PİNOCHET’DEN KAST’A ŞİLİ SİYASETİ

upa-admin 17 Aralık 2025 125 Okunma 0
PİNOCHET’DEN KAST’A ŞİLİ SİYASETİ

Giriş

Şili siyasal tarihi, Latin Amerika’da demokrasi, askerî müdahaleler ve neoliberal dönüşüm tartışmalarının en çarpıcı örneklerinden birini sunmaktadır. Nitekim 1973 yılında General Augusto Pinochet öncülüğünde sosyalist lider Salvador Allende’ye karşı gerçekleştirilen askerî darbe, yalnızca Şili’nin anayasal düzenini kesintiye uğratmakla kalmamış, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Soğuk Savaş dönemindeki Latin Amerika politikalarının somut bir tezahürü olarak tarihsel literatürde yerini almıştır.

Jose Antonio Kast

Günümüzde Şili’de gerçekleştirilen seçimler, bu otoriter geçmişle hesaplaşma, ekonomik modelin yeniden değerlendirilmesi ve uluslararası ilişkilerde yeni yönelimlerin belirlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Nitekim geçtiğimiz Pazar günü yapılan seçimleri, Pinochet dönemini özlemle yad eden aşırı sağcı Cumhuriyetçi Parti adayı Jose Antonio Kast, Şili İçin Birlik ittifakının sosyalist adayı Jeannette Jara karşısında tam 16 puan farkla kazanmayı başarmıştır. Bu makalede, Pinochet döneminin tarihsel ve siyasal mirası, güncel Şili seçimleri bağlamında ele alınmakta ve söz konusu seçimlerin ABD açısından taşıdığı ideolojik, ekonomik ve jeopolitik sonuçlar akademik çerçevede incelemektedir.

1. Allende Dönemi ve Askerî Darbeye Giden Süreç

1970 yılında sosyalist dünya görüşüne sahip ve Sovyetler Birliği yanlısı Salvador Allende’nin seçimle iktidara gelmesi, Latin Amerika’da demokratik yollarla iktidara gelen ilk Marksist lider örneklerinden biri olarak uluslararası sistemde dikkat çekmiştir. Allende hükümetinin bakır madenlerinin kamulaştırılması, bankacılık sisteminin devletleştirilmesi ve kapsamlı sosyal politikaları, ABD’nin ekonomik ve stratejik çıkarlarıyla doğrudan çatışmıştır. Soğuk Savaş bağlamında ABD, Şili’de sosyalist bir yönetimin varlığını “bulaşma etkisi” (contagion effect) açısından tehdit olarak değerlendirmiştir. Bu nedenle, etkili Dışişleri Sekreteri ve Ulusal Güvenlik danışmanı Henry Kissinger’ın da etkisiyle, Washington, Allende hükümetini devirmek için harekete geçmiştir. Bu süreçte ABD’nin Şili iç siyasetine dolaylı ve doğrudan müdahaleleri, istihbarat faaliyetleri ve ekonomik baskı araçları aracılığıyla yoğunlaşmıştır. 11 Eylül 1973’te gerçekleşen askerî darbe sonucunda Allende yaşamını yitirmiş, demokratik rejim askıya alınmış ve Pinochet liderliğinde askerî cunta yönetimi tesis edilmiştir.

Allende’yi ölüme götüren 1973 Şili faşist darbesinden bir kare

2. Pinochet Rejimi: Otoriterlik ve Neoliberal Dönüşüm

1973-1990 yılları arasında süren Augusto Pinochet rejimi, klasik bir askerî diktatörlük örneği olarak ağır insan hakları ihlalleriyle anılmaktadır. On binlerce kişinin gözaltına alındığı, işkence gördüğü, sürgüne gönderildiği veya zorla kaybedildiği bu dönem, Şili toplumunda derin ve kalıcı travmalar yaratmıştır. Bununla birlikte, Pinochet dönemi, ekonomik açıdan radikal bir dönüşümü de beraberinde getirmiştir. ABD’de eğitim almış ve “Chicago Çocukları” (Chicago Boys) olarak adlandırılan yeni nesil liberal iktisatçıların etkisiyle uygulanan neoliberal politikalar; özelleştirme, serbest ticaret, sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi ve devletin ekonomik alandan çekilmesi üzerine inşa edilmiştir. Bu model, makroekonomik istikrar ve büyüme sağladığı iddiasıyla savunulsa da, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri derinleştirmiş ve sosyal devlet mekanizmalarını zayıflatmıştır.

