İstanbul Ekonomi Araştırma Genel Müdürü olan Bilkent Üniversitesi mezunu araştırmacı ve yönetici Can Selçuki ile Uluslararası Politika Akademisi (UPA) adına Türk-Amerikan ilişkileri, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri ve yaklaşan 2019 yerel seçimleri hakkında bir mülakat gerçekleştirdik. Aşağıda bu mülakatı okuyabilirsiniz.
Ahmet Ceylan: Can Bey mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Mülakatımıza son dönemin en önemli gündem maddelerinden olan Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilim süreci ile başlamak istiyoruz. Kriz, Pastör Andrew Brunson’un serbest kalması sonrası yerini ikili ilişkilerdeki hızlı bir yumuşamaya bırakmış gibi gözüküyor. Kriz sürecinin taraflardaki izlenimi ve ilişkilerin yeni dönemi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Can Selçuki: Pastör Andrew Brunson’un serbest kalmasından sonraki olayları, hızlı bir yumuşamadan çok, tıkanan iletişim kanallarının yeniden açılması olarak görüyorum. Nitekim FETÖ, Kuzey Suriye, Halkbank davası ve Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımı gibi büyük konu başlıkları, iki ülke arasında hâlâ oldukça büyük problemler olduğuna işaret ediyor. Brunson krizi iki ülkenin lideri için de uluslararası prestij kadar yerel seçmenini diri tutmak açısından da değerliydi ve bu krizin aşılması maalesef yukarıda bahsettiğim hiçbir sorunu çözmeye yeterli değil. Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonra gelişen olaylar zincirine baktığımızda da, Brunson krizinin bitmiş olmasının tek başına yeterli olmadığını görüyoruz. Türkiye, belki de uzun zamandır uluslararası kamuoyunun en yanında olduğu diplomatik krizde bile Başkan Donald Trump ve ABD’yi tam olarak tarafına çekebilmiş değil. Böyle vahim bir olayda bile ABD’ye dış politikasını değiştirmeyi sorgulatamayan Türkiye’nin Kuzey Suriye operasyonları, Rusya’dan S-400 alımı ve Çin ile gelişen ticari bağlar gibi ABD’nin güvenlik ve dış politikalarına 180 derece ters hamlelerinin gelişerek devam etmesi durumunda, ilişkilerin yeni döneminin de çok da sağlıklı olamayacağını düşünmekteyim. ABD’nin güçler ayrılığına verdiği değer ve Amerikan kamuoyunun Trump’ın yaptığı her hamleyi haberleştirip detaylıca incelemesi de, ABD-Türkiye ilişkilerinin Trump-Erdoğan ikili ilişkisine indirgenemeyeceğini kanıtlar niteliktedir.
Ahmet Ceylan: Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilimli süreçte, Türkiye’nin dış politika portföyünü çeşitlendirmek durumunda olduğunu dile getirmiş ve Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerindeki canlılık görüntüsü başta olmak üzere geliştirilen çeşitli diplomatik ilişki ağlarını bu minvalde ele almak gerektiğini belirtmiştiniz. Gerilim sürecinin yerini yumuşamaya bırakması sonrası, Türk dış politikasında başta AB ile ilişkiler olmak üzere nasıl bir yönelim bekliyorsunuz?
Can Selçuki: AB ile ilişkiler ekonomik birliktelikler üzerinden güç kazansa da, gerek AB’nin kendi içinde bulunduğu politik ve sosyolojik durum, gerekse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş kararı ve Türkiye’de geçtiğimiz haftalarda bir grup akademisyenin tutuklanması gibi hukuksal konular ilişkilerin daha iyi olmasını engeller nitelikte. Brexit, kötü giden İtalya ekonomisi ve popülizm gibi sorunlarla mücadele eden AB’nin, olası bir ekonomik veya politik krizde Türkiye’ye ne kadar yardım edebileceği tartışılır. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen, Türkiye ve AB arasında karşılıklı çıkarlar temelinde işbirliği alanları devam etmekte. Türkiye ve AB’nin mümkün oldukça ideolojik farklılıklarını bırakıp realpolitik’e yönelmeleri gerekir. Türkiye’nin ekonomik, AB’nin de güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda bir ortak noktada buluşması, iki taraf için de büyük bir önem arz etmektedir.
Ahmet Ceylan: İç politikaya dönecek olursak, genel seçim sürecini henüz atlatan Türkiye’nin mahalli idareler seçimi sath-ı mailine yaklaştığı gözlemleniyor. Yaklaşan seçimlerde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere siyasal partilerden ne tür aday profilleri ve hangi stratejileri bekliyorsunuz? Mahalli idareler seçim sonuçlarını etkileyecek faktörler sizce neler olacaktır?
Can Selçuki: Yaklaşık bir ay kadar önce sorunlu ve kırılgan bir yapıda gibi görünen Cumhur İttifakı, bugün baktığımızda ise oldukça hazır ve planlı görünüyor. MHP’nin 3 büyük kentte aday göstermeyerek, AK Parti’den daha fazla oy aldığı il ve ilçelerde ittifakın tek temsilcisi olmayı AK Parti’ye kabul ettirmesi, Cumhur İttifakı’nı oldukça avantajlı duruma getirmiş durumda. MHP, özellikle güçlü olduğu Adana, Mersin ve Manisa gibi büyükşehirlerde AK Parti oylarını alabildiği takdirde, bugüne kadarki en başarılı yerel seçim performansını ortaya koyabilir. AK Parti’nin yerel seçimlerden en büyük beklentisi ise, İstanbul ve Ankara’yı elinde tutmaya devam etmek olacaktır. Bir önceki seçimlerde bu iki şehirdeki yarışın ne kadar yakın geçtiği düşünüldüğünde, toplum tarafından tanınan ve kendi seçmeni kadar merkezden de oy toplayabilecek adaylar ön plana çıkacaktır. İYİ Parti ve CHP tarafında ise rüzgar tamamen tersine dönmüş gibi duruyor. Seçimlerde ortaklık açıklayan iki partide anlaşmazlıkların başlaması çok zaman almadı ve daha bu haftanın başında Balıkesir gibi -güçlü bir ortaklık durumunda- muhalefet tarafına geçmesi olası bir büyükşehirde hem İYİ Parti, hem de CHP güçlü adaylar çıkardılar. Eğer bu iki parti ivedilikle siyaset ve istatistik bilimlerine dayalı ve pragmatik bir ortaklık yapısına geçmezlerse, zaten avantajlı durumda bulunan AK Parti-MHP ortaklığının oldukça gerisinde kalacaklardır. Muhalefetin çoğu büyükşehirde aday profili olarak kapsayıcı, milliyetçi kişiliği ön planda olan ve sağ seçmenden oy alma potansiyeline sahip kişilere yöneleceğini öngörüyorum. Ortaklıkların yerel seçime kadar ne ölçüde sorunsuz işleyeceği ve genel ekonomik durum, kanımca seçim sonuçlarını etkileyecek en önemli iki unsur olacaktır.
Ahmet Ceylan: Sayın Selçuki, 1982 anayasası sürecinde genel seçim süresinin 5 yıl olarak tanzim edildiği zaman zarfında hiçbir hükümet söz konusu süreyi dolduramadı ve erken seçimler Türkiye’de siyasal yaşamın önemli bileşenleri olarak ön plana çıktı. Bu bağlamda, 1987, 1991, 1995, 1999, 2002 ve 2007 genel seçimleri önemli örnekler olarak kaydedildi. 1989 ve 1994 mahalli idareler seçimleri ise 1991 ve 1995 genel seçimlerinin erkene alınarak hayata geçirilmesi kararlarında bir ölçüde söz sahibi oldu. Siz, yeni hükümet sisteminde 5 yıllık görev süresinin mahalli idareler seçimlerinden çıkacak olası sonuçlardan etkilenebileceğini düşünüyor musunuz? İstanbul ve Ankara’daki olası bir muhalefet başarısında kamuoyunda erken genel seçim gündemi oluşabilir mi?
Can Selçuki: Erken seçim gündemi oluşturmak sizin de bahsettiğiniz gibi ancak ve ancak muhalefetin İstanbul ve Ankara gibi stratejik illerin en az birini kazanması ile mümkün olabilir. Ekonominin gidişatı düzelmez ve İstanbul ve Ankara gibi AK Parti’nin yıllardır yönettiği büyükşehirler muhalefetin eline geçerse, kamuoyunda çok uzun zaman sonra ilk defa iktidarın yönetme yeterliliğinin sorgulanacağı bir ortam oluşabilir. Ayrıca, böyle bir ortam oluşması için MHP’nin tutumu da kritik olacaktır; MHP AK Parti’yi desteklemeye devam ederse, ancak İstanbul veya Ankara’nın kaybından çok daha dramatik bir sonuç erken seçim gündemi oluşturabilir. Fakat Cumhur İttifakı bugün daha avantajlı bir konumda bulunduğu için, erken genel seçim ihtimalinin -en azından doğrudan yerel seçimlerden yaratılacak kamuoyu kaynaklı erken genel seçim ihtimalinin- oldukça zayıf olduğunu düşünmekteyim.
Ahmet Ceylan: Zaman ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dileriz.
Röportaj: Ahmet CEYLAN
Tarih: 29.11.2018