KAYNAYAN DOĞU AKDENİZ SULARI VE KIBRIS’A ETKİLERİ

upa-admin 24 Temmuz 2019 2.336 Okunma 0
KAYNAYAN DOĞU AKDENİZ SULARI VE KIBRIS’A ETKİLERİ

Bu günlerde Kıbrıs’ın siyasi gündemi, yeniden görüşmelerin (Kıbrıs müzakereleri) başlatılması söylemleriyle dolu… KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı’nın Rum tarafına hidrokarbon araştırmaları için Türk ve Rum tarafının ortak bir komite kurması önerisi Türk tarafında tüm kesimlerde olumlu bir adım olarak kabul görülürken, bu öneri, Rum lider Nicos Anastasiades tarafından hemen reddedildi. Bu konunun yankıları basında sürerken, Akıncı, bu kez de gayrıresmi beşli görüşme yapma önerisi getirdi. Bu kez, Rum tarafı, bu teklifi görüşmelerin Crans-Montana’da kaldığı yerden devam etmesi şartıyla kabul edeceklerini bildirdiler. Halbuki görüşmelerin Crans-Montana’da kaldığı yer diye birşey yoktu. Görüşmeler tıkanmış, federasyon çözümünün artık imkânsız olduğu ve Rum tarafının Türk tarafı ile siyasi eşitlik, adil bir güç paylaşımı ve Kıbrıs servetinin ortak kullanılması konularında anlaşmaya hiç niyeti olmadığı anlaşılmıştı…

Benim değerlendirmelerime göre; eğer tekrar çözüm arayışları için görüşmeler başlayacaksa, bunun federasyon zemininde değil, iki ayrı devlet, örneğin konfederasyon veya “Tayvan modeli” şeklinde yeni bir yol için yapılması gerekir. İkinci olarak, Kıbrıs Türk halkının çoğunluğunun hemfikir olduğu bir husus, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin değil kaldırılması, sulandırılması konusunun bile görüşme masasına getirilmemesinin uygun olacağıdır. Kıbrıs Türk halkı, Rum tarafının çözümden yana olmadığının ve görüşmeleri sadece “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’i uyumsuz taraf olmadıklarına inandırmak amacı ile sürdürdüklerinin farkındadır. Burada önemli olan, ikili buluşmada liderlerin neler konuşacağı ve beşli görüşmeye neleri taşıyacaklarıdır. Eğer liderler eski söylemlerini geride bırakarak, federal çözümün artık mümkün olamayacağı gerçeğini kabul edip yeni çözüm önerilerini beşli görüşmeye götürürlerse, belki de bu defa bir başarı şansı olabilir. Aksi takdirde ise, görüşmeler tamamen zaman kaybı olacak ve Kıbrıs Türklerinin çözüm olmayacağına olan inançlarını arttıracaktır. Benim gözlemlediğim kadarıyla, Rum lider Anastasiadis’in ne istediği de pek belli değil… Bazen söylemleriyle iki devletliliği savunur gibi görünüyor, bazen de egemenlik ve güç paylaşımında üniter devlet yetkilerinde ısrar ediyor.

