Giriş
Moldova’daki son parlamento seçimleri, Avrasya’nın kırılgan güvenlik mimarisinde küçük devletlerin stratejik yön tayinini nasıl kurduklarını, bunu yaparken devlet kapasitesiyle meşruiyeti hangi araçlarla tahkim ettiklerini ve dış baskı aygıtları karşısında hangi savunma hatlarına yaslandıklarını gözlemlemek için elverişli bir analitik zemin sundu. Sandığın ürettiği irade, iç siyasal rekabetin ötesine taşan bir jeopolitik anlam taşıdı; kimlik, egemenlik ve dış politika tutarlılığı gibi yüksek yoğunluklu alanları aynı anda etkileyen bir yön duygusu ortaya çıktı. Moldova örneği, post-Sovyet coğrafyada “denge siyaseti”nin tükendiği anlarda, normatif tercihler ile güvenlik kaygılarının nasıl üst üste bindiğini, toplumun modernleşmeci talebi ile uluslararası ittifak mimarilerinin nasıl eşzamanlı ilerlediğini gösteren ampirik bir laboratuvar niteliği kazandı.
Ukrayna’daki savaş, bölgenin stratejik denklemine kalıcı bir kırılganlık yerleştirdi. Rusya’nın askeri ve diplomatik kaynaklarını bu cepheye yoğunlaştırması, yakın çevredeki nüfuz araçlarının verimliliğini sınıyor; enerji, medya, diaspora ve donmuş çatışma dosyaları üzerinden işleyen esnek baskı teknikleri, siyasetin merkezine yerleştirmekte. Moldova’da seçmen davranışının evrimi, bu baskı mimarisine karşı kurumların performansına, yolsuzluk karşıtı gündemin somutluğuna ve Avrupa kurumlarıyla teknik yakınlaşmanın güvenlik algısına sağladığı katkıya bağlandı. Seçim rekabeti, klasik ideolojik fay hatlarından ziyade, yönetsel kalite ile jeopolitik yönelimin aynı dosyada tartışıldığı bir zeminde ilerledi; böylece iç politika ile dış politikanın ayrıştığı varsayımı yerini birbirini besleyen bir etkileşime bıraktı.
Bu makale, Moldova’daki seçimlerin ürettiği siyasal çıktıyı Moskova’daki yansımalarıyla birlikte ele alıyor; Kremlin’in söylemsel ve araçsal repertuarının nasıl yeniden düzenlendiğini, bu repertuarın Transdinyester dosyası etrafında ne tür stratejik seçenekler üretebildiğini ve Kişinev’in bu seçeneklere karşı hangi politika mimarileriyle cevap verebileceğini inceliyor. İnceleme, iki kaynağı eşitleyen bir yaklaşım izliyor: Bir yanda Peskov ve Zaharova gibi resmî aktörlerin metinleri ile seçim gözlem raporlarının metodik bulguları; diğer yanda Carnegie çevresi, Atlantic Council ve ISW gibi analitik platformların oluşturduğu uzmanlık literatürü. Bu iki küme birlikte okunduğunda, meşruiyet tartışmasının bir dış politika aracı olarak nasıl işlevselleştirildiği, hibrit etki tekniklerinin hangi eşiklerde sonuç üretmekte zorlandığı ve küçük devletlerin bu baskı altında hangi kurumsal karşı-stratejileri devreye aldığı daha berrak hale geliyor.
Kuramsal çerçeve, üç eksende kuruluyor. İlk eksen, “meşruiyetin dışsallaştırılması” olgusuna odaklanıyor. Seçim süreçlerinin niteliği, artık yalnızca ulusal hukuk ve idari kapasite ile değil; üçüncü aktörlerin söylem inşası ve akreditasyon tartışmalarıyla da belirleniyor. Meşruiyetin ülke dışındaki yankısı, içerdeki siyasal denge üzerinde doğrudan etki yaratıyor. İkinci eksen, “hibrit nüfuz” kapasitesinin sınırlarına işaret ediyor. Bilgi operasyonları, enerji fiyatlaması, dini ve kültürel ağların siyasileştirilmesi, diaspora mobilizasyonu gibi araçlar, kurumların performansı ve toplumsal beklentinin yönüyle karşılaştığında homojen sonuçlar üretmiyor; kimi bağlamlarda etkisizleşiyor, kimi bağlamlarda geciktirici bir rol üstleniyor. Üçüncü eksen, “küçük devlet dayanıklılığı”nı idari pratiklerin ölçülebilirliğine bağlıyor. Yolsuzlukla mücadelede dosya bazlı ilerleme, yargı ve ihale süreçlerinde şeffaflık, enerji tedarikinde çeşitlendirme gibi somut adımlar, dış baskı araçlarının toplumsal yankısını sönümleyen birer politika sigortası haline geliyor.
Çalışmanın katkısı, Moldova’daki seçmen iradesinin salt bir yön tercihinden ibaret olmadığını; bu tercihin, dış baskı tekniklerinin verimliliğini düşüren kurumsal dinamiklerle birleştiğinde kalıcı bir siyasal denge üretebildiğini göstermesinde yatıyor. Seçimlerin ardından ortaya çıkan tablo, Kişinev açısından iki paralel ödev doğurdu: Avrupa bütünleşmesiyle ilgili teknik dosyaları hız ve disiplinle ilerletmek; Transdinyester başta olmak üzere Moskova kaynaklı riskleri çatışma üretmeyen, yönetilebilir çerçevelere bağlamak. Bu ikili hattın başarısı, meşruiyet–kapasite–yönelim üçgeninin kapanma derecesine bağlı. Kapasite tarafındaki gecikme, meşruiyet tartışmasını büyütüyor; yönelimdeki belirsizlik, dış araçların etkisini artırıyor. Tersine, ölçülebilir kamu politikası çıktıları, dış söylem tırmanışını boşa düşüren bir dayanıklılık zemini yaratıyor.
Makalede izlenecek yapı, bu kuramsal çerçeveyi ampirik malzemeyle katmanlandıracak biçimde tasarlandı. İlk bölüm, seçimlerin önemini Moldova’nın tarihsel ikili ekseni ve güncel parti haritası üzerinden genişletiyor; Batı yanlısı modernleşme talebi ile Rusya merkezli güvenlik anlatıları arasındaki açıklığı kimlik, sınıf ve coğrafya farklarıyla ilişkilendiriyor. İkinci bölüm, teknik sonuçlar ve seçim günü dinamiklerini derliyor; diaspora davranışı, güvenlik olayları ve gözlem raporlarının bulgularını meşruiyet tartışmasıyla kesiştiriyor. Üçüncü bölüm, Kremlin’in seçim öncesi ve sonrası söylemini ardışık bir okumaya tabi tutuyor; resmi açıklamaların içerimlerini uzman literatürüyle karşılaştırarak hibrit araç setinin verimliliği üzerine bir değerlendirme çıkarıyor. Dördüncü bölüm, Rusya’nın Ukrayna Savaşı bağlamında yeniden ölçeklenen önceliklerini Transdinyester dosyası üzerinden analiz ediyor; “vatandaşları koruma” söylemi, askeri mevcudiyetin sembolik değeri, enerji kaldıraçları ve toplumsal mobilizasyon senaryolarını maliyet–risk–etki üçgeninde tartışıyor. Son bölüm, Moldova’nın sürdürülebilir stratejik yönelimi için gerekli politika mimarisini tanımlıyor; devlet kapasitesini büyüten idari öncelikler ile gerilimi yönetmeye dönük dış politika tekniklerini aynı çerçevede birleştiriyor.