General Augusto Pinochet

3. Demokratikleşme Süreci ve Pinochet Mirası

1988 yılında gerçekleştirilen plebisitte Pinochet’nin iktidarının devamına yönelik önerinin reddedilmesi, Şili’nin kontrollü bir demokratikleşme sürecine girmesini sağlamıştır. 1990 sonrası dönemde yapılan seçimler, sivil siyasetin yeniden inşasını mümkün kılmıştır. Ancak Pinochet döneminde hazırlanan anayasa, orduya tanınan ayrıcalıklar ve neoliberal ekonomik çerçeve uzun yıllar boyunca korunmuş, bu durum “sınırlı demokrasi” tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, 2021 Şili seçimleri, yalnızca hükümet değişimlerini değil, anayasal reform, sosyal eşitlik ve tarihsel adalet taleplerini de içeren yapısal bir dönüşüm arayışını temsil etmiştir. Özellikle sol ve ilerici hareketler, Pinochet mirasının kurumsal düzeyde tasfiyesini siyasal gündemin merkezine taşımıştır.

4. Gabriel Boric Dönemi (2021-2025)

2021 yılında gerçekleştirilen Şili Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda göreve gelen Gabriel Boric, Pinochet diktatörlüğünden sonra doğmuş ilk Cumhurbaşkanı olması bakımından Şili siyasal tarihi açısından simgesel bir kırılmayı temsil etmektedir. Öğrenci hareketleri içinden gelen genç bir lider olan Boric, siyasal meşruiyetini toplumsal eşitsizliklerle mücadele, insan hakları, çevre duyarlılığı ve anayasal reform vaatleri üzerine inşa etmiştir. Boric’in iktidara gelişi, Pinochet döneminde şekillenen neoliberal modelin ve anayasal düzenin demokratik yollarla sorgulanmasının kurumsal düzeye taşındığını göstermiştir. Boric yönetimi, devletin sosyal politikalar alanındaki rolünü güçlendirmeyi, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmayı ve yerli halkların (özellikle Mapuchelerin) siyasal haklarını tanımayı hedeflemiştir. Bu yönüyle, Boric, Şili siyasetinde yalnızca kuşak değişimini değil, aynı zamanda ideolojik bir yönelim dönüşümünü de temsil etmiştir.

Gabriel Boric

Bu çerçevede, Şili’de Gabriel Boric’in zaferiyle sonuçlanan 2021 seçimlerinin ABD açısından anlamı aşağıdaki başlıklar altında daha net biçimde değerlendirilebilir:

İdeolojik Boyut

  • Gabriel Boric’in Cumhurbaşkanlığı, Latin Amerika’da solun yeni kuşağını temsil eden, demokratik meşruiyeti ve insan hakları söylemini önceleyen bir siyasal çizgi olarak öne çıkmıştır. Bu durum, ABD açısından klasik Soğuk Savaş dönemi reflekslerinden farklı bir meydan okumayı ifade etmiştir; zira Boric, açıkça anti-demokratik ya da devrimci bir söylem yerine, liberal demokratik normlarla uyumlu bir sol program sunmaktadır.
  • Şili’de sol eğilimli siyasal aktörlerin seçim başarıları, Latin Amerika’da 2000’li yıllardan itibaren gözlemlenen “pembe dalga” ve onun güncel uzantılarıyla ilişkilendirilmektedir. Bu durum, ABD açısından bölgedeki ideolojik hegemonyanın zayıflaması ve alternatif kalkınma modellerinin meşruiyet kazanması anlamına gelmektedir.

Ekonomik Boyut

  • ABD, Şili ile serbest ticaret anlaşması bulunan ve ülkedeki madencilik, finans ve enerji sektörlerinde önemli yatırımlara sahip bir aktördür. Seçimlerle birlikte gündeme gelen kamusal düzenleme, vergi reformu ve sosyal harcamaların arttırılması gibi politikalar, ABD sermayesinin çıkarlarını doğrudan etkileyebilmektedir.
  • Bununla birlikte, Şili’nin kurumsal istikrarı, ABD için bölgedeki en öngörülebilir ortaklardan biri olma özelliğini korumaktadır.

İnsan Hakları ve Normatif Söylem

  • Pinochet dönemine verilen ABD desteği, günümüzde Amerikan dış politikasının normatif tutarlılığı açısından eleştirilere konu olmaktadır. Şili’de insan hakları, toplumsal hafıza ve anayasal adalet vurgusunun seçim süreçlerinde öne çıkması, ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik demokrasi ve insan hakları söylemini yeniden çerçeveleme ihtiyacını gündeme getirmektedir.

