yaşanmakta. Suriye’de ortaya çıkan iç savaş ve istikrarsızlık milyonlarca geçici koruma statüsündeki Suriyelinin Türkiye’ye gelerek ekonomik ve demografik istikrarsızlık oluşturmasına neden olduğu gibi Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan otorite boşluğu da terör örgütlerinin Suriye’nin kuzeyine yerleşerek Türkiye’yi tehdit etmesine neden olmakta. Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye konusundaki önceliği merkezi hükümetin güçlendirilmesi, toprak bütünlüğünün ve istikrarın sağlanması olacaktır. Türkiye’nin istikrarı direkt olarak Suriye’nin istikrarı ile ilişkilidir.

İsrail’in Hamas’ı bahane ederek Gazze üzerinden başlattığı işgal ve genişleme hareketi, Lübnan’ın ardından şimdilerde Suriye’ye de uzanıyor. İster birtakım dini motivasyonlarla yapılıyor olsun, isterse de İsrail’in güvenlikçi politikaları sebebiyle olsun, İsrail’in bu yayılmacı ve saldırgan politikası tüm Ortadoğu’yu tehlikeye atıyor ve istikrarsızlığa sürüklüyor. Özellikle İsrail’in Suriye’de Dürzileri kullanarak bir çatışma başlatması, hem bölgedeki Bedevi aşiretlerini kışkırtarak yeniden iç savaş çıkartmaya yönelik bir hamle, hem de Suriye merkezi hükümetinin otoritesini sarsarak istikrar sağlama çalışmalarını bozacak bir hareket.

Gelişmelere Türkiye açısından bakacak olursak; Türkiye’nin istikrarının Suriye’nin istikrarına bağlı olduğunu ve Türkiye’nin faydasının merkezi hükümeti güçlü, tek parça halinde ve istikrarlı bir Suriye’de olduğunu söylemiştik. Burada da odak nokta hiç şüphesiz uzun süredir bazı ülkelerin taşeronluğunu yapan ve hem Suriye’de, hem de Türkiye’de istikrar için en önemli tehdidi oluşturan terör örgütü YPG ve ilişkili olduğu PKK. Durumu iyi anlamak için özellikle İsrail ve PKK/YPG ilişkilerini iyi anlamak gerekiyor.

Bir süre önce, YPG, silahlı kuvvetlerini Suriye Ordusu’na katmak için görüşmeler yapsa da, YPG’nin aklında Suriye’nin kuzeyinde kısa vadede özerk bir bölge oluşturmak, uzun vadede ise bağımsız bir Kürdistan’ın parçası olmak var. Suriye içerisinde halihazırda böyle bir tehdit varken İsrail’in Suriye içinde karışıklık çıkartması, en çok YPG’ye yarayacaktır. Bu karışıklık ortamında daha da dallanıp budaklanacak bir terör örgütü Suriye’nin hem istikrarını, hem de toprak bütünlüğünü tehdit edecektir. Şüphesiz ki, böyle bir durumun Türkiye’ye de yansımaları olacaktır. İstikrarsız bir Türkiye, İsrail’in şu an en çok arzuladığı şeydir.

Türkiye’de Ekim 2024’den beri dillendirilen “Terörsüz Türkiye” olgusu Suriye’deki durumla yakından ilişkilidir. Irak’taki Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin ortaya çıkmasının ve Suriye’de yaşanan iç savaş sonrası ortaya çıkan durumun ileride Türkiye’nin başına gelmemesi için “Terörsüz Türkiye” girişimi devlet aklınca başlatılmış gibi gözüküyor ya da en azından görünürdeki neden bu. Yetkililer, PKK’nın silah bırakmasının ardından demokratik ve hukuki adımların (ki bu adımların içeriği halen bilinmemekte ya da kamuoyuyla paylaşılmamakta) atılacağını belirtmekteler. Peki bu süreç ne kadar gerçekçi ve bu süreç Türkiye’nin terör sorununu çözmek ve Türkiye’yi bir istikrar adası yapmak için yeterli olacak mı?

