ABD’nin en önemli Türkiye ve Orta Doğu uzmanlarından olan Henri Barkey[1] ve Steven Cook[2], Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti-MHP-BBP üçlüsünün oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın zaferle çıktığı 2018 Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerini geçtiğimiz gün Council on Foreign Relations (CFR) kuruluşunun “The President’s Inbox” program serisi kapsamında düzenlediği bir podcast yayınında analiz etmişlerdir.[3] Programın sunuculuğunu CFR uzmanı James Lindsay üstlenmiştir. Bu yazıda, bu programda söylenenler özetlenecektir.
İlk konuşmacı olan Henri Barkey, öncelikle seçimlerin tamamen özgür ve adil bir ortamda gerçekleşmediğini belirtmekte ve Türkiye’de basının neredeyse tamamen iktidar partisinin kontrolünde olduğunu iddia etmektedir. Barkey’e göre, bu sayede seçim kampanyası döneminde basın-yayın organlarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çok uzun süreler ayrılırken, CHP’nin adayı Muharrem İnce ve özellikle de Erdoğan’ın sağ siyasette ciddi bir rakibi olması beklenen İYİ Parti’nin adayı Meral Akşener’e çok daha az süreler verilmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimini üçüncü sırada tamamlayan HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş ise hapistedir. Demirtaş, kampanya döneminde, -seçmenlerine- ancak hapisten ailesiyle görüşmesi için ayrılan 10 dakikalık cep telefonu görüşmeleri yoluyla mesajlarını iletebilmiştir. Dolayısıyla, seçimde adil koşullardan söz etmek Amerikalı uzmana göre hayli zordur. Barkey, bu adil olmayan koşullar dışında, seçim sonuçlarının doğruluğu konusunda da hayli karamsar bir yorumda bulunmaktadır. CHP adayı Muharrem İnce’nin görüşlerinin aksine, Barkey, mühürsüz oyların da geçerli sayılması nedeniyle, seçim sonuçlarında hile yapılmış olabileceğini düşünmekte ve 2017 anayasa referandumunda bunun açıkça gerçekleştiğini iddia etmektedir. Barkey, bu durumu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimi kaybetme lüksünün olmamasıyla açıklamaktadır.
Daha sonra söz alan Steven Cook, Türkiye’nin son aylarda yaşadığı ekonomik sorunlar, son yıllarda binlerce muhalifin hapsedilmesi nedeniyle ülkede artan huzursuzluk ve Muharrem İnce’nin mitinglerinde topladığı milyonlarca insanın coşkusu nedeniyle seçim öncesinde muhalefet cephesinde büyük bir umut oluştuğunu, ancak açıklanan seçim sonuçlarının insanlarda hayal kırıklığına yol açtığını söylemektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015 yılındaki ilk genel seçim sonrasında koalisyon hükümeti kurulması yönündeki görüşmeleri engellediğini hatırlatan Cook, çeşitli seçim hilelerinin yapıldığı 2017 anayasa referandumu sonrasında Erdoğan’ın sistemde çok güçlü ve adeta tek adam konumuna geldiğini ima etmektedir. Bu değişiklik sonrasında bu seçimle birlikte Türkiye’nin eski parlamenter sistemini tamamen tasfiye ederek “icracı Cumhurbaşkanlığı” modeline geçtiğini kaydeden Amerikalı analist, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir seçimi kazanmak dışında bir şansının olmadığını belirtmektedir. Seçim hilesi konusunda kesin bir yorumda bulunmayan Cook, buna karşın adil yarış şartlarının olmadığı görüşünü desteklemekte ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kampanya sürecinde basın-yayın organlarında sürekli gösterilerek, adeta seçmenlere zorla dayatıldığını söylemektedir. Resmi seçim sonuçlarını açıklayan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerinin bile bizzat Erdoğan ve AK Parti tarafından seçildiğini anımsatan Steven Cook, Erdoğan’ın siyasal ortağı MHP’nin anketlerdeki oy oranını ikiye katlayan performansına dikkat çekmekte ve bu durumu şüpheli olarak değerlendirmektedir. Cook, ayrıca AK Parti’nin mecliste çoğunluğu kaybetmesini önemli bir gelişme olarak sunmakta ve yine HDP’nin yüzde 10 barajını aşabilmesini de kayda değer bir başarı olarak işaret etmektedir.