Pinochet Döneminin Güncel Siyasal Tartışmalara Etkisi

  • Şili siyasal yaşamında Pinochet dönemi, bir yandan ekonomik başarı söylemleri üzerinden savunulurken; diğer yandan otoriterlik, eşitsizlik ve toplumsal travma üzerinden sert biçimde eleştirilmektedir. Bu ikili miras, seçim kampanyalarında ideolojik kutuplaşmayı derinleştirmekte ve Şili’yi ABD açısından Latin Amerika’daki siyasal eğilimleri okumak için kritik bir örnek hâline getirmektedir.

5. ABD Açısından Derinleştirilmiş Analiz: Tarihsel Süreklilik, Boric Dönemi ve Yapısal Etkiler

Allende-Pinochet-Boric Sürekliliği

Şili’nin modern siyasal tarihi, ABD açısından üç temel dönem üzerinden okunabilir: Allende’nin demokratik sosyalizmi, Pinochet’nin otoriter neoliberalizmi ve Boric’in demokratik-sosyal dönüşüm arayışı. Allende dönemi, ABD için ideolojik bir tehdit olarak algılanmış ve doğrudan müdahaleci politikalarla karşılanmıştır. Pinochet dönemi, ABD’nin güvenlik ve ekonomi temelli çıkarlarıyla uyumlu, ancak normatif açıdan sorunlu bir ortaklık modelini temsil etmiştir. Gabriel Boric’in iktidara gelişi ise, bu iki uç arasında yeni bir siyasal formu ifade etmiştir: demokratik meşruiyet zemininde yükselen, ancak neoliberal statükoyu sorgulayan bir sol yönetim. Bu süreklilik, ABD’nin Latin Amerika politikalarında zaman içinde değişen araçlara rağmen temel hedeflerin (istikrar, serbest piyasa erişimi ve jeopolitik nüfuz) büyük ölçüde korunduğunu göstermektedir.

Boric Yönetimi ve ABD: Yumuşak Meydan Okuma

Gabriel Boric yönetimi, ABD açısından klasik bir “düşman” ya da açık bir stratejik rakip olarak değil; daha çok normatif ve yapısal bir meydan okuma olarak değerlendirilmiştir. Boric’in insan hakları, çevre politikaları, sosyal devlet ve anayasal reform vurgusu, ABD’nin Latin Amerika’daki neoliberal kalkınma anlatısını dolaylı biçimde sorgulamaktadır. Bu durum, uluslararası ilişkiler literatüründe “yumuşak meydan okuma” (soft challenge) kavramıyla açıklanabilir. Boric yönetimi, ABD karşıtı sert söylemlerden kaçınmakla birlikte, Washington Uzlaşısı’nın temel varsayımlarını aşındıran bir siyasal pratik ortaya koymuştur. Bu da, ABD’nin bölgedeki ideolojik liderliğini sembolik düzeyde zayıflatmaktadır.

Ekonomik Yapı ve Bağımlılık Tartışmaları

Şili ekonomisi, Pinochet döneminden itibaren küresel piyasalara yüksek derecede entegre olmuş; özellikle bakır madenciliği, finans ve enerji sektörlerinde ABD sermayesi önemli bir aktör hâline gelmiştir. Boric yönetiminin vergi reformları, çevresel düzenlemeler ve kamusal harcamaları arttırma yönündeki politikaları, bağımlılık teorisi çerçevesinde merkez-çevre ilişkilerinin yeniden müzakere edilmesi anlamına gelmiştir. ABD açısından bu süreç, doğrudan ekonomik kayıptan ziyade uzun vadeli yapısal bir risk olarak değerlendirilmiştir. Zira Şili’de neoliberal modelin demokratik yollarla revize edilmesi, benzer taleplerin bölgedeki diğer ABD müttefiklerinde de meşruiyet kazanmasına yol açabilir.

Anayasa Süreci ve Kurumsal Dönüşümün ABD’ye Etkileri

Boric döneminde gündeme gelen anayasal reform süreci, Pinochet rejiminin en kalıcı miraslarından biri olan anayasal çerçevenin sorgulanmasını temsil etmiştir. Her ne kadar anayasa referandumu beklenen sonucu vermemiş olsa da, sürecin kendisi Şili toplumunda neoliberal düzenin kurumsal temellerine yönelik güçlü bir eleştiri üretmiştir. ABD açısından anayasa tartışmaları, kısa vadede istikrarsızlık riski olarak algılansa da, uzun vadede demokratik kurumsallaşmanın derinleşmesi hâlinde öngörülebilir ve meşru bir ortaklık zemini yaratma potansiyeli taşımıştır. Bu ikili algı, ABD’nin Şili politikasındaki temkinli yaklaşımı açıklamaktadır.