Son yıllarda Doğu Akdeniz bölgesi ise bir cadı kazanı gibi kaynamakta; sadece coğrafi olarak Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey ve Güney Kıbrıs, Yunanistan, Lübnan, Suriye ve Libya gibi sözkonusu denize kıyısı olan ülkeler için değil, süpergüç ABD ve büyük güçler Rusya, Çin ve Avrupa Birliği ülkeleri  için de bu bölge giderek ilgi odağı haline gelmektedir. Son dönemlerde, genelde Doğu Akdeniz’de, özelde de Kıbrıs’ta artan gerilimin başlangıcı, buralarda olan zengin doğalgaz kaynakları ile ilgili bilimsel tahminlerin ortaya çıkmaya başladığı 2000’li yılların başlarına dayanıyor. 2002’den beri, Güney Kıbrıs;  Mısır, İsrail, Suriye ve Lübnan gibi Doğu Akdeniz kıyı ülkeleri ile Münhasır Ekonomik Bölge (EEZ)  anlaşmaları yapmaktadır. Türkiye, haklarının ihlal edildiği gerekçesi ile Birleşmiş Milletler’e müracaat etmiş olmasına rağmen, halen  hakkı olan 145.000 kilometre karelik deniz alanını Münhasır Ekonomik Bölge olarak BM’ye tescil ettirememiştir. Kuzey Kıbrıs’ın TPAO’ya verdiği imtiyaz alanı ise, Güney Kıbrıs’ın hak iddia ettiği bir parselle kesişmektedir. 2010’dan itibaren Türkiye ile Güney Kıbrıs arasındaki gerilim, Güney Kıbrıs ile anlaşarak büyük uluslararası enerji şirketlerinin bölgede hidrokarbon yataklarını keşfetmeleri neticesinde bayağı artmıştır. Ayrıca sözkonusu araştırmalar, Kıbrıs Sorunu’ndaki çözüm sürecini de olumsuz etkilemektedir. Türkiye de, Rum politikalarına karşılık olarak Türk savaş gemilerinin koruması altında sondaj gemileri Fatih ve Yavuz’u kıta sahanlığında gaz aramak üzere görevlendirmiştir. Kıbrıs Türklerinin çeşitli hakları gasp edilirken sessiz kalan Avrupa Birliği ve ABD ise, bu hamle karşısında hemen araştırmadan vazgeçmezse Türkiye’ye yaptırım uygulayacaklarını açıkladılar. Hatta Rusya Federasyonu da bu konuda Türkiye’yi kınayan bir açıklama yaptı.

Ocak ayında Kahire’de buluşan  Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır yetkilileri, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurduklarını açıkladılar. Forumun amacı; bölgesel kaynakların üretimi, tüketimi ve pazarlamasında işbirliği yapmak ve Doğu Akdeniz’i yeni bir enerji tabanına dönüştürmektir. Ancak Akdeniz’de en uzun ikinci  kıyı şeridine sahip olan Türkiye, ne kadar ilginçtir ki söz konusu Forum’a çağrılmamıştır. Bu sürece paralel olarak, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır ve Ürdün ile birlikte üçlü işbirliği oluşturmuşlar ve bu konuda ABD ve AB’nin desteğini almışlardır. Rum tarafı 15 yıldan beridir tek-taraflı kararlarla, Türk tarafını hiçe sayarak, Doğu Akdeniz hidrokarbon yataklarından yararlanmaya çalışmaktadır. Ancak Türkiye de, Fatih ve Yavuz araştırma gemilerini göndererek Rum tarafına kesin ve net bir mesaj iletmiştir. “Türk tarafı ile bulunan veya bulunacak olan zenginliği paylaşmazsanız tek başınıza kullanmanıza izin vermeyiz.” Bence görüşmelerin gündeme geldiği bu günlerde, bir moratoryum başlatılarak çözüm bulunana kadar veya paylaşma konusunda anlaşma sağlanana kadar hidrokarbon çalışmalarını durdurmaları doğru bir yaklaşım olacaktır.

Doğu Akdeniz’de çıkacak doğalgazın en ucuz maliyetle Avrupa’ya ulaştırılması için, Anadolu’dan geçerek Trakya’ya ve oradan da Avrupa’ya iletilmesi en uygun yoldur. Bir diğer alternatif ise, İsrail-Lübnan-Suriye-Türkiye-Avrupa boru hattıdır. Ancak başta Rum tarafı ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ile ilgili diğer ülkeler, -Türkiye’yi bu sürecin dışında tutmak için- maliyeti çok yüksek olmasına rağmen, Doğu Akeniz’den Girit’e, sonra Yunanistan’a, oradan da İtalya’ya geçecek bir boru hattı planlamaktadırlar. “East Med” olarak isimlendirilen bu boru hattı projesi, Rum tarafı eski İçişleri Bakanı ve eski AKEL’li AB milletvekili Neoklis Sylikiotis’e göre, Rum hükümetinin bir imaj yaratma oyunundan başka birşey değildir; çünkü bu konuda henüz bir anlaşma  yoktur ve sadece anlaşmaya varılması yönünde siyasi irade vardır. Yine Rum tarafı siyasetçilerinden AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’ya göre ise, “East Med”, Avrupa’nın enerji güvenliğine yönelik bugünkü mevcut durumdan kaynaklanan tekeli değiştirme gayretidir.