Bu giriş, tartışmayı seçim aritmetiğinin dar alanından çıkarıp, bölgesel güvenlik ekonomisinin geniş ufkuna yerleştiriyor. Moldova’nın bugününe bakan her analiz, yarının Karadeniz havzasına dair bir projeksiyon içeriyor. Kişinev’in atacağı kurumsal adımlar ve Moskova’nın devreye sokacağı esnek baskı teknikleri, yalnızca iki başkentin karşılıklı etkileşimini değil; Avrupa Birliği’nin doğu sınırlarında meşruiyet, kapasite ve yönelimin hangi hızda ve hangi istikamette birleşeceğini de belirleyecek. Bu makale, tam da bu kesitte, ampirik veriyi kuramsal bir dille birleştirerek okura tutarlı bir açıklama çerçevesi sunmayı amaçlıyor.
Seçimlerin Önemi
Bir tarafta Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi, demokratik kurumların güçlendirilmesini ve Batı’ya yönelmeyi savunan siyasal oluşumlar; diğer tarafta ise Moskova ile tarihsel, kültürel ve ekonomik bağların sürdürülmesini temel alan, daha muhafazakâr ve jeopolitik olarak doğuya yaslanan güçler. Bu ikili yapı yalnızca seçim kampanyalarının değil, devletin dış politika önceliklerinin, ekonomi politikalarının ve hatta toplumsal kimlik algısının belirleyicisi olmuştur. Dolayısıyla 2025 seçimleri, sadece parlamentonun yeniden şekillenmesi anlamına gelmemekte, Moldova’nın jeopolitik istikametine dair yeniden bir tercih ortaya koymaktadır.Bu bağlamda Sandu liderliğindeki Eylem ve Dayanışma Partisi (Partidul Acțiuneși Solidaritate – PAS), Batı yanlısı eksenin en güçlü temsilcisidir. 2016’dak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk kez geniş kitlelerin dikkatini çeken Sandu, 2020’deki Cumhurbaşkanlığı zaferiyle siyasi kariyerini tahkim etmiş, 2021 parlamento seçimlerinde PAS’ın tek başına iktidar kurmasını sağlamıştır. Parti programı; yolsuzlukla mücadele, kurumsal reform, AB müktesebatına uyum ve Rusya’nın ekonomik-siyasi nüfuzunun sınırlandırılması üzerine inşa edilmiştir. 2025 seçimlerinde PAS’ın elde ettiği mutlak çoğunluk, Moldova seçmeninin Batı yönelimini teyit eden bir işaret olarak okunmaktadır.
Diğer kutupta yer alan İgor Dodon’un öncülüğünü yaptığı “Vatansever Blok” (Blocul Patrioților), Moskova ile stratejik ortaklığın sürdürülmesini, ekonomik ilişkilerin korunmasını ve özellikle Transdinyester sorununda Rusya’nın garantör rolünü temel alan bir siyasal çizgiye sahiptir. Dodon’un geçmişte Devlet Başkanlığı yapmış olması, bu çizginin Moldova siyasetinde ne denli köklü bir karşılığı olduğunu göstermektedir. Fakat 2025 seçimleri, bu bloğun toplumsal tabanını daralttığını, özellikle genç seçmenler arasında etkisinin giderek zayıfladığını ortaya koymuştur.
Seçim haritasının bir diğer boyutu, bölgesel farklılıklarda kendisini göstermektedir. Başkent Kişinev ve kuzeydeki bazı bölgeler AB yanlısı söyleme daha açık davranırken, Rusya yanlısı retoriğin gücünü daha çok Gagavuzya Özerk Bölgesi ve kırsal kesimlerde koruduğu görülmektedir. Bu dağılım, Moldova’nın yalnızca bir dış politika tercihi değil, aynı zamanda toplumsal kimlik kriziyle de karşı karşıya olduğunun işaretidir. Avrupa’ya entegre olmayı ulusal çıkarların garantisi görenlerle, Rusya ile ilişkilerin kopmasının ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyeceğini düşünenler arasındaki uçurum derinleşmektedir.Burada dikkate alınması gereken bir başka unsur da diaspora faktörüdür. Avrupa ülkelerinde yaşayan yüz binlerce Moldovalı seçmen, PAS’ın en önemli destekçilerindendir. Batı’da eğitim görmüş ve çalışma hayatına atılmış bu seçmen kitlesi, Moldova’nın geleceğini Avrupa kurumlarıyla bütünleşmede görmektedir. Buna karşın, Rusya’da yaşayan Moldovalılar, hem ekonomik gerekçelerle, hem de yaşam pratikleri itibarıyla Rusya yanlısı çizgiye daha yakın durmaktadır. Ancak seçimlerde sandık sayısının yetersizliği nedeniyle bu kitlenin etkisi sınırlı kalmıştır.
Bütün bu unsurlar, Moldova siyasetinin Batı ve Doğu arasında bir denge arayışından ziyade, net bir yönelim tercihiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. PAS’ın oy üstünlüğü, Batı yanlısı çizginin kurumsal meşruiyet kazandığını kanıtlamakta; Dodon ve benzeri figürlerin temsil ettiği Rusya yanlısı kamp ise tarihsel bağlara rağmen giderek daralan bir toplumsal desteğe mahkûm olmaktadır. Böylelikle 2025 seçimleri, Moldova’nın yalnızca iç siyasal dengesini değil, aynı zamanda Avrasya’nın jeopolitik fay hatlarını da etkileyecek nitelikte bir dönüm noktasına işaret etmektedir.
AB Üyelik Süreci ve Rusya’nın Etki Alanı Arasındaki Tercih
Moldova’nın jeopolitik konumunun kırılganlığı, ülkenin dış politika tercihlerini daima varoluşsal bir mesele haline getirmiştir. Avrupa Birliği’nin doğu genişlemesi bağlamında Kişinev’e sunduğu perspektif, Moldova için yalnızca ekonomik ve siyasi entegrasyon fırsatı değil, aynı zamanda güvenlik ve kimlik meselesidir. 2024 sonbaharında gerçekleştirilen ve halkın az farkla “evet” oyu verdiği AB üyeliği referandumu, bu yönelimin toplumsal temellerini zor da olsa pekiştirmiştir. 2025 parlamento seçimleri de bu tercihin siyasal düzlemde teyit edilmesini sağlamıştır. Bu gelişmeler, Moldova’yı Ukrayna ve Gürcistan gibi diğer Doğu Ortaklığı ülkelerinden ayıran bir kararlılığın göstergesi haline sokabilir.
AB ile bütünleşme sürecinin önemi, yalnızca siyasi kurumların reformu ile sınırlı değildir. Moldova’nın enerji bağımlılığının azaltılması, hukuk devleti mekanizmalarının güçlendirilmesi, yolsuzlukla mücadele kapasitesinin artırılması ve piyasa ekonomisinin Avrupa standartlarına uyarlanması, Sandu yönetiminin temel hedeflerindendir. Özellikle yolsuzlukla mücadele, Moldova seçmeninin gündelik yaşamında doğrudan karşılık bulan bir meseledir. Bu nedenle PAS’ın söylemi, Batı’nın normatif gücü ile iç siyasetin ahlaki taleplerini birleştiren bir mahiyet taşımaktadır.
Rusya’nın etki alanı ise Moldova açısından çok daha farklı bir bağlama sahiptir. Tarihsel, kültürel ve ekonomik bağların ötesinde, özellikle enerji alanındaki bağımlılık ve Transdinyester Sorunu, Moskova’nın Kişinev üzerindeki en önemli baskı unsurlarıdır. Bu bağlamda Rusya yanlısı siyasal hareketler, Moskova’nın “koruyucu” ve “dengeleyici” rolünü öne çıkararak seçmeni etkilemeye çalışmıştır. Ancak 2025 seçimleri, bu söylemin artık toplumsal desteği konsolide etmeye yetmediğini ortaya koymuştur.
Burada dikkate değer nokta, Ukrayna’daki savaşın Moldova seçmeni üzerinde yarattığı psikolojik etkidir. Rusya’nın saldırganlığı, komşu bir ülkenin toprak bütünlüğünü açıkça ihlal eden askeri stratejisi, Moldova toplumunda Moskova’ya yönelik güveni ciddi biçimde sarsmıştır. Bu nedenle 2025 seçimlerinde Batı yanlısı tercihin güçlenmesi, yalnızca ekonomik ve kurumsal vaatlerle değil, aynı zamanda güvenlik kaygılarının yarattığı yönelimle de açıklanabilir. Moldova seçmeni için AB üyeliği, artık yalnızca refah ya da reformlarla ilgili bir hedef değil, aynı zamanda Rusya karşısında varlığını sürdürmenin bir sigortasıdır.
Önceki seçimlerle kıyaslandığında bu dönüşüm daha net görülmektedir. 2021 seçimlerinde PAS’ın tek başına iktidara gelmesi önemli bir kırılma yaratmıştı; ancak o dönemde muhalefetin hâlâ güçlü bir toplumsal tabanı mevcuttu. 2024’teki AB referandumu, bu tabanı zayıflatarak Batı yönelimini kurumsallaştırdı. 2025 seçimleri ise bu sürecin tam olarak rengini gösteren bir seçim haline geldi. Sandu yönetimi, uluslararası arenada AB ile entegrasyonu hızlandırma sözü verirken, seçmen de bu sözün arkasında durarak ülkenin yönünü net biçimde belirledi.
Moldova’nın tercih ettiği yol, Rusya’nın etki alanının giderek daralmasına işaret etmektedir. Moskova’nın bu kaybı telafi etmek için kullandığı argümanların başında diaspora, dinî otoriteler ve enerji bağımlılığı yer almaktadır. Ancak bu araçların seçmen davranışını değiştirmekte yetersiz kalması, Kremlin’in bölgedeki geleneksel nüfuz kapasitesinin erozyona uğradığını göstermektedir. Seçimlerin önemi, tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır: Moldova yalnızca Batı yönelimini teyit etmekle kalmamış, aynı zamanda Rusya’nın Avrasya’daki etkisinin sınırlarını gözler önüne sermiştir.
Bu tablo, önümüzdeki dönemde Moldova’yı son derece zorlu bir sürece sokacaktır. AB’ye entegrasyon için gerekli reformların iç siyasetteki maliyeti, ekonomik yükler ve dış baskılarla birleştiğinde yönetimin karşısına ciddi engeller çıkacaktır. Ancak seçimlerin ortaya koyduğu toplumsal irade, bu engellerin aşılmasına yönelik güçlü bir meşruiyet kaynağıdır. Sandu yönetimi, bu meşruiyeti kullanarak ülkenin Batı’ya yönelimini hızlandırmaya çalışacak, Moskova ise kaybettiği alanı Transdinyester ve diaspora üzerinden yeniden inşa etmeye gayret edecektir.
Seçim Sonuçlarının Özeti
Resmî sonuçlara göre Cumhurbaşkanı Maia Sandu’nun liderliğindeki Eylem ve Dayanışma Partisi (Partidul Acțiuneși Solidaritate – PAS), oyların yaklaşık yarısını alarak tek başına iktidarını pekiştirdi. Bu oran, 101 sandalyeden en az 55’ini elde etmeye yetecek çoğunluğu sağladı ve ülkenin siyasi geleceğini Batı yanlısı eksende şekillendirdi. Böylelikle PAS, 2021’de kazandığı tek başına iktidar statüsünü yalnızca korumakla kalmadı, aynı zamanda toplumun Avrupa Birliği yönelimini bir kez daha teyit etmesini sağladı.
Muhalefet cephesinde en dikkat çekici performans, İgor Dodon’un öncülüğünde kurulan Vatansever Blok’a aitti. Ancak bu blok, oyların yalnızca dörtte birine yakınını toplayarak güçlü bir alternatif olma iddiasını sürdüremedi. Dodon’un önceki dönemlerdeki başkanlık tecrübesi ve Rusya ile yakın ilişkilerini kampanya boyunca sıkça öne çıkarmasına rağmen, sandık sonuçları muhalefetin ivme kaybettiğini gösterdi. Bu tablo, Moldova seçmeninin Rusya’ya dayalı siyasal projelere artık eskisi kadar güvenmediğini, dış politikada Batı yönelimini daha istikrarlı bir seçenek olarak gördüğünü ortaya koydu.
Seçim günü, olağanüstü gelişmelerle de dikkat çekti. Bir yandan ülke genelinde katılım oranı yüksek seyretti; özellikle diasporanın yoğun ilgisi, seçimlerin sonucuna doğrudan etki etti. Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan yüz binlerce Moldovalı seçmen, Batı yanlısı politikaların sürdürülmesi için sandığa gitti. Öte yandan Rusya’da yaşayan Moldovalıların oy kullanma imkânları ciddi şekilde sınırlı kaldı. Yarım milyona yakın seçmenin bulunduğu Rusya’da yalnızca birkaç sandık açılması, binlerce kişinin oy hakkını fiilen kullanamamasına yol açtı. Bu durum, seçim sonrası Kremlin’in en çok dile getirdiği eleştirilerden biri haline geldi.
Seçim sürecini gölgeleyen bir diğer unsur, siber saldırılar ve bomba ihbarları oldu. Oylama günü boyunca ülkenin çeşitli bölgelerinde güvenlik güçleri alarma geçirildi, bazı sandıklarda kısa süreli kesintiler yaşandı. Bu gelişmeler, Moldova’nın seçim güvenliği açısından kırılganlığını gözler önüne serdi. Her ne kadar bu saldırıların doğrudan failleri resmî olarak açıklanmasa da, kamuoyunda Rusya kaynaklı müdahalelerden söz edilmesi, seçim atmosferini daha da gerginleştirdi. Böylece seçim yalnızca iç rekabetin değil, aynı zamanda dış etkenlerin gölgesinde geçen bir sınav haline dönüştü.
