Balkanlar, dünyanın sayılı kadim coğrafyalarından biridir; tarihin, sanatın, kültürün, edebiyatın ve imparatorlukların üzerinde yaşadığı ve yaşatıldığı yerdir. Balkanlar, birçok renkleri –din, dil ve ırkları– içerisinde barındıran ve bunları bir ahenk bütünlüğünde sürdüren yegâne coğrafyalardan biridir. Balkanlar, sıraladığımız bunca güzelliklerle birlikte, maalesef uluslararası aktörler tarafından güç savaşlarının, hırsların, rekabetlerin ve sömürülerinin yeri oldu; hatta bunların merkezlerinden birisi oldu. Ve ne yazık ki, bu aktörlerin birbirlerine üstünlük sağlama ve paylaşım savaşları geride bıraktığımız birçok yüzyılda Balkanlar’da yaşanmıştır. Bugün geldiğimiz nokta, yaşadığımız 21. yüzyılda Balkanlar yine konuşulmaya başlandı. Benim görüşüm şudur; Balkanlar için geliyordu gelmekte olan tehlike(ler)… Niye mi? İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Soğuk Savaş döneminin tezahürlerini Balkanlar’da görmek mümkündür. ABD öncülüğündeki “Batı Bloku” ile SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) öncülüğündeki “Doğu Bloku” ve her iki tarafta yer alan devletlerin/ülkelerin sirayet ettiği coğrafyadır Balkanlar…
Soğuk Savaş dönemi bittiğinde, ünlü Berlin Duvarı yıkılmaya yüz tuttuğunda ve komünist rejimin yürütülmekte olduğu ülkelerdeki yönetimler zincirleme olarak yıkılmaya başladığında, doğaldır ki Balkanlar da fazlasıyla etkilendi. Sovyetler Birliği’nin parçalanarak dağılması, Orta Asya ve Kafkasya gibi stratejik konumlarda güç boşluğu oluşmasına nasıl sebep oldu ise, hakeza Balkanlar’da da Yugoslavya’nın parçalanması ve dağılması aynı şekilde belirgin bir güç boşluğu doğurdu. Burada en fazla etkilenen muhakkak ki Josip Broz Tito önderliğindeki Yugoslavya oldu. Yugoslavların efsane lideri Tito’nun 1981 yılındaki ölümü, ülkenin mayasını da ortadan kaldırdı. Çünkü Tito, dengeli ve çatışmaya meydan vermeyen bir yönetim uygulayarak Yugoslavya’yı bir arada tutmayı başarmıştı. Tito’nun şu cümleleri manidardı: “Ben Yugoslavya’yı nefesimle bir altın küre gibi taşıyorum. Bu nefes kesildiği zaman bu altın küre düşecek ve kırılacak.” Ve öyle de oldu; daha sonraları Yugoslavya’nın ortak yönetimi sırasında yaşanan sıkıntıların aşılamaması, beraberinde ülkenin parçalanarak dağılma sürecine girmesine neden olmuştur.
Yugoslavya’nın dağılmasıyla, Balkanlar’ın haritasını uluslararası aktörler her ne kadar Afrika ve Ortadoğu gibi cetvelle çizmemiş olsalar bile, pergelle çizdiklerini söylemek espri olduğu kadar gerçekçidir de. Balkanlar’ın yüzde 70 yüzölçümüne sahip ülkesi Yugoslavya’da küçük “devlet(cik)ler” kurdular veyahut kuruldu. Neticede, birçok devletçiğin kurulmasıyla, Balkanlar aslında tamamen bölünmüş ve kutuplaşmış oldu. Burada dikkat çeken ise, özellikle Bosna Hersek’in kuruluş sürecinde ismi Dayton Barış Antlaşması olan, ancak bana göre ise ileride bölünmeye yol açacak olan, bu kadar farklı etnik kimliği bir arada tutamayacak, hatta bir potada eritemeyecek antlaşmadır. Dayton’a göre, Bosna Hersek; iki devletçik (Bosna Hersek Federasyonu, Sırp Cumhuriyeti ve Özerk Brçko) ve üç kurucu halktan (Boşnak, Sırp ve Hırvat) oluşmaktadır. Yani, Bosna Hersek‘te yaşayan azınlıklar, kurucu halklar gibi aynı haklara sahip değildirler. Dayton Antlaşması, ilk sıraya vatandaşı değil, kurucu halkları koymaktadır! Böylece, Dayton, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) de ihlâl etmektedir. Dayton Antlaşması’nın devletçiklere büyük yetkiler vermesiyle, Bosna Hersek -bilinçli şekilde- devlet organları yetkisi açısından zayıf bırakılmıştır. Dolayısıyla, Dayton, siyasal süreçlerde de işlevsiz kalmaktadır.
Geride bıraktığımız birkaç ay önce, bana göre bilinçli bir şekilde yeniden çizim (!) edilmiş Balkanlar’a ait BİR harita birden ortalıkta dolaştı; aslında gündem de oldu, ilginçtir ki yalanlandı. Ne yazık ki, gerçeğin bilerek bilinçli enformasyonlarla ortaya dökülmesiydi. Bazı uluslararası aktörler tarafından ne tesadüftür ki Yugoslavya’dan zuhur bulan ve AB üyesi bir ülkenin lideri tarafından da söylenmesiydi. Daha sonra bunu takiben tabii ki Sırplar da hatta Arnavutlar da dile getirmeye çalıştı. Bosna Hersek’in içerisindeki Sırp azınlık üzerinden Balkanlar tekrardan dinamitleniyor, Sırplar ayrılma isteklerini ısrarla dile getiriyor, buna liderleri de popülizm kokan söylemlerle çanak tutuyor. Yaşanan gelişmeler bu coğrafya da ister istemez taşların yeniden oynanmasına neden olur, hatta klasