Bu eser (Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi), Osmanlı Devleti’nin en sancılı dönemlerinde, en büyük sorunların yaşandığı coğrafyalarda, yıllarca çeşitli bürokratik görevlerde bulunmuş, İttihat ve Cemiyeti üyesi Tahsin Bey’in hatıratıdır. Tahsin Bey’e, Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk tarafından “Uzer” soyadı verilmiştir. Eser, oğlu Celalettin Uzer tarafından yayına hazır hale getirilmiş, Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından ilk baskısı 1979, ikinci baskısı 1987 ve üçüncü baskısı 1999 yılında yapılarak yayınlanmıştır. Bu yazıda tanıtılacak olan, söz konusu eserin 1999 yılındaki üçüncü basımıdır. Dönemin olaylarını tarih kitaplarının soğukluğundan çıkarıp, o dönemin gündelik hayatı içerisinde anlatması açısından oldukça önemli bir kitaptır. Yaşanılan olayları ve dönemde verilen kararları çok daha rahat anlayabilmeyi sağlamaktadır. Bir hatırattan çok, Türk siyasi hayatı ile ilgili bir eser konumundadır.
Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi
Kitap, üç temel kısımdan oluşmaktadır. İlk kısım Tahsin Bey’in biyografisi, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girişi ve ilk bürokratik görevlerini kapsamaktadır. Tahsin Bey, hatıratının ikinci kısmına ilk olarak Makedonya’yı anlatarak başlar. Makedonya tarihi ve Osmanlı Devleti’ne katılma süreci hakkında bilgiler verdikten sonra, eserin kilit olaylarından 1903 Bulgar ayaklanmasından bahseder. Tahsin Bey, ayaklanma sırasında Razlık Kaymakamı olduğu için olaylara en yakın olan isimlerden birisidir. 1903 yılından 1912 Birinci Balkan Savaşı’na kadar yaptığı görevleri ve bulunduğu coğrafyaları anlatarak ikinci kısma devam eder. İkinci kısım Birinci Balkan Savaşı ve sonrasında Tahsin Bey’in merkezdeki görevleri ile son bulur. Tahsin Bey’in oğlu Celalettin Uzer, hatıratın ikinci cildini yayına hazırlamayı planlamıştır. Üçüncü kısım, aslında planlanan ikinci cildin bir özeti durumundadır. Bu nedenle kısa tutulmuştur. Üçüncü kısım, Tahsin Bey’in Malta adasına sürülüşüne kadar anlatır. Kitap, son olarak, Tahsin Bey’e ait fotoğraflarla son bulur. Fotoğraflar dışında, kitabın içerisinde Tahsin Bey’in telgraf yoluyla yaptığı yazışmalarının çoğunun orijinal metinleri de yer almaktadır.
Tahsin Bey, 1877 yılında Selanik’te dünyaya gelmiştir. Maddi açıdan hemen hemen hiçbir ciddi sorunla karşılaşmadan büyümüştür. Tahsin Bey’in 11 kardeşi daha dünyaya gelmiş, fakat sadece iki kardeşi hayatta kalabilmiştir. Ablası Emine Hanım, Tahsin Bey ve Kardeşi Hüseyin Bey annelerinden çok ilgi görerek büyümüştür. Tahsin Bey’in özellikle dayıları nüfuslu kişilerdir. Hatıratın ilerleyen kısımlarında Tahsin Bey’in devlet görevlerinde dayılarının ne gibi faydaları olduğu anlatılmaktadır. Tahsin Bey henüz 6 yaşındayken babası vefat etmiştir. Başarılı bir tahsil hayatı olmuştur. İlk öğrenimini birincilikle bitirdikten sonra Askeri Rüştiye’ye devam etmiştir. Daha sonra bir başarısızlık anında Askeri Rüştiye’yi kendi rızası ile bırakarak Mülkiye Mektebi’ne geçmiştir (ss. 2-5). Tahsin Bey, Mülkiye Mektebi’nin üçüncü sınıfındayken İttihat ve Terakki Cemiyeti, Tıbbiye ve Mülkiye Mekteplerinde görünür hale gelmiş, hayli taraftar toplamaya başlamıştır. Tahsin Bey de Tıbbiye Mektebi’nin son sınıfından Selanikli Uzun Emin Bey’in tavsiyesi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmiştir. Cemiyet geleneğine uygun olarak Tahsin Bey’e 129 numara verilmiştir (s. 10). Artık Tahsin Bey’in hayatı asla eskisi gibi olmayacaktır…
Tahsin Bey
Tahsin Bey, İkinci Abdülhamit yönetimine karşı büyük bir nefret beslemektedir. Hatta bu nefretin etkisiyle “fedai” olmaya karar vermişken, hastalanır ve hava değişimi sebebiyle İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalır. Bu hastalığı atlatsa da, uzun yıllar Tahsin Bey’e “verem” olduğuna dair bir paranoya hakim olmuştur. İstanbul’a dönüşünde Tahsin Bey tekrar Cemiyet ile birlikte çalışmaya başlamıştır. Dağıtımı İstanbul hükümetince yasaklanmış yönetim karşıtı ilanlar ve bildiriler dağıtmıştır (s. 12). Bu süreçte Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi durum hakkında da bilgiler veren Tahsin Bey, Rumeli’de isyanların ilk belirtilerinin başladığını belirtmektedir. Sadece Rumeli’de değil, özellikle Tıbbiye ve Mülkiye Mektebi öğrencileri arasında olmak üzere İstanbul’da da yönetime karşı huzursuzluklar artmaya başlamıştır.