Sonuçta, 50 yıla yakın bir süreden beri siyasi eşitliğe dayalı, iki toplumlu ve iki kesimli bir federal ortaklık modeline ulaşmak için yapılan çalışmalar hiçbir sonuç vermemiş; bu da Kıbrıs halkları için zaman kaybından başka birşey olmamıştır. Bu nedenle, artık yeni seçeneklerin ele alınması gerekmektedir. Kaldı ki, bir federasyon temelinde ortaklık kurulsa bile, siyaset uzmanlarına göre bunun -geçmişteki gibi- uzun ömürlü olamayacağını tahmin etmek zor değildir. Çünkü iki taraf arasında ortak bir vizyon bulunmamaktadır ve hedefler farklıdır. Ayrıca Türk ve Rum tarafı arasında halen kapanamayacak bir güven bunalımı mevcuttur. Rum tarafına geçen Kıbrıs Türklerine karşı yapılan bazı fiziki ve manevi fanatik saldırılar da taraflar arasındaki güven uçurumunu derinleştirmektedir. Yine taraflar arasında ekonomik güç farklılığı, Rum tarafının BM Güvenlik Konseyi’nin 1964 tarih ve 186 sayılı kararının verdiği meşruiyet ile statükodan yararlanması ve bu nedenle de uluslararası platformlardan sınırsız destek almaları federasyon çözümünün kısa ömürlü olacağının göstergesidir. Federasyonlarda, taraflar arasında eşit güç paylaşımı olmalıdır. Ancak Rum tarafı doğalgaz araştırmalarında ortak komite kurulması önerisini reddederek, Kıbrıs Türkleri ile güç paylaşımını istemediklerini göstermiştir. Rum tarafının hidrokarbon arama girişimlerini de Doğu Akdeniz’de egemenlik kurmak amacıyla başlattığı aşikârdır. Siyaset uzmanı, eski görüşmeci ve eski Cumhurbaşkanı müsteşarı Ergün Olgun’a göre, bu girişimler, Kıbrıs Sorunu’nu daha da karmaşık hale sokmakta ve Doğu Akdeniz’i istikrarsızlığa sürüklemektedir. Kıbrıs Sorunu, artık salt Kıbrıs adasında yaşayan Türkler ve Rumlar arasında yaşanan bir sorun olmaktan çıkmış, çok boyutlu uluslararası bir sorun haline gelmiş ve içine petrol ve doğalgaz eklenince yeni bir nitelik kazanmıştır. İki taraf arasında veya beşli görüşmeler başlayacaksa, konular arasında mutlaka doğalgaz arama çalışmaları da yerini almalıdır. Çeşitli konularda KKTC Cumhurbaşkanı ile hükümeti arasında birtakım anlaşmazlıklar var gibi görünse de, doğalgaz konusunda tüm Kıbrıs Türk tarafı aynı görüşte birleşmektedirler. Doğalgaz konusunda paylaşmaya hazır olmayan Rum tarafının federal çözümde güç paylaşımına da yanaşmayacağı belirgindir. Rum tarafının yeniden görüşmelere başlamak için ortak hedeflere sahip olduğunu ve düşüncelerinin olumlu yönde değiştiğini Türk tarafına göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde, Türk tarafı, 50 yıla yakın süredir devam eden kısır döngü içerisinde yer almak istememektedir.

Ayrıca 2020 yılında KKTC yeni Cumhurbaşkanı’nı seçecektir. Halen görev yapan Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı “Federasyondan başka bir çözüm yolu olamaz” derken, hükümet ortakları artık federasyon yolunun tükendiğini ve Kıbrıs Sorunu’nu çözmek için başka alternatiflerin düşünülmesi gerektiğini söylüyorlar. Eski görüşmecilerden Ergün Olgun ve Osman Ertuğ’un önerileri olan “kadife ayrılık”, “Tayvan modeli” veya “Monaco modeli” önerileri, Kıbrıs için federasyon modeline alternatif modellerdir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda, Cumhurbaşkanı’nın aynı kalması veya başka bir sol partinin adayının seçilmesiyle Kıbrıs Sorunu’na çözüm arayışları “Tek yol federasyon” çizgisinde devam edecek veya sağ partilerden birisinin adayının seçilmesiyle  federasyon yolunun tek seçenek olmadığı ortaya konarak yeni alternatifler üzerinde durulmaya başlanacaktır. Bekleyelim ve görelim bakalım…

 

Dr. Hasibe ŞAHOĞLU

Emekli Büyükelçi/Girne Amerikan Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.