İkinci turda yeni söz alan Henri Barkey, AK Parti’nin TBMM’de çoğunluğu kaybetmesi ve MHP’ye muhtaç hale gelmesini önemsiz bulmakta ve yeni sistemde parlamentonun önemini kaybettiğine dikkat çekmektedir. AK Parti ve Erdoğan’ın isterse birkaç vekil transfer ederek 600 kişilik parlamentoda 300’ü kolaylıkla geçebileceğini belirten Barkey, icracı Cumhurbaşkanlığı sisteminde tüm yetkilerin Cumhurbaşkanı’nda olduğunu söylemektedir. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olmayacağını ve partili Cumhurbaşkanı modeli doğrultusunda Erdoğan’ın tüm bürokratik atamalarını kendi parti mensupları arasından yapacağını vurgulayan Amerikalı akademisyen, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda -Atatürk Türkiye’sinde olduğu gibi- bir “parti devleti”ne dönüşeceğini ima etmektedir.
Bu turda seçim sonuçlarının Türk-Amerikan ilişkilerine etkisini değerlendiren Steven Cook ise, ABD Başkanı Donald Trump ve üç önemli Avrupa devleti olan Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’nın liderlerinin seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayarak tebrik etmelerini, Batı dünyasında Erdoğan’ın yönetimine demokratik yönden ciddi bir tepki olmadığı şeklinde yorumlamakta ve stratejik nedenlerle Türkiye’nin iç yönetiminden çok dış politikadaki katkılarının (özellikle Suriye konusunda) Batılı ülkeler için daha önemli olduğunu söylemektedir. Trump yönetiminin Türkiye’nin demokratik gelişmişliğiyle ilgilenmediğini vurgulayan Amerikalı uzman, daha sonra Türk-Amerikan ilişkilerinde sorun yaratan bazı konuları (Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini yönetmekle suçlanan Fethullah Gülen’in durumu, Türkiye’de tutuklu bulunan Amerikalı rahip Andrew Brunson vs.) sıralamakta ve Türkiye’de Amerikan karşıtlığının son dönemde yükselişe geçtiğini söylemektedir. Cook, bu nedenle, kısa vadede Trump yönetimince önemli bulunmasa da, orta ve uzun vadede Türkiye’nin otoriter dönüşümünün Türk-Amerikan ilişkilerine de olumsuz etki yapabileceğini düşünmektedir.
Üçüncü turdaki konuşmasında, Henri Barkey, Türkiye’deki Amerikan karşıtlığının çok güçlü olduğunu kabul etmekte ve Türkiye’nin dünyadaki en büyük gazeteci hapishanesi olduğunu vurgulayarak, 1952’den beri iyi müttefik olan Türkiye ve ABD’nin çok zor bir sürece girdiklerini ima etmektedir. ABD’nin Türkiye’deki insan hakları ihlalleri konusunda hiçbir eleştiri yapmamasını üzülerek ifade eden Barkey, bu konuda kendi ülkesini ve hükümetini eleştirmektedir. Barkey, sosyal medya platformlarındaki (Twitter vs.) paylaşımları nedeniyle insanların hapsedildiği bir ülkenin Batı bloğu içerisinde yer alamayacağını da vurgulamaktadır.
Bu turda Steven Cook ise, Türkiye’deki Amerikan karşıtlığının nedenlerini analiz etmektedir. Cook’a göre, iki ülke arasındaki asimetrik ilişki biçimi (ABD’nin büyük devlet, Türkiye’nin küçük devlet olması) Türklerde anti-Amerikanizm’in yaygın olmasındaki ilk önemli nedendir. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun ardılı ve günümüzde önemli bir bölgesel güç olan Türkiye’nin ABD karşısında edilgen bir devlet görünümünde olması Türkleri memnun etmemektedir. Bu noktada, bir diğer önemli faktör olarak, tarihsel açıdan Osmanlı’nın son döneminde büyük güçler tarafından manipüle edilmesinin yol açtığı sorunlar da Türk halkı ve devlet adamlarında çeşitli endişelere yol açmaktadır. Bu bağlamda, son yıllarda Suriyeli Kürt gruplara (PYD-YPG) ABD’nin verdiği desteğin PKK’ya destek olarak algılandığı vurgulayan Cook, Türkler arasında ABD’nin ülkelerini bölmeye çalıştığı yönündeki düşüncenin çok yaygın olduğunu kaydetmektedir. Milliyetçilik ve Amerikan karşıtlığının Türkiye iç siyasetinde fazlasıyla etkili olduğunu belirten Cook, bu nedenle ikili ilişkilerin zor bir döneme girmiş olabileceğini vurgulamaktadır.