Bütün bu olağanüstü şartlara rağmen seçimlerin genel işleyişi uluslararası gözlemciler tarafından geçerli kabul edildi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Birliği gözlemcileri, seçimlerdeki teknik aksaklıklara dikkat çekmekle birlikte, sonucun meşruiyetini sarsacak ölçüde usulsüzlük bulunmadığını rapor etti. Bu durum, PAS’ın elde ettiği zaferin uluslararası camiada da tanınmasını sağladı. Dolayısıyla seçim günü yaşanan gerilimler, sonuçların geçerliliğini gölgelemedi ancak Moldova’nın kırılgan demokratik yapısını bir kez daha gözler önüne serdi.
Seçimlerin teknik sonuçları ve seçim günü yaşanan gelişmeler, Moldova’nın siyasal yönelimini tayin eden iradenin netleştiğini göstermektedir. Batı yanlısı kamp, güçlü bir çoğunlukla parlamentoda yerini alırken; Rusya yanlısı bloklar, yalnızca sınırlı bir etki yaratabilmiştir. Diaspora oylarının ağırlığı, Rusya’daki seçmenlerin kısıtlanması ve siber saldırılar gibi olağanüstü faktörler, bu seçimlerin yalnızca Moldova iç siyaseti açısından değil, bölgesel güvenlik açısından da önemini artırmıştır.
Sonuçların Siyasal Anlamı
2025 seçimlerinin ortaya koyduğu tablo, Moldova siyasetinde yalnızca sayısal bir üstünlük değil, aynı zamanda ideolojik bir yönelim beyanı niteliği taşımaktadır. PAS’ın tek başına çoğunluğu elde etmesi, ülke içinde Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin hızlandırılması için güçlü bir toplumsal onay üretmiştir. Sandu’nun ve ekibinin uzun süredir dile getirdiği yolsuzlukla mücadele, kurumsal reformlar ve Batı ile entegrasyon söylemi, seçmenin önemli bir kısmında güven yaratmış ve oy tercihlerinde belirleyici rol oynamıştır. Bu sonuç, Moldova halkının dış politikada kararsızlık yerine yönünü daha net biçimde Batı’ya çevirdiğini teyit etmektedir.
Muhalefet açısından ise ortaya çıkan tablo, dramatik bir daralmaya işaret etmektedir. Dodon ve onun liderliğini yaptığı Vatansever Blok’un oy oranının düşük kalması, Moskova yanlısı siyasal çizginin artık geniş toplum kesimlerinde karşılık bulmadığını göstermektedir. Özellikle genç kuşak seçmenler, Batı ile bütünleşmeyi hem yaşam standartlarının yükselmesi hem de güvenlik kaygılarının giderilmesi için zorunlu görmekte, Rusya ile yakınlaşmayı ise statükoyu sürdürmekten öteye geçmeyen bir seçenek olarak algılamaktadır. Bu eğilim, Moldova’daki siyasal kültürün dönüşmekte olduğunu ve gelecekte muhalefetin Rusya merkezli söylemlerle kitlesel destek bulmakta zorlanacağını ortaya koymaktadır.
Diasporanın seçim sonuçları üzerindeki belirleyici etkisi de dikkate değerdir. Avrupa ülkelerinde yaşayan Moldovalıların yüksek katılımı, Batı yanlısı yönelimi güçlendirmiştir. Bu durum, ülke içindeki siyasal tercihlerin artık sınırların ötesinde de şekillendiğini kanıtlamaktadır. Rusya’da yaşayan Moldovalıların oy kullanmasının ciddi biçimde sınırlanması ise yalnızca seçimlerin teknik boyutu değil, aynı zamanda siyasal tartışmanın ana ekseni haline gelmiştir. Kremlin’in bu konuyu seçim sonrasında gündeme taşıması, diasporanın Moldova seçimlerindeki stratejik rolünü gözler önüne sermektedir.
2025 seçimleri, aynı zamanda 2021 parlamento seçimleri ve 2024 AB referandumu ile karşılaştırıldığında, Moldova’daki toplumsal iradenin nasıl evrildiğini açıkça göstermektedir. 2021’de PAS’ın tek başına iktidarı, seçmenin yolsuzluk karşıtı ve reformist söyleme yöneldiğini kanıtlamıştı. Ancak o dönemde muhalefet hâlâ güçlü bir toplumsal tabana sahipti. 2024’teki referandum, bu tabanın zayıflamasını hızlandırdı ve Avrupa yönelimine kurumsal bir meşruiyet kazandırdı. 2025 seçimleri ise bu sürecin artık netleştiğini göstermektedir: Sandu yönetimi, artık yalnızca cumhurbaşkanlığı ve referandum düzeyinde değil, parlamento çoğunluğuyla da Batı yöneliminin tek siyasi muhatabı haline gelmiştir.
Bu gelişmelerin siyasal anlamı, Moldova’nın iç ve dış politikalarının kesişim noktasında daha iyi anlaşılmaktadır. İçeride kurumsal reform ve yolsuzlukla mücadele gündemi, dışarıda AB ile bütünleşme süreciyle doğrudan bağlantılıdır. Sandu’nun başarısı, bu iki süreci eş zamanlı olarak ilerletme kabiliyetinden kaynaklanmaktadır. Muhalefetin başarısızlığı ise bu bağlamda yalnızca Rusya yanlısı söylemin zayıflaması değil, aynı zamanda seçmenin reform ve entegrasyon beklentilerine karşılık verememesiyle ilgilidir.
Sonuç olarak 2025 seçimleri, Moldova için bir “yön tayini” işlevi görmüştür. Parlamento çoğunluğunu elinde bulunduran PAS, AB yolunda hızla ilerleme imkânına sahipken, Rusya yanlısı bloklar toplumsal desteğin giderek marjinalleştiği bir aktör konumuna gerilemiştir. Bu durum, Moldova’nın siyasal yapısını istikrarsızlaştırabilecek yeni gerilimleri de beraberinde getirebilir. Zira Moskova’nın bu kaybı telafi etmek için Transdinyester ve diaspora üzerinden yeni stratejiler geliştireceği aşikârdır. Ancak seçmenin güçlü iradesi, kısa vadede bu girişimlerin Moldova iç siyasetinde köklü bir etki yaratmasını zorlaştırmaktadır.
Rusya’nın Tepkileri ve Uzman Yorumları
Moldova seçim sürecine dair Moskova’nın yaklaşımı, yalnızca seçim günü ve sonrasındaki gelişmelerle sınırlı değildir. Seçim öncesi yapılan açıklamalar, Kremlin’in bu süreci yakından takip ettiğini ve Moldova’nın yönelimine ilişkin endişelerini yüksek sesle dile getirdiğini ortaya koymuştur. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova, seçimlerden haftalar önce yaptığı açıklamalarda, Batı’nın Moldova’daki siyasal sürece doğrudan müdahil olduğunu, ülkenin egemenliğinin “dış güçler tarafından adım adım aşındırıldığını” iddia etmiştir. Zaharova’nın ifadeleri, seçimlerin yalnızca bir parlamento yarışı değil, aynı zamanda bir jeopolitik hesaplaşma olduğuna işaret etmektedir.
