PROPAGANDANIN POLİTİKADAKİ ÖNEMİ VE TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

upa-admin 03 Ağustos 2015 1.860 Okunma 0
PROPAGANDANIN POLİTİKADAKİ ÖNEMİ VE TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

Bilgi, tarihten bu yana insanoğlunun en önemli aracı olagelmiştir. Bilginin ve düşüncenin getirdiği ikincil araçlar sayesinde insanlık gelişmiş, hatta belki de bu sayede insanlar birbiri üzerinde hüküm kurmuştur. Yine bilgi yoluyla elde edilen gereçlerle savaşlar kazanılmış ve ideolojiler üretilmiştir. Bilgi, kuşkusuz insanoğlunun günümüze gelmesindeki yegâne unsurdur. Bilindiği üzere günümüz dünyasında en önemli güç yine bilgidir. Bilgi sayesinde insanlık ya hayat standartlarını güçlendirir ya da başkalarının hayatını anlamsız kılmak için uğraşır. Bu bilgiler ışığında, bilgi hem yararlı, hem de zararlıdır. Günümüz koşullarında bilginin kullanımı önem arz eder.

Propaganda, bilginin uzantısı ve bir aracıdır. Propaganda genel olarak bir zümre ya da topluluğa bilgi ekmek amacıyla onların düşünce ve davranışlarını belli bir konuma getirmeye yarayabilmekle birlikte, bazı kişilerin ya da bir yöneticilerin kendi kararlarını doğrulamak için kullanılmaktadır. Bilginin de önemine atfen, günümüz dünyası ve özellikle siyasetinde propaganda olmazsa olmaz bir konumdadır. Propaganda, ülkelerin yumuşak gücüne dair yönelimler yarattığı gibi, ülkelerin menfaatlerini gerçekleştirmekte de çok büyük önem arz eder.

Propaganda, tarih kadar eskidir ve özellikle büyük savaşlarda hunharca kullanılmıştır. Propagandayı çok iyi kullanmış ve iletişim sınıflarında okutulan Goebbels, Nazi Almanyası’nın içte ve dışta büyük kitlelere ulaşmasında başarılı olmuş ve döneme damgasını vuran siyaset yapılanmasını bir nevi pazarlamıştır. İşin kara mizah tarafı, Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı olarak görev yapan Goebbels’in başarısının, milyonlarca insanın hayatına mal olmasıdır. Yine iç politikada Yahudi düşmanlığını bir siyasi araç gibi kullanan Goebbels, dış politikada da Hitler’in Rusya’ya karşı hiç dinmeyen öfkesini kullanıp, yeri geldiğinde Avrupalı güçleri komünizmi bitirmek göreviyle uyutmuş ve oyalamıştır. Bilindiği üzere Hitler, kendi menfaatleri doğrultusunda Rusya ile anlaşmış, ancak Yahudi icadı olarak gördüğü komünizmi yenmek pahasına kendi sonunu getiren hamleyi uygulamıştır. Rusya’ya öfkesi o kadar büyüktür ki, aynı anda iki cephede savaşmayı göze almıştır.

Günümüz siyasetinde iç ve dış politikanın birbirini hayli etkilediğini de hesaba katarsak, iç politikada uygulanan propaganda gelip eninde sonunda dış politikada ayağa dolaşır ve yahut onu özgürleştirir. Ülkemizde propagandayı çok iyi kullanan AKP ise, iç siyasetteki söylemleriyle dış politika yönelimini yakınlaştırmak noktasına er ya da geç geleceğini belki hesaba katmamış olmak suretiyle, şu anki iç ve dış söylemleri çok büyük yakınlık arz etmektedir. Dış politikada uyguladığı Kürtlerin gelişmekte olan itibarlarını ve devlet kurma yönelimlerini engelleme çabası iç politikada da son bir yıl içerisinde bazı aksaklıklara yol açmış, son olarak uzun bir aradan beri PKK’nın çatışmasızlık halini bozmasına sebep olmuştur. Ülke dışında savaş açtığı Kürtlerle içeride barış yapmak gibi naif bir düşünceye kapılmıştır. İç politikada uyguladığı din ekseninde uyguladığı ve dinden nemalanan propaganda, Türkiye’yi dışta adeta herhangi bir Orta Doğu ülkesi konumuna getirmiş ve modern, laik ve demokrat itibarını zedelemiştir.