PKK, sembolik olarak silah bıraksa da, ortaya çıkan görüntü ciddiyetten uzak gözüküyor. Terör örgütünün silahları Türk devletinin yetkili makamlarına teslim edip silahların balistik incelemeden geçirilmesi gerekirken, devlet ciddiyetinden uzak bir şekilde görüntüler verilmesi sürecin ciddiyeti konusunda soru işaretleri yaratıyor. Üstelik terör örgütünden bazı yetkililerin silah bırakma için Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını şart koşması sürecin devletin kontrolü dışında gelişmeye çok açık olduğunu gösteriyor.

Tüm bunların yanında, unutulmaması gereken şudur ki, yeterli halk desteğini almayan süreçler ölü doğmaya mahkumdur. Dolayısıyla, kamu diplomasisi yoluyla halkın sürece ikna edilmesi gerekmektedir. Oysa sürecin daha başında, bazı terör örgütü üyelerinin serbest bırakılması halkta sürece dair ciddi rahatsızlıklar oluşturmuş gibi gözüküyor.

Süreç bu şekilde devam ederken, belki bazı soruların da cevaplanması gerekiyor. Örneğin;

– Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türk-Kürt-Arap birlikteliğine atıfta bulunuyor; ancak bu birlik teorik bir birlik mi, yoksa yeni anayasanın vatandaşlık tanımında Türk kimliğinin yanına veya yerine ikame edilecek yeni kimliklerin habercisi mi?

– Yine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk-Kürt-Arap birlikteliğine atıfta bulunurken, ümmet ve millet kavramlarına da atıfta bulunuyor. O halde, yukarıdaki soruya geri dönmek gerekmekte… Bu bahsedilen Kürt, Arap vb. milletler daha önce olduğu gibi anayasada Türk milleti tanımının içinde mi eritilecek, yoksa ulus-devlet tanımından vazgeçilip ümmet tanımına mı geçeceğiz? Böyle bir geçiş hakkında halkın görüşü nedir?

– MHP lideri Devlet Bahçeli’nin söylediği iddia edilen Cumhurbaşkanı yardımcılarının Kürt ve Alevi olmasıyla ilgili görüşleri Türkiye’nin Lübnanlaşması ya da Yugoslavyalaşması yönünde atılan adımlar olmaz mı?

– Demokratikleşme adı altında farklı kimliklerin bu kadar vurgulanması toplumu kimlik siyaseti üzerinden kutuplaştırıp ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemez mi?

– 400 milletvekili toplayarak anayasayı meclisten geçirmek ve halkın onayına sunmadan değiştirmek yeni anayasanın meşruiyetini tartışmaya açmaz mı?

– Bahsedilen demokratik ve hukuki açılımlar nelerdir? Millet kavramı, resmi dil, üniter yapı tartışmaya açılacak mıdır? Tüm bu tartışmalar şeffaf bir şekilde yapılacak mıdır?

Tüm bu sorular çoğaltılabilir; zira içinde bulunduğumuz süreç oldukça fazla soru işareti barındırıyor. Türkiye’nin Irak ve Suriye gibi komşularının yaşadığı olayları gördükten ve bu bağlamda bir projeksiyon oluşturduktan sonra benzer tehditleri bertaraf etmek için ülke içinde barış ve huzur ortamı yaratmak, istikrar sağlamak için adımlar atması gayet mantıklı. Lakin bu adımları atarken terör gibi Türkiye’nin en derin ve hassas konusunda halkın desteğinin ve onayının alınması şart. Bu süreçte devletin de oldukça güçlü bir kamu diplomasisi yürütmesi gerekmekte. Toplumun tamamının ülkeye ve devlete aidiyet hissetmesi ve ülkenin her anlamda -ekonomik, askeri, siyasi, toplumsal- yüklerinden kurtularak daha istikrarlı bir hale gelmesinin yolu farklı kimliklere vurgu yaparak toplumsal fay hatları oluşturmak mıdır, yoksa ortak değerlere vurgu yaparak ortak bir millet tanımında uzlaşmak mıdır? Önümüzdeki süreçte toplumun ikna edilmesinde devlete çok iş düşecek gibi görünüyor.

Erol NAGAŞ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.