Dördüncü turda söz alan Henri Barkey, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’nin küçük ortağı olmak istemeyen bir kişi olduğunu, buna karşın NATO’dan ayrılmak gibi bir düşüncesinin de asla olmadığını/olmayacağını zira NATO’nun Türkiye’ye güvenlik ve teçhizat sağladığını belirtmektedir. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve son yıllarda Türkiye ile özdeşleşen Yeni Osmanlıcılık düşüncesinin asla geçmişte olduğu gibi fiziki bir imparatorluk kurma amacı taşımadığını kabul eden Barkey, yine de Türkiye’nin bölgesinde nüfuz sahibi olmak için ihtiraslı adımlar attığını düşünmektedir. Türkiye’nin Katar ve Cibuti’deki askeri varlığına dikkat çeken Amerikalı analist, bunun Türkiye’nin emperyal hafızasına uygun ve büyüklük talep eden adımlar olduğunu söylemektedir. Türkiye’deki anti-emperyalizmi samimiyetsiz bulduğunu da kaydeden Amerikalı uzman, Osmanlı Devleti’nin de Viyana kapılarına kadar dayanan büyük bir emperyal güç olduğunu, ancak Türklerin bunu görmezden geldiğini söylemektedir. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini Atatürk’le kıyasladığını belirten Barkey, yeni Türkiye’de laiklik yanlısı Atatürk’ün yerini İslamcı Erdoğan’ın alacağını iddia etmektedir.
Steven Cook ise, bu turda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atatürk Cumhuriyeti’nin laik ve modern değerlerini tam olarak benimsemediğini ve Türk halkının önemli bir bölümünce de bunların artık önemli görülmediğini ve bir anlam ifade etmediğini söylemektedir. Cook, ayrıca Türkiye’de doğru düzgün Osmanlıca bilen uzmanın bile sayılı olduğunu vurgulamakta ve Yeni Osmanlıcılık akımının tarihsel birikimden çok siyasi popülizm temelinde kurgulandığını iddia etmektedir.
Son turda Erdoğan’ın Türk halkı nezdindeki popülaritesini analiz eden Henri Barkey, bunun birçok farklı sebebi olduğunu söylemekte ve daha çok ekonomik sebepler üzerinde durmaktadır. Barkey, Türkiye ekonomisinin son dönemdeki olumsuz gidişata rağmen geçtiğimiz yıl içerisinde büyümeye devam ettiğini ve ekonomideki durumun eleştirildiği kadar kötü olmadığını söylemektedir. Erdoğan’ın tüccar zihniyetli bir kişi olduğunun da altını çizen Barkey, onun büyümeyi ve büyük projeleri teşvik eden yaklaşımının bir tarafta yeni zenginler yaratmayı başardığını, diğer tarafta da çeşitli şekillerde devlet yardımları alan geniş fakir kitlelerin sisteme bağlılığı sayesinde Erdoğan’ın genel anlamda başarılı olduğunu söylemektedir.
Steven Cook ise, bu son turda Erdoğan’ın başarısını ilk olarak onun Bill Clinton’la yarışabilecek büyük karizmasıyla açıklamakta ve daha sonra Erdoğan’ın başarısını “3p” formülüyle izah etmektedir: “piety” (dindarlık), “prosperousness” (refah) ve “powerful country” (güçlü Türkiye söylemi). Cook, daha sonra Erdoğan döneminde Türkiye’de insanların Sünni İslam ağırlıklı kimliklerini benimseme ve özgürce yaşama konusunda büyük aşama kaydettiklerini, yine bu dönemde önceki dönemlere kıyasla insanların yaşam standartlarının iyileştiğini ve güçlü Türkiye söylemlerinin de seçmen üzerinde etkili olduğunu anlatmaktadır.
Sonuç olarak, bu podcast yayının ABD’den bakılınca Türkiye’deki durumun nasıl algılandığı konusunda faydalı olduğu ve konuşmacıların genel olarak dengeli değerlendirmeler yaptığı, ancak Henri Barkey’in 15 Temmuz sonrasında Türkiye’de yayınlanan aleyhindeki yazıların ve yapılan karalama kampanyasının da etkisiyle Türkiye konusunda çok karamsar olduğu görülmektedir. Ayrıca birçok önemli Siyaset Bilimci akademisyenin daha önce yazdığı şekilde, Türkiye’deki cari rejimi “rekabetçi otoriterlik” (competitive authoritarianism) kavramı etrafında izah etmek daha gerçekçi olabilir. Bu durum ise, -Rusya’ya benzer şekilde- Erdoğan ve AK Parti’nin ideolojik eğilimlerinden ziyade, jeopolitik koşullar, Türk halkının genel eğilimleri, Türk siyasal kültürü ve Türkiye’deki sosyoekonomik koşullardan kaynaklanmaktadır.
Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Hakkında bilgiler için; https://tr.wikipedia.org/wiki/Henri_J._Barkey.
[2] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Steven_A._Cook.
[3] https://www.cfr.org/podcasts/turkish-presidential-elections-henri-barkey-and-steven-cook.