Propaganda öyle bir silahtır ki, başlattığınız ya da ektiğiniz her fikir toplumun evsafına göre yeşerir ve büyür. Eğer ekilmiş fikir çok güçlü ve toplumun istismarına açık ise, onun önünü almanız çok zor olur. Milliyetçi ve kutuplaştırıcı propaganda, toplumun eninde sonunda radikalleşmesi ile son bulur. Bu nedenle Türkiye’nin AB üyeliği, her ne kadar AB’nin de hataları olsa da, son 7 senedir rafa kalkmış durumdadır. Hem AB, hem de hükümet ilişkilerde bu soğumayı bilimsel ve yapıcı verilere dayandırmaktan çok, toplumlarını kısa vadede mobilize edecek ancak uzun vadede ilişkilerin gelişimine ket vuracak evsafta açıklama eğilimindedirler. AB’deki bazı ülke yöneticileri Türkiye’yi bir Müslüman toplum olarak tanımlayıp, İslamofobya’yı kullanırlarken, Türk yetkililer ise AB’nin bir Hristiyan kulübü olduğunu ve ülkemizi sadece kendi menfaatleri doğrultusunda kabul edeceklerini yinelerler.

AB ise gerçekte bir medeniyet projesidir ve Avrupa demokrasisi ve barışına büyük katkılarda bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu andan itibaren yüzünü Batı’ya dönmüş ve her türlü medeniyet projesinde var olma eğilimi içinde olmuştur. Meltem Müftüler-Baç’ın da bundan 7 sene önce belirttiği gibi; çıkmaza giren Türkiye-AB ilişkileri, ikili çıkarlar doğrultusunda gelişmek durumda ve Türkiye’nin AB’ye üyeliği nihayete ermek zorundadır. Hem AB’nin Orta Doğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika coğrafyasında Türkiye’nin hayli iyi seviyede olan yumuşak gücünü kullanma gereksinimi, hem de Türkiye’nin daha modern ve demokratik, insan haklarına saygılı bir ülke olma ihtiyacı sebebiyle, Türkiye bir an önce AB’ye tam üye olmak zorundadır. Gerçi karşılıklı ekilmiş olumsuz fikirler ve yürütülen propaganda, Türkiye’nin AB’ye üyeliğini çıkmaza sokmuş ve Türkiye’nin bu üyeliğe yönelik hevesini çok asgari ölçülere indirmiştir.

Propagandanın ilk hali bilgidir. Bilgi gibi, propaganda da iyiye hasıl olabileceği gibi, insanlık için zararlı sonuçları da getirebilir. Tarihte bilgi ve propaganda iyiye kullanıldığı gibi, kötü amaçlar için de kullanılmıştır.  Bunun en iyi örneği, yukarıda da bahsedildiği ölçüde Nazi propagandasıdır. Ancak insanoğlu, günümüzde kendini iyi yöne sevk edecek politikalara ve propagandalara ihtiyaç duyar.  Dış politikada da propaganda yumuşak gücün bir gereği olarak insanoğlunun barışa ve sevgiye olan özlemi doğrultusunda kullanılmalıdır.

 

Basri Alp AKINCI

KAYNAKÇA

  • Meltem Muftuler-Bac (2008), “The European Union’s Accession negotiations with Turkey from a Foreign Policy perspective”, Journal of European Integration, 30, no: 1, March 2008, ss. 63-78.

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.