Zaharova’nın açıklamalarında özellikle Avrupa Birliği’nin Moldova üzerindeki etkisine dikkat çekilmiştir. Ona göre Brüksel, Sandu yönetimini yalnızca mali yardımlar ve siyasi destekle değil, aynı zamanda medya ve sivil toplum üzerinden de desteklemektedir. Bu tür bir söylem, Kremlin’in uzun zamandır dile getirdiği “renkli devrim” anlatısının Moldova’ya uyarlanmış bir versiyonu olarak okunmalıdır. Rusya açısından, Batı yanlısı partilerin kazandığı meşruiyet, kendi jeopolitik kaybının tescili anlamına gelmektedir. Bu nedenle seçim öncesi söylem, seçimin sonucunu şimdiden gayrimeşru kılmaya dönük bir stratejinin işaretlerini barındırmıştır.
Kremlin çevresinde dile getirilen bir başka kaygı, Moldova’daki diaspora oylarının yaratacağı dengesizlikti. Rusya’da yarım milyona yakın Moldovalının yaşadığı bilinirken, bu seçmenlerin yalnızca birkaç sandıkta oy kullanabilecek olması, Moskova tarafından sistematik bir kısıtlama olarak sunuldu. Seçim öncesi dönemde Rus basınında yer alan yorumlarda, Batı’daki Moldovalı diasporanın organize bir biçimde Sandu lehine seferber edildiği, buna karşılık Rusya’daki seçmenlerin haklarının gasp edildiği yönündeki ifadeler sıkça yer aldı. Bu söylem, seçim sonrası Peskov tarafından dile getirilecek eleştirilerin zeminini önceden hazırlamış oldu.
Rus uzmanlar arasında seçim öncesi yapılan değerlendirmeler de Kremlin’in genel söylemiyle paralellik taşımaktadır. Carnegie Moscow Center ve benzeri kurumlarda yapılan analizlerde, Batı’nın Moldova’daki seçimlere büyük yatırım yaptığı, AB üyeliği sürecinin seçim sonucuna göre hız kazanacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte Rusya yanlısı partilerin zayıflayan toplumsal desteği de dikkat çekici bir unsur olarak kaydedilmiştir. Bazı Rus siyaset bilimciler, Moldova’nın Ukrayna savaşının gölgesinde daha fazla Batı’ya yaklaşacağını, bunun da Rusya için yeni bir cephe anlamına geleceğini ileri sürmüştür.
Seçim öncesi dönemde Moskova’dan gelen bu açıklamalar, aslında Kremlin’in Moldova üzerindeki nüfuzunu kaybetme endişesinin yansımasıdır. Rusya, uzun yıllar boyunca enerji bağımlılığı, diaspora, medya ve dini kurumlar üzerinden Moldova’da etkili olabilmişti. Ancak 2025 seçimleri yaklaşırken bu araçların etkisizleştiği görülmüş, Kremlin söyleminde ise “dış müdahale” ve “manipülasyon” kavramları ön plana çıkmıştır. Böylelikle seçim öncesi retorik, bir yandan Batı’nın meşruiyetini tartışmalı hale getirmeyi, diğer yandan da Moskova’nın olası tepkilerini haklılaştırmayı amaçlamıştır.
Seçim Sonrası Kremlin Tepkileri ve Rus Uzman Yorumları
2025 seçimlerinin sonuçlarının ilan edilmesinden hemen sonra Kremlin’den gelen açıklamalar, seçim öncesinde kullanılan retoriğin devamı niteliğindeydi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Dmitri Peskov, Rusya’da yaşayan yarım milyona yakın Moldovalının yalnızca iki sandıkta oy kullanabilmiş olmasını sert sözlerle eleştirdi. Ona göre bu durum, yüz binlerce vatandaşın anayasal hakkından mahrum bırakılması anlamına gelmekteydi. Peskov’un bu ifadeleri, seçimlerin meşruiyetini tartışmalı hale getirmeyi hedefleyen stratejinin merkezinde yer aldı. Kremlin açısından bu söylem, hem Moldova iç kamuoyuna, hem de uluslararası topluma yönelik bir mesaj niteliği taşıyordu: Sandu yönetiminin zaferi, geniş seçmen kitlesinin iradesini yansıtmıyordu.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova da seçim sonrasında yaptığı açıklamalarda benzer bir çizgiyi sürdürdü. Zaharova, Batı’nın Moldova üzerindeki “siyasi mühendislik” faaliyetlerine dikkat çekerek, seçim sürecinin şeffaflıktan uzak olduğunu ileri sürdü. Özellikle Rus gözlemcilerin seçimlerde akredite edilmemesi, Moskova tarafından seçimlerin manipülasyona açık olduğu iddiasının kanıtı olarak sunuldu. Zaharova’nın dili, alışıldık diplomatik söylemin ötesine geçerek, seçimlerin “Batı tarafından kurgulanmış bir tiyatro”ya dönüştüğü imasını taşıyordu. Bu tavır, Rusya’nın artık Moldova’daki seçim süreçlerine yalnızca eleştirel değil, aynı zamanda gayrimeşrulaştırıcı bir yaklaşımla baktığını açıkça ortaya koydu.
Seçim sonrası yapılan akademik ve uzman analizleri de bu resmi söylemin gölgesinde şekillendi. Carnegie Moscow Center bünyesinde değerlendirilen raporlarda, Rusya’nın Moldova’daki “hibrit etki” stratejisinin sınırlarına ulaştığına vurgu yapıldı. Bilgi operasyonları, diaspora mobilizasyonu, ekonomik baskılar ve dini ağların kullanımı gibi araçların bu kez PAS’ın zaferini engelleyememesi, Kremlin’in etki kapasitesindeki zayıflamayı ortaya çıkardı. Bu nedenle bazı Rus uzmanlar, seçimlerin aslında Moskova’nın “nüfuz erozyonu”nun kanıtı olduğunu, artık Transdinyester ve diaspora dışında etkili bir enstrümanının kalmadığını dile getirdiler.
Uluslararası Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (ISW) tarafından yapılan analizlerde ise farklı bir boyuta dikkat çekildi: Kremlin’in seçim sonrası dönemde Moldova’da sokak mobilizasyonunu teşvik edebileceği. Bu yorum, Rusya’nın yalnızca diplomatik açıklamalarla yetinmeyeceği, aynı zamanda Moldova içinde toplumsal istikrarsızlık yaratmaya dönük stratejiler geliştirebileceği öngörüsüne dayanıyordu. Zira Moldova’nın toplumsal yapısında hâlen Rusya yanlısı kesimlerin ve özellikle Gagavuzya’da Moskova’ya sempatiyle bakan grupların varlığı biliniyordu. Bu durum, seçim sonuçlarını sokağa taşımaya dönük girişimler için uygun bir zemin sağlayabilirdi.
Atlantic Council tarafından yayımlanan değerlendirmelerde ise Rusya’nın Moldova üzerindeki nüfuzunu kaybetmesinin yalnızca seçimlerle açıklanamayacağı, Ukrayna savaşının da bu süreci hızlandırdığı ifade edildi. Savaşın yarattığı bölgesel güvensizlik ortamı, Moldova halkını daha fazla Batı’ya yaklaştırmış, Rusya’nın güvenlik garantörü olarak görülmesini imkânsız hale getirmiştir. Bu nedenle PAS’ın elde ettiği zafer, yalnızca siyasi bir tercih değil, aynı zamanda güvenlik kaygılarının sonucudur.