Normatif Güç, İnsan Hakları ve Tarihsel Hesaplaşma

Pinochet dönemine verilen ABD desteği, günümüzde Amerikan dış politikasının normatif tutarlılığına yönelik eleştirilerin merkezinde yer almaktadır. Boric yönetiminin tarihsel hafıza, insan hakları ve mağdurların tanınması konularına verdiği önem, ABD’nin geçmiş politikalarının yeniden gündeme gelmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda, Şili, ABD için yalnızca bir dış politika dosyası değil; aynı zamanda geçmiş müdahalelerin uzun vadeli sonuçlarını gözlemleyebileceği bir “ahlaki laboratuvar” işlevi görmektedir.

6. 2025 Seçimlerinde Trump Etkisiyle Cast’ın Zaferi

Şili’de ikinci turu 15 Aralık 2025 Pazar günü düzenlenen Başkanlık seçimlerini, yüzde 58,2 oya ulaşan Cumhuriyetçi Parti’nin aşırı sağcı adayı 59 yaşındaki avukat Jose Antonio Kast kazanmıştır. Kast’ın rakibi olan Şili İçin Birlik adayı ve iktidar partisinin desteklediği solcu Jeannette Jara ise oyların ancak yüzde 41,8’ini alabilmiştir. Şili’de Pinochet dönemine sempati besleyen aşırı sağcı bir adayın rekor düzeyde oyla seçilmesi, kuşkusuz ABD’de iktidarda olan Donald Trump yönetiminin etkisinden bağımsız düşünmek doğru olmayacaktır. Zira Arjantin’de Javier Milei’yi yeniden seçtirmeyi başaran Trump yönetimi, Şili’de de taşları Kast’ın seçilmesi için döşemiştir.

Şili seçim sonuçları

Mart 2026’da görevine başlayacak olan Kast, aşırı muhafazakâr ve sağcı bir liderdir. 2021 seçimlerinde de aday olan Kast, Gabriel Boric’e geçilmiş ve 5 sene boyunca bu seçimlere hazırlanmıştır. Koyu Katolik ve inançlı bir lider olan Kast, Şili’de Pinochet dönemine mirasına sahip çıkmakta ve 1973 darbesini açıkça savunmaktadır. Kast, ötenazi, kürtaj, eşcinsel evlilikleri ve göç konusunda da gayet katı ahlaki bir duruşa sahiptir ve bu nedenle genelde “aşırı sağ” kategorisinde değerlendirilmektedir. Buna karşın, Kast, kendisini “demokrat” olarak nitelendirmekte ve meclisin onaylaması durumunda eşcinsel evliliklere karşı çıkmayacağını bildirmektedir. Kast’ın aile köklerinin Nazilere dayanması da bir diğer önemli tartışma konusudur.

Kast ve Milei

Seçim kampanyası döneminde suçla sert mücadele, ABD ile yakın ilişkiler, resmi koruma altında olmayan göçmenleri geri göndermek ve ekonomiyi canlandırma sözleri veren Kast, seçilmesinin ardından başkent Santiago’da yaptığı konuşmada seçilmesinin “otoriterlik” anlamında geldiği görüşüne karşı çıkmıştır. Seçimler, Şili’yi deArjantin, Bolivya, Kosta Rika, Ekvador, El Salvador ve Panama’nın ardından Latin Amerika’da soldan sağa doğru kesin bir dönüş yapan son ülke konumuna getirirken, önümüzdeki yıl Peru, Kolombiya ve Brezilya’da yapılacak seçimlerde de Trump (ABD) etkisiyle sağın daha da güçlenmesinden endişe edilmektedir.

Genel Değerlendirme ve Sonuç

2025 Şili seçimleri ve aşırı sağ eğilimli muhafazakâr aday Jose Antonio Kast’ın Cumhurbaşkanlığı, Pinochet döneminde inşa edilen siyasal ve ekonomik düzenin demokratik yollarla yeniden müzakere edildiği tarihsel bir momentumu temsil etmektedir. ABD açısından ise, bu süreç, Washington’ın kıta üzerindeki etkisini yeniden tesis ettiğinin ve Monroe Doktrini’ni yeniden uygulamaya soktuğunun somut bir kanıtıdır. 2025 ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde de vurgulanan bu husus, önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerle birlikte Latin Amerika üzerinde kesin bir Amerikan hâkimiyetine dahi dönüşebilir. Bu nedenle, Çin gibi etkili diğer uluslararası aktörlerin bölgede yeniden etkinlik kazanması şarttır. Son söz ise, Şili, hem geçmişin gölgeleriyle hesaplaşan bir ülke, hem de ABD’nin bölgesel hegemonya anlayışının sınandığı kritik bir vaka olarak akademik analizler için merkezi konumu ve önemini korumaktadır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ & Oğuzhan MANİOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.