Geçen Perşembe günü itibariyle, İran’ın ikinci metropolü olan Meşed kentinde devlete ve rejime karşıt bazı gösteri ve ayaklanmalar patlak verdi. İtirazların devamı neticesinde, olaylar çok kısa sürede Kum, Kirmanşah, Yezd, Kazvin ve bazı diğer şehirlere de sıçradı. Protestoların herhangi bir parti ve yahut sivil toplum örgütü tarafından koordine edilmesi ve düzenlenmesi söz konusu değildir. Hatta bununla birlikte, herhangi bir politikacı tarafından da halka çağrı yapılmamıştır. Dolayısıyla, gerçekleşmiş olan protestoların temelinde, halkın ekonomik sıkıntılara karşı isyanı ve iç ve dış politika sorunları bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, İran ile P5+1 ülkelerinin yaptığı nükleer anlaşma sonrası, iktidarda olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, verdiği ılımlı demeçler ve doğru kararlarla ikinci dönem Cumhurbaşkanlığını da kazanarak yönetimi ele almıştı. Fakat Ruhani, son aylarda, Donald Trump Başkanlığındaki ABD’nin yeni yaptırımları ve İran’a yönelik tehditleri sonucunda kendisini tehlike çanlarının çaldığı yeni bir tedirginlik ve şüphe ortamında bulmuştur. Dolayısıyla, İran, yabancı yatırımcıları ikna etmekte yetersiz kalmıştır. Bu durum karşısında ekonomik sıkıntıların gitgide artmış olduğunu ve problemlerin üstesinden gelemeyeceğini anlamış olan İran yöntimi, 2018 (1397 güneş yılı) bütçe açığını kapatmak amacıyla bir sürü ağır düzenleme ve uygulamalara başvurmak zorunda kalmıştır. Enflasyonun olumsuz etkisinin yanında, resmi istatistiklere göre yüzde 14’lere dayanmış olan işsizlik oranını da ayaklanmaların ana sebepleri arasında görmek mantıklıdır. Ayrıca medeni hakların kısıtlı olması, insanların yaşam tarzlarına (örtü, giyim-kuşam vs.) yönelik baskılar ve kadınlar ile erkekler arasındaki ilişkilerde -devlet katında- evrensel medeni hakların değil, şeriat yasalarının dikkate alınması da diğer etkenler arasındadır.
Bu açıdan yapılan itirazları değerlendirdiğimizde, protestoların ilk günlerdeki iç mahiyeti haklı görünmekle birlikte, gösteriler, rasyonel bir içerik de taşımaktadır. Fakat sonraki günlerde kameralara yansıyan protestoların içeriği, açıkçası başka bir anlamı da gözler önüne seriyor. İran siyaset arenası, hatırlanacağı üzere en son 2009 yılında çok kapsamlı protestolara tanık olmuştur. O günlerde, reformcu kanadın desteklenmesi uğruna birçok üniversite öğrencisi, sendikacı ve her kesimden muhalif kişiler itirazlarını temelcilere (Usulgeralar) karşı gerçekleştirmişlerdi. Ancak şimdilerde, ülkenin iki önemli siyasi kanadı olan reformistler ile radikaller bile halkın hedef noktası haline gelerek, halkın tepkisinden nasiplerini -söylenen sloganlar yoluyla- almışlardır.
İran’ın ekonomik ve siyasi yapısı yıllardan beri başbelası olan bir rant sorunuyla karşı karşıyadır. İdari rantların yanında, yolsuzluklar ve ambargolar ve bunlarla birlikte ambargolar nedeniyle yıllardan beri alışagelmiş olan kara para aklama olayları ve hortumlamalar (Khavari ve Zencani gibi kişiler ve Caspian ile Alburz kredite kurumları vs.), gitgide İran siyasetinin içini çürütmüştür. Rantçıların birçoğunun devlet kademelerinde görev almalarından dolayı, araştırma, değerlendirme ve yargılama süreçleri ya hiç başlamamış, ya da başladıysa da bir sonuca varamamıştır.