Bütün bu uzman yorumları, seçim sonrası Kremlin söyleminin aslında zayıflayan nüfuz kapasitesini perdelemeye dönük bir çaba olduğunu göstermektedir. Peskov’un diaspora çıkışı, Zaharova’nın manipülasyon suçlamaları ve gözlemci tartışmaları, Rusya’nın sahada kaybettiği etkiyi söylem üzerinden telafi etme girişimi olarak okunmalıdır. Bununla birlikte Kremlin’in bu kaybı kabullenmeyeceği ve Transdinyester dosyası başta olmak üzere yeni baskı araçlarını gündeme getireceği de aşikârdır.
Seçim sonrası Moldova’yı bekleyen en kritik sorun, bu söylemlerin somut politikalara dönüşüp dönüşmeyeceğidir. Eğer Moskova, Transdinyester’deki askeri varlığını ve ekonomik kontrol mekanizmalarını daha agresif biçimde devreye sokarsa, Moldova’nın Batı yönelimi yeni bir güvenlik kriziyle sınanabilir. Ancak şimdilik Kremlin’in tepkileri daha çok retorik düzeyinde kalmakta, uluslararası kamuoyunu Moldova seçimlerinin gayrimeşru olduğu konusunda ikna etmeye dönük çabalardan ibaret görünmektedir.
Rusya’nın Öncelikleri ve Transdinyester Faktörü
Moldova’da gerçekleştirilen son seçimler, Ukrayna’daki savaşın gölgesinde okunmadığı sürece eksik bir çerçeve sunar. Moskova’nın stratejik öncelikleri, 2022’den itibaren neredeyse bütünüyle Ukrayna cephesine yönelmiş, bu durum Kremlin’in çevresindeki ikincil alanlara daha sınırlı kaynak ve dikkat ayırmasına yol açmıştır. Moldova seçimleri, ilk bakışta bu öncelik listesinde tali bir konumda görünse de, ortaya çıkan sonuçlar Rusya’nın yakın çevre doktrininin sürdürülebilirliği açısından alarm verici niteliktedir. Çünkü Kişinev’in Avrupa Birliği ile bütünleşme iradesi, Moskova’nın tarihsel olarak “özel etki alanı” saydığı bölgelerdeki nüfuz kapasitesini daraltan yeni bir jeopolitik gerçeklik doğurmuştur.
Rusya açısından en kritik nokta, bu seçimlerin yalnızca bir parlamenter tercih olmaktan öte, Moldova toplumunun dış politika yöneliminin kesinleşmiş olduğuna dair güçlü bir işaret sunmasıdır. 2024’teki referandum ile birlikte düşünüldüğünde, seçmen iradesi Batı ile bütünleşme yönünde kurumsallaşmış bir istikrar göstermektedir. Kremlin’in gözünde bu durum, Avrasya güvenlik mimarisinde yeni bir kırılma hattının ortaya çıkması anlamına gelir. Moskova’nın “yakın çevre” politikasının temel varsayımı, eski Sovyet coğrafyasındaki devletlerin ya tarafsızlık çizgisinde kalmaları ya da Rusya ile eşgüdüm içinde hareket etmeleriydi. Moldova’daki gelişmeler bu varsayımı geçersiz kılmakta, Rusya’nın etki alanının Batı tarafından kuşatıldığına dair algıyı pekiştirmektedir.
Kremlin’in bu tabloya vereceği tepkinin niteliği, büyük ölçüde Ukrayna savaşının seyrine bağlıdır. Rusya, aynı anda iki ayrı bölgede doğrudan kriz yönetebilecek kapasiteden yoksundur. Bu nedenle Moldova seçimlerine yönelik refleksler, askeri ya da ekonomik açıdan doğrudan müdahaleci olmaktan ziyade, söylemsel ve stratejik araçlar üzerinden şekillenmektedir. Peskov’un diaspora oylarının sınırlandırılmasına dair eleştirileri ya da Zaharova’nın Batı’nın müdahalesine yönelik suçlamaları, bu stratejinin dışavurumlarıdır. Kremlin, böylelikle hem Moldova’nın iç meşruiyetini tartışmaya açmakta hem de uluslararası toplumu seçimlerin şeffaflığı konusunda kuşkuya davet etmektedir.
Moskova’nın uzun vadeli hesaplarında belirleyici rol oynayan unsur ise Transdinyester’dir. Dinyester Nehri’nin doğusunda, 1990’ların başından beri fiili bağımsızlık içinde varlık gösteren bu bölge, Rusya için yalnızca askeri bir ileri karakol değil, aynı zamanda Moldova üzerinde baskı kurmanın sürekli bir aracı olmuştur. Bölgedeki yaklaşık iki yüz bin Rus vatandaşı ve hâlen konuşlu Rus askeri varlığı, Kremlin’in “koruma sorumluluğu” söylemini gündeme taşımasına imkân tanımaktadır. Moskova’nın dış politika pratiğinde defalarca kullanılan bu argüman, gerektiğinde siyasi baskı, ekonomik kısıtlama veya güvenlik gerekçesiyle askeri varlığı meşrulaştırmak için devreye sokulabilecek esnek bir enstrümandır.
Transdinyester’in stratejik değeri, enerji politikalarıyla da doğrudan ilişkilidir. Moldova’nın enerji tedarikinin önemli bir bölümü hâlen Rusya’ya bağımlı olup, bu bağımlılık çoğu kez Transdinyester üzerinden yönetilmektedir. Bu durum, Kişinev’in Batı ile entegrasyon sürecini yavaşlatmak isteyen Kremlin için önemli bir kaldıraçtır. Enerji arzının kesintiye uğratılması ya da fiyat baskısı yoluyla yaratılacak ekonomik istikrarsızlık, Moldova’daki Batı yanlısı yönetimlerin kırılganlığını artırabilir. Dolayısıyla seçim sonuçları Rusya açısından yalnızca siyasi bir kayıp değil, aynı zamanda mevcut baskı araçlarının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılan bir gelişmedir.
Moskova’nın stratejik öncelikleri bağlamında Moldova seçimlerinin okunması, Kremlin’in bölgesel politikalarının ne ölçüde savaş odaklı hale geldiğini de göstermektedir. Ukrayna’daki savaşın Rusya’yı yıprattığı her alanda, Moldova gibi küçük devletler Batı ile daha yakın işbirliği fırsatları bulmakta; bu da Moskova’nın çevresinde genişleyen bir jeopolitik boşluk yaratmaktadır. Kremlin için mesele, bu boşluğu hangi araçlarla doldurabileceği ve Transdinyester gibi donmuş çatışma alanlarını nasıl bir baskı unsuruna dönüştürebileceğidir. Seçimlerin yarattığı yeni siyasal denge, bu soruyu Moskova’nın önüne daha acil bir gündem olarak getirmiştir.
Transdinyester meselesi, Moldova seçimlerinin ardından Kremlin’in önünde duran en somut dosyadır. Bu bölge, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra oluşan donmuş çatışmalar arasında en istikrarlı görünüme sahip olsa da, her dönemde Moskova için esnek bir baskı aracı işlevi görmüştür. Seçimlerin ortaya çıkardığı Batı yanlısı meclis çoğunluğu, Rusya’nın bu bölgedeki etkisini daha görünür biçimde öne çıkarmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Dolayısıyla seçim sonrası dönemde Transdinyester üzerinden geliştirilebilecek politikaları tartışmak, Moldova’nın geleceğini anlamak açısından kritik önem taşımaktadır.
Moskova’nın ilk seçeneği, söylemsel düzeyde “vatandaşlarını koruma” argümanını öne çıkarmaktır. Kremlin’in dış politikada sıkça başvurduğu bu söylem, yalnızca uluslararası alanda meşruiyet inşa etmeye değil, aynı zamanda Rusya iç kamuoyunda milliyetçi duyguları harekete geçirmeye hizmet etmektedir. Transdinyester’de yaşayan yüz binlerce Rus vatandaşı ve bölgeye yerleşmiş Rusça konuşan topluluklar, bu söylemin doğal zemini olarak sunulmaktadır. Bu çerçevede Moskova, Moldova’nın Batı ile bütünleşme adımlarını, bölgede yaşayan Rusların haklarını ihlal eden girişimler şeklinde tanımlayarak kendi müdahale kapasitesini meşru göstermeye çalışabilir.
İkinci olasılık, askeri varlığın görünürlüğünü artırmaktır. Transdinyester’de konuşlanmış yaklaşık bin kişilik Rus askeri kontenjanı, fiilen sınırlı bir kapasiteye sahip olsa da, sembolik değeri büyüktür. Bu varlığın siyasi kriz dönemlerinde ön plana çıkarılması, Moldova’nın güvenlik algısını doğrudan etkilemektedir. Kremlin, doğrudan askeri müdahaleye girişmeden dahi, tatbikatlar ya da bölgesel hareketlilik üzerinden Moldova üzerinde psikolojik baskı kurabilir. Bu tür adımlar, Ukrayna cephesine odaklanmış Rusya için düşük maliyetli ama yüksek etkili seçenekler arasında yer almaktadır.
Üçüncü senaryo, ekonomik baskı araçlarının devreye sokulmasıdır. Moldova’nın enerji bağımlılığı, özellikle kış aylarında ciddi bir kırılganlık yaratmaktadır. Gazprom’un fiyat politikaları ya da tedarik kesintileri, geçmişte defalarca Moldova hükümetlerini zor durumda bırakmıştır. Seçim sonrası dönemde Kremlin, Transdinyester’in enerji altyapısını koz olarak kullanarak Kişinev üzerinde baskı oluşturabilir. Bu yöntem, doğrudan askeri gerilim yaratmadan siyasal maliyet üretmeye imkân tanımaktadır. Aynı zamanda Moldova toplumunda Batı yönelimine karşı şüpheleri artırma potansiyeli taşır.
Dördüncü olasılık, Moldova içinde toplumsal huzursuzlukları teşvik etmektir. Rusya’nın hibrit stratejilerinde sıkça görülen bu yaklaşım, protesto hareketlerinin örgütlenmesi, dinî otoritelerin siyasallaştırılması ve medya manipülasyonu gibi araçları içerir. Özellikle Gagavuzya’da Rusya’ya sempatiyle bakan toplulukların varlığı, Kremlin için elverişli bir zemin sunmaktadır. Bu senaryonun amacı, seçim sonuçlarını doğrudan tersine çevirmek değil, Sandu yönetiminin Batı ile bütünleşme sürecini iç siyasette sürekli baskı altında tutmaktır.
Bu seçeneklerin her biri, farklı maliyetler ve riskler barındırmaktadır. Doğrudan askeri baskı, Rusya’yı Batı ile yeni bir cepheleşmeye sürükleyebilir ve uluslararası yaptırımların sertleşmesine yol açabilir. Ekonomik baskı yöntemleri, kısa vadede etkili olsa da, Moldova’nın enerji çeşitlendirme girişimlerini hızlandırarak orta vadede Rusya’nın elindeki kozları zayıflatabilir. Toplumsal huzursuzluk stratejileri ise, uzun süreli etki yaratabilse de, Moldova’daki Batı yanlısı toplumsal tabanı daha da konsolide etme riski taşır.
Rus uzmanların değerlendirmeleri de bu tabloyu doğrular niteliktedir. Carnegie çevresinde yapılan analizlerde, Transdinyester’in Rusya için bir “denge unsuru” olarak kalmaya devam edeceği, ancak askeri müdahalenin mevcut koşullarda düşük ihtimal olduğu belirtilmektedir. ISW’nin raporları, Kremlin’in protesto mobilizasyonu senaryosuna odaklanabileceğini, çünkü bu yöntemin düşük maliyetli ve esnek olduğunu vurgulamaktadır. AtlanticCouncil analizleri ise, enerji bağımlılığının kısa vadede Kremlin için en etkili araç olduğunu, ancak Avrupa’nın destek mekanizmaları sayesinde bu etkinin uzun süreli olamayacağını öne sürmektedir.
Seçim sonrası dönemin en kritik boyutu, bu senaryoların birbirini dışlamayan seçenekler olarak tasarlanabilmesidir. Kremlin, gerektiğinde söylemsel meşruiyet, askeri varlık, ekonomik baskı ve toplumsal manipülasyon araçlarını eşzamanlı kullanabilecek bir stratejik esnekliğe sahiptir. Bu nedenle Moldova seçimleri yalnızca Kişinev’in AB yolundaki kararlılığını değil, aynı zamanda Moskova’nın hibrit stratejilerini yeniden düzenleyip düzenleyemeyeceğini test eden bir süreç haline gelmiştir.
Sonuç
Moldova’daki 2025 seçimleri, bir parlamenter aritmetiğin ötesinde, devletin stratejik yön duygusunu berraklaştıran bir irade beyanı üretti. Sandu liderliğindeki PAS’ın yeniden kurduğu çoğunluk, yalnızca yürütmenin manevra alanını genişletmedi; siyasal sistemin normatif referanslarını da AB müktesebatına yaklaştıran yapısal bir ivmeyi teyit etti. Toplumsal rızanın bu ölçekte yenilenmesi, 2021’deki kırılma ile 2024 referandumunun açtığı koridoru kurumsallaştırıcı bir çizgiye yerleştirdi. Seçmen davranışının jeopolitik içerimi açık: Moldova, artık “denge siyaseti”nin muğlaklığına yaslanmayan, Avrupa kurumlarıyla eşgüdümü önceleyen bir rota tarif ediyor.
Bu çerçevede muhalefetin daralan sosyolojik zemini, salt kampanya başarısızlığı şeklinde okunamaz. Rusya merkezli güvenlik anlatıları ve korumacı ekonomi dili, özellikle genç seçmen nezdinde ikna gücünü yitirmiş görünüyor. Yaşam standardı beklentileri, hukukun üstünlüğü ihtiyacı ve savaşın bölgesel risk algısını büyütmesi, modernleşmeci ve Batı yanlısı kanat için bir tür “hegemonik gündem” inşa etti. Diasporanın, özellikle AB ülkelerinde yerleşik seçmen kitlesinin yüksek mobilizasyonu, bu hegemonik gündemin transnasyonel boyutunu güçlendirdi; Rusya’daki seçmenlerde yaşanan oy kullanma kısıtları ise Kremlin’in itiraz repertuarına malzeme sağlamakla birlikte genel eğilimi tersine çevirecek ağırlığa ulaşmadı.