Mülkiye Mektebi’nden mezun olduğu sıralarda yüksek tahsil için sınavlara hazırlanan Tahsin Bey, bir yandan da Cemiyet için çalışmaya devam etmektedir. Bu sırada basılması ve dağıtılması yasak evraklarla birlikte yakalanır. Tutuklanır ve sorgusunda işkenceye uğrar. Suçu ispat edilemeyince, Nahiye Müdürü olarak Pürsıçan’a (Prüsçan) sürülür. Bu sırada 19 yaşındadır ve bu tarz görevler için çok küçük olduğundan dolayı türlü zorluklarla karşılaşır (ss. 19-20). İdari görevleri sırasında karşılaştığı siyasi, bürokratik ve sosyal sorunları ayrıntıları ile anlatan Tahsin Bey, dönem ile ilgili önemli ipuçları vermiştir. İlk zamanlarda gittiği her bölgede imkansızlıklarla boğuşan Tahsin Bey’in zorluklarına, ilerleyen yıllarda, Bulgar çetelerinin faaliyetleri ve isyanlar da eklenmiştir.
Pürsıçan’daki görevi başta olmak üzere, Tahsin Bey, gittiği birçok yerde imara ve okullaşmaya çok önem vermiştir. Çoğu yerde bölgenin kendi imkanlarıyla, bazen de merkezden destek olarak belediye ve kolluk kuvvetlerinin binalarını yenilemiş, okullar ve ticaret alanları açmıştır. Kız mektepleri ve sanayi mektepleri ile çalıştığı bölgelerin kaderinde uzun vadeli değişimler yaratabilmiştir. Bölgeler hakkında bilgi verirken objektif davranmaya özen göstermiş, gerektiği yerlerde Bulgar çeteleri zulmünü, gerektiği yerlerde de zaptiye ve jandarma zulmünü anlatmıştır (s. 31). Makedonya’daki Bulgar ulusçuluğunun büyük kısmının kötü yönetim yüzünden olduğu düşünmektedir ve bundan dolayı bölge gençlerini “Abdülhamit ve yönetimi aleyhinde” yetiştirmiştir (s. 56). Rumeli’nde sürekli gezen ve bir bölgede neredeyse 2 sene görev yapmadan tayin edilen Tahsin Bey, bu durumunu başarısına borçludur. Çünkü Rumeli kaynamakta ve iyi yöneticilere ihtiyaç duymaktadır. Tahsin Bey, gittiği her yerde yaptığı faaliyetleri ayrıntılı olarak, binaların yapımında kullanılan taş-toprak miktarına kadar hatıratında anlatmıştır.