Dış siyasette ise, politik rekabette dengeleri lehine kurmak veya kendi ekseninde bulundurmak amacıyla başka ülkelere herhangi bir desteğin yapılmasının halk tarafından algılanması zor olduğu gibi, yersiz yatırımlar ve harcamalar yapılması anlamını da taşımaktadır. Bundan dolayı, halkın sloganları arasında Filistin, Suriye, Yemen, Lübnan gibi ülkelere İran devleti tarafından stratejik amaçlı maddi desteğin sağlanması da son günlerde hoş karşılanmayarak bir eleştiri konusu haline gelmiştir. Bu faktörlerin hepsi, son birkaç günden beri gündem meselesi olan protestoların temel sebepleri olarak dikkate alınmalıdır.
Bilindiği üzere, birçok ülkede gerçekleşmiş olan protestolar, genellikle reformların uygulanması, medeni hakların ele alınması, sosyal-kültürel özgürlüklere olanakların sağlanması bağlamında yapılıyor. Fakat bu kez İran’da yapılmış olan ayaklanmaların iç yüzünde hiç beklenmedik ve rasyonel olmayan sloganlar da dikkat çekmektedir. Şah’a rahmet okuma, geçmişi özlemek, camileri yakmak, türbelere baskın yapmak ve dini konuları alay noktasına getirmek gibi eylemler, hiç beklenmedik bir yaklaşım tarzı olarak bu kez isyancıların yaptıkların arasında görünmektedir. İşte bu açıdan bakıldığında, isyanların menşei, tetikleyici unsurları, özü ve nereye varılacağı pek açık olarak anlaşılabiliyor. Ayrıca geçmiş yıllara bakıldığında, İran’da gerçekleşmiş olan isyan ve ayaklanmaların iç yüzünde siyasi amaçların ve aynı zamanda yöntem ve liderlerin etkisinin olduğu görülmektedir. Oysa bu defa, sanki duygusallık ve intikam dürtüleri mantıklı düşüncenin üzerinde görünüyor. Nitekim bu kez reformist veya radikal kesimden hiçbir lider ve politikacı bile isyanlara katılmamış, tam aksine, gerçekleşmiş olan isyanları da “anarşist mahiyetli” olarak nitelemişlerdir. Son gelişmeleri yakından takip eden yabancı medya mensupları ve siyasi analistler bile olan-bitenleri hayretler içinde seyretmektedirler. Fakat bütün bunlara rağmen, gerçekleşmiş olan protestoları bazı açılardan müspet değerlendirmek ve tehlike uyandıracak derecede destek olduğunu anlamak da mümkündür.
İsyanların ana kaynağında genç nüfusun aktif rol almasıyla birlikte, ülke genelinde güvenlik ve istihbarat kolları bile isyancılara temkinli davranmaktadır. Sloganların içeriği sadece devleti değil, Ayetullah Ali Hamaney başta olmak üzere tüm sistemi (rejimi) hedef almaktadır. Halkın protestoları, kısa sürede medeni isyan kılığından uzaklaşarak anarşist bir yaklaşıma dönüşmüştür. Karakollara, camilere, devlete bağlı olan kuruluşlara, Adliye ve Kaymakamlık binalarına hücum etmek, aslında bir bakıma ülkede rejim değiştirmeye çalışmak anlamına geliyor. Bunun için, üçüncü günden itibaren artık devlet yetkilileri ve özellikle de Cumhurbaşkanı Ruhani, medeni itirazların kabul gördüğünü vurgularken, anarşist yaklaşımlara var güçle karşı geleceklerini açıklamıştır.