Moskova cephesinden gelen söylem, meşruiyet tartışmasını merkezîleştiren bir stratejiye yaslandı. Peskov’un diaspora vurgusuyla yaptığı çerçeveleme ve Zaharova’nın gözlem–şeffaflık ekseni üzerinden kurduğu eleştiriler, seçimi içerikten ziyade usule hapseden bir diskur üretti. Bu tercihin iki katmanı belirginleşiyor: İç kamuoyunda “kaybedilen alanlar”ı geçici ve yöntem kusurlarına indirgeme çabası; dış kamuoyunda ise Moldova’daki yönelimin geri döndürülebilir olduğuna dair kuşku üretme arayışı. Hibrit enstrüman setinin —bilgi operasyonları, medya alanı, dinî ağlar, ekonomik kaldıraçlar— son turda sınırlı verim üretmiş olması, söylemsel tırmanışı daha görünür kıldı.
Transdinyester dosyası, bu yeni denge içinde Kremlin’in elindeki en işlevsel kaldıraç olmayı sürdürüyor. Bölgenin askeri varlık üzerinden taşıdığı sembolik değer, enerji tedarik zinciriyle kesişen ekonomik kırılganlık ve “vatandaşları koruma” argümanının sağladığı esneklik, Moskova’ya maliyeti görece düşük, etkisi katmanlı seçenekler sunuyor. Kişinev’deki yeni çoğunluğun, entegrasyon gündemini hızlandırırken bu dosyayı çatışma üretmeyen bir yönetilebilirliğe bağlayacak kurumsal kanallar açması gerekiyor: sınır geçişleri, gümrük ve ulaştırma düzenlemeleri, yerel ekonomik döngülerin şeffafizasyonu, enerji tedarikinde alternatiflerin somutlaştırılması. Aksi yönde ilerleyen her adım, iç istikrarı kırılganlaştıracak ve dış politikadaki kazanımları savunma hattına zorlayacaktır.
Seçimin ortaya çıkardığı tablo, kamu politikalarında iki eşzamanlı disiplin gerektiriyor. İlki, içeride devlet kapasitesinin görünür ve ölçülebilir biçimde artışı: yargıda bütüncül reform, yolsuzlukla mücadelede dosya bazlı ilerleme, kamu ihale süreçlerinde denetlenebilirlik, yerel yönetimlerde performans kriterlerinin kurumsallaşması. Bu alanlarda somut başarı üretildiği ölçüde, dış kaynaklı baskıların sosyal yankısı azalır; AB başkentleriyle yürütülen müzakere takvimi hız kazanır; diaspora desteği sürdürülebilir bir politik enerjiye dönüşür. İkincisi, dışarıda gerilimi yönetme sanatı: Brüksel hattında hızlanan teknik uyum başlıklarıyla, Moskova hattında çatışma eşiklerini yükseltmeyen iletişim kanallarını aynı anda canlı tutan ince ayar. Transdinyester’e ilişkin teknik komisyonların yeniden işlevselleştirilmesi, enerji dosyasında çok taraflı garanti mekanizmalarının kurulması, sınır aşan suç ve kaçakçılıkta ortak operasyon protokolleri bu ayarın somut araçları arasında yer alabilir.
Bölgesel güvenlik mimarisine yansıyan boyut, daha geniş bir perspektifi davet ediyor. Ukrayna’daki savaş, Rusya’nın çevresindeki küçük devletlerin tehdit algısını kalıcı biçimde dönüştürdü; Moldova’daki yönelim, bu dönüşümün siyasal dile tercümesi. Moskova, eşzamanlı cephe yönetme kapasitesini zorlamayan, fakat maliyeti Kişinev’de büyüten yöntemleri tercih edecektir: zaman ayarlı enerji baskıları, kamuoyu manipülasyonu, yerel huzursuzlukların siyasileştirilmesi, hukukî tartışmalar üzerinden meşruiyet aşındırma. Bu araç seti, kısa vadede tempo bozan bir etki doğurabilir; ancak devlet kapasitesindeki artış ve AB ile teknik yakınlaşmanın doğrusal ilerlemesi halinde, orta vadede etkinlik kaybı yaşar. Kişinev’in başarısı, tam da bu zaman ufkunu kısaltabilme becerisine bağlıdır.
Siyasal ekonomi boyutunda benzer bir eşik söz konusu. Entegrasyonun maliyeti, kısa vadede bütçe disiplini ve sosyal transferler üzerinde baskı üretir; enerji arz güvenliği ve enflasyon dinamikleri, seçmen sabrını sınar. Politik iletişim, ölçülebilir ara hedefler ve somut fayda kalemleri üzerinden kurgulandığında, iktidar bloğunun meşruiyet rezervi genişler. Reformların sembolik değil, idari pratikte hissedilir bir değişime dönüştüğü her başlık —örneğin gümrükte bekleme sürelerinin azalması, yolsuzluk soruşturmalarında sonuç alma kapasitesi, mahkeme karar sürelerinin kısalması— Rusya kaynaklı baskıların sosyo-politik yankısını sönümlendirir.
Jeopolitik bakımdan ortaya çıkan ana resim netleşmiş durumda. Moldova, Doğu Ortaklığı çerçevesinde “bekleme odası”na mahkûm pasif bir özne değil; yönünü kendi lehine belirleyebilen, bunun gerektirdiği iç dönüşümü üstlenmeye hazır bir aktör konumuna yaklaşıyor. Rusya ise Moldova sahasında, askeri tahkimatın caydırıcılığından çok, esnek ve düşük yoğunluklu baskı yöntemleriyle alan tutmaya çalışacak. Transdinyester’in statüsü tartışma başlığı olmaya devam ederken, enerji ve ekonomi üzerinden yürütülen mikro ayarların siyasal etkisi daha belirleyici hale gelecek. Kişinev’in stratejik aklı, bu mikro ayarları etkisizleştiren kurumsal çözümleri hızla görünür kılabildiği ölçüde, seçimin ürettiği tarihsel fırsat penceresi genişler.
Akademik gözle bakıldığında, Moldova örneği günümüz Avrasya siyasetinde “meşruiyet–kapasite–jeopolitik yönelim” üçgeninin iç içe geçtiği nadir laboratuvarlardan birini sunuyor. Seçmenin yeniden ürettiği yetki, devlet kapasitesine çevrilebildiğinde jeopolitik yönelimin sürdürülebilirliği artar; kapasite artışı geciktiğinde dış baskı araçları daha fazla işlev kazanır. 2025 seçimleri, bu üçgenin ilk kenarını sağlamlaştırdı. Geriye kalan iki kenarın nasıl inşa edileceği, yalnızca Moldova’nın değil, Karadeniz havzasının güvenlik denkleminde hangi parametrelerin belirleyici olacağını da tayin edecek.
Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı
Email: by.sadik@hotmail.com
Tel: +905459323677
























