Tahsin Bey’in bölgede görevli olduğu dönemde Makedonya, Bulgaristan sınırında olduğu için ayrı bir önem teşkil etmektedir. 1900’lü yılların başında Selanik vilayetinin tümüne, Kosova ve Manastır vilayetlerinin Arnavutluk’tan geri kalan kısmına Makedonya denilmiştir. Makedonya’ya Osmanlı Devleti’nce istisna bir yönetim şekli verilmiştir. Bu yönetim şekli “Vilâyât-ı Selâse Umumî Müfettişliği” (Üç Vilayetler Genel Müfettişliği) adını almıştır (s. 81). Çeteler ve Türk kuvvetleri arasındaki çatışmalar şiddetlendikçe, Makedonya’nın durumu uluslararası camianın dikkatini çeker hale gelmiştir. Özellikle Rusya ve Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ne, Makedonya’da özerk bir idare kurulması konusunda baskıları olmuştur. Baskılar netice vermiş ve Makedonya’da umumi valilik derecesine sahip bir umumi müfettişlik kurulmuştur. Makedonya maliyesi İstanbul’dan ayrılmış, büyük devletlerin Makedonya’nın mali kontrolü için delegeler göndermesine izin verilmiştir. Fakat düzenlenen reformlara rağmen Makedonya’da huzur sağlanamamıştır. (s. 84). Şiddetin durmaması üzerine, bu sefer sadece Rusya ve Avusturya değil, İngiltere de konuya dahil olmuştur. Bulgaristan Kralı Ferdinand ile yakın dost olan Londra Balkan Komitesi Başkanı Lord Boxstone, Osmanlı Devleti’ni elinden geldiğince köşeye sıkıştırmak istemiştir. Lord Boxstone, 1907 yılında Reval’de Makedonya’nın geleceği ile ilgili bir toplantı ayarlamayı başarmıştır. Reval Toplantısı adeta Makedonya’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılışının ilanı olmuştur. Reval Toplantısı kararlarının kabulü için Rum ve Bulgar çeteleri ile Bab-ı Alî’ye baskı yapılmıştır (ss. 85-87). Böylece, şiddetin bitmesi için adım atıldığı söylenilen hareketler neticesinde şiddet daha da tırmanmış ve Rumeli kaynayan bir kazana dönmüştür. Bu olaylar sırasında İttihat ve Terakki’nin tutumunu Tahsin Bey hatıratında açıklamıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti Makedonya’daki yabancı subaylardan ve konsoloslardan destek görmüş, Meşruti rejimin kurulması konusunda Bulgar ve Yunan komitecileriyle görüşmüş, Etnik-i Eterya adlı Yunan cemiyeti dışında bütün komitalarla fikir birliğine varmıştır. 16 Haziran 1908 ‘de Kolağası Resneli Niyazi Bey, Resne dağlarına çıkarak isyan etmiş, Meşrutiyet rejimine dair ilk ayaklanmayı gerçekleşmiştir. Resneli Niyazi Bey, yeraltı bağlantılarını iyi kullanarak çeteleriyle kurduğu ilişkiler ile ünlenmiş bir İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesidir (s. 90). Sonuçta, 1876 yılında ilki ilan edilen ama rafa kaldırılan Meşrutiyet’in ikincisi 23 Temmuz 1908’de ilan edilmiştir. Meşrutiyet’i tebrik için yabancı ülkelerden çok sayıda temsilcinin Osmanlı Devleti’in geldiğini Tahsin Bey söylemektedir (s. 93). Meşrutiyet, karşıt hareketini de beraberinde getirmiştir. Çok geçmeden Rûmi takvime göre 31 Mart 1325 yılında olduğu için 31 Mart Vakası olarak bilinen fakat Hicri takvime göre 13 Nisan 1909’a denk gelen irtica hareketi gerçekleşmiştir. “Din elden gidiyor” sloganları ile toplanan kalabalık, Meşrutiyet ile yürürlüğe giren anayasanın, yani Kanun-i Esasi’nin kaldırılmasını ve yeniden şeriat kurallarına göre yönetilmelerini talep etmiştir (ss. 94-95).
Meşrutiyet’in ilanının temel taşı olan Rumeli toprakları, Meşrutiyet’in korunmasında da en önemli role bürünmüştür. Rumeli’nden çıkan, içerisinde daha önce adı geçen Resneli Niyazi Bey ve kuvvetlerini de barındıran, ayrıca kurmay subaylarından biri Mustafa Kemal olan Hareket Ordusu, irtica hareketlerini bastırmak üzere İstanbul’a doğru yola çıkmıştır. Gönüllü Rumeli halkından oluşan Hareket Ordusu ile 31 Mart Vakası bastırılmıştır. Hareket Ordusu’na Rumeli’nde en çok destek veren idarecilerden biri Tahsin Bey’dir. Tahsin Bey de Enver Paşa ile birlikte Rumeli dağlarında çetelerle savaşmıştır. 31 Mart isyanının Hareket Ordusu tarafından bastırılması, Sultan Abdülhamit’in tahttan düşürülüp yerine Mehmet Reşat Efendi’nin “Sultan Beşinci Mehmet” adıyla tahta çıkarılmasına sebep olmuştur (11 Nisan 1909). Tahsin Bey her ne kadar “Abdülhamit’e olan nefretim” adıyla hatıratında bir başlık açmış olsa ve çalıştığı bütün bölgelerdeki gençleri Abdülhamit karşıtı olarak yetiştirmekle övünse de, Abdülhamit’in, tahttan indirilişinde gösterdiği büyüklüğü övmeden de geçememiştir (ss. 95-96).
Tahsin Bey, Makedonya’yı anlattığı bölümde yaşanan siyasi olaylara ayrıntılı olarak yer vermiştir. Rumeli’nde Osmanlı Devleti’nin düştüğü aciz durumlardan başlayarak 93 Harbi’ni hazırlayan ortamı anlatarak kronolojik bir sıra takip etmiştir. Bu bölüm hatırattan bir miktar ayrılarak kişisel anılardan çok bir dönem hafızasına hitap etmektedir. İkinci kısmın ikinci bölümünde tekrar kaymakamlık günlerine dönen Tahsin Bey, Bulgar çeteleri ile nasıl baş etmeye çalıştığını anlatır. Tahsin Bey, şiddeti bir nebze olsun azaltabilmek adına imkansız denileni yapmış ve görevli olduğu bölgede büyük miktarda silah toplamıştır. Bu şekilde, kısa bir dönem bölgede kan dökülmesi azalmıştır. Çabaları İstanbul hükümeti tarafından da fark edilmiş, çok defa takdire layık görülmüş ve nişanlar kazanmıştır. Bu nedenle de, sorunlu bölgelere Tahsin Bey’i göndererek çözüm bulmaya çalışmışlardır.
1903 Bulgar ayaklanması sırasında Tahsin Bey hayatının en tehlikeli dönemlerini geçirmiştir. Birçok çatışmadan ve suikastten kurtulmayı başarmıştır. Bulgar çetelerini iyi tanıyıp, onları kendi yöntemleri ile yenmeye çalışmıştır. Kimi zaman başarı sağlasa da, bu yöntem Osmanlı Devleti’ni Rumeli’de çözülmekten kurtaracak kadar etkili olmamıştır. Ve nihayetinde Balkan Savaşları ile Rumeli’nin tamamen kaybedilmesi, Tahsin Bey’i İstanbul’a dönmek zorunda bırakmıştır. Kısa bir süre Beyoğlu mutasarrıflığı ve polis müdürlüğü yapan Tahsin Bey, bu görevinde Rumeli’de çetelerle savaştığı zamandan daha çok yorulduğunu belirtmektedir. Çünkü İstanbul, Rumeli’nden daha az karışık değildir. Tahsin Bey’in Van valiliği ile başlayan üçüncü kısım, daha önce belirtildiği üzere özet olarak verilmiştir. Tahsin Bey’in Malta Adası’na sürülüşü ve oradan dönüşü sonrasında hatırat son bulmaktadır.
Tahsin Bey, ilk zamanlarda Mustafa Kemal’in görüşünü paylaşmadığı için duyduğu pişmanlığı dile getirmiştir. Fakat daha sonra Mustafa Kemal ile yakın arkadaş olmuşlar, hatta “Uzer” soyadını bizzat Mustafa Kemal Tahsin Bey’e vermiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra İzmir, Ardahan, Erzurum ve Konya mebusluğu yapmıştır. Sultan Reşat döneminde Erzurum valisi iken hatıratını kaleme almıştır. Bu nedenle, elimizde Erzurum valiliğinden sonraki dönemle ilgili hatırat yoktur. Kalan kısmı oğlu tamamlamıştır. Hayatı mücadele ile geçen Tahsin Uzer, 3 Aralık 1939 günü vefat etmiştir.
Sonuç olarak, bize bıraktığı bu eseri ile Tahsin Bey bir insan yaşamının mücadelesinin sadece maddiyat mücadelesi olmadığını göstermiştir. Yıllar sonra bir çırpıda okunan olayların, o döneme geri dönüp içerisinde yaşamanın nasıl olduğu hissettirmiştir. Tarihi olayları öğrenmenin en kalıcı ve akıcı yönü hatıratlardır. Tahsin Bey’in eseri de bu iddiayı doğrular niteliktedir. Tahsin Bey, objektif olma kaygısı güttüğünü belirtse ve bunu yer yer gösterse de, akademik bir çalışma değil, hatırat okunduğu hep akılda tutulmalı ve değerlendirme ona göre yapılmalıdır.
Özge KOBAK