İran’daki dini-siyasi yapının otoriter ve yasaların şeriata dayalı olduğunu unutmamak gerekir. Bu yüzden her an patlak verecek olan itirazları göz ardı etmek de doğru olmazdı. Fakat halkın itirazının şu andaki duruma bakıldığında, bunların sonucunun pek de iyi olmadığının farkına varabiliriz. İsyanların yönetim ve yöntemi konusunda herhangi bir siyasi görüş ve liderlik söz konusu olmadığı gibi, halkın bu isyanı, sadece karanlık ve çıkmaz bir sokakta yürümek gibidir. Ortada herhangi bir parti manifestosu yokken, ABD başta olmak üzere İsrail ve bazı ülkelerin isyancıları teşvik etmeleri dikkat çekmekte ve yurtdışında bulunan düşünce gruplarının medya araçlarıyla halkı sadece ayaklanmaya davet ettikleri görülmektedir. Bu durum, ister istemez akıllara Suriye’deki isyanların patlak verdiği olayları getiriyor. Suriye’de de bir lider ve siyasi düşüncenin olmayışı sonucunda, ayaklanmalar sadece embriyo halinde kalmış ve hatta muariz grupların koalisyonu bile halkı yönlendirememiştir. Bu bağlamda, şu anda İran’da yaşanan olaylar aynen Suriye olaylarına benzemektedir. Bu yüzden, ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin isyanlara destek vermesi pek manalı görünüyor.
Trump’ın İran’a karşı politikası gereği, adı geçen ülkeler ile kurulmuş olan “üçgen” (ABD-İsrail-Suudi Arabistan), işte bu noktada bir anlam kazanmaktadır. ABD, günümüz şartlarında İran’ın Ortadoğu’daki denge bozucu politikasını kabullenmediği gibi, Tahran’ı kendi çıkarları açısından da tehlike uyandıracak güçlü ve sistemdışı bir ülke olarak görmektedir. İran, bundan önceki ABD Başkanı olan Barack Obama döneminden beri Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da çok etkin roller üslenmekte ve uluslararası terörizme karşı başarılar elde ederek, Moskova ve Ankara ile uzlaşı ve dayanışma içerisinde hareket etmektedir. Ancak bu, Trump ile birlikte Amerikalı güvenlik ve dış siyaset uzmanlarının hiç de istemediği bir durumdur. Diğer yandan, İran’ın İsrail’e karşı yaklaşımı ve resmiyette bu ülkeyi tanımaması da İsrail açısından her zaman bir tehlike çanı sayılmaktadır. Öte yandan, ideolojik yönden Suudi Arabistan’la muarazada olan İran, Ortadoğu güvenlik ve siyasi denkleminde Arabistan için de büyük bir rakip sayılmaktadır. Bütün bunları yan yana getirdiğimizde, geçmiş günlerdeki isyanların neden dış etkenlerle devam edebildiği anlaşılmaktadır. Peki İran bu sorunu nasıl çözebilir?
Hasan Ruhani
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, halka hitaben açıklamasında zamların geri alınmasını vaat ettiği gibi, sosyo-politik açıdan da hoşgörü göstermeli ve yeni açılımların gerçekleşmesini sağlamalıdır. Halkın itiraz haklarına saygı gösterilmesiyle birlikte, kısa süre içinde ekonomi yönünden bazı reformları gerçekleştirmeli ve ciddi bir gayret içinde Ahmedinejad döneminden günümüzde dek uzanan soygunlara ve rantlara son vermelidir. İşsizlik oranı ise ancak yabancı yatırımlarla düşürülebilir. Ama siyasi istikrar sağlanmadığı sürece, ekonomik istikrarın da sağlanması pek mümkün değildir. Dolayısıyla, feminist gruplara, işçi ve memur sendikalarına verilecek özgürlüklerle birlikte basın özgürlükleri ve bazı medeni hakların gerçekleşmesi yönündeki ilerici politikalar, halkın sakin kalmasını sağlayacak ve kül altındaki ateşin gitgide sönmesine sebep olacaktır. Aksi takdirde, bugün bastırılan itirazlar, yarın yay gibi daha da fazlasıyla yükseklere çıkacaktır; hem de düşünmeden ve korkmadan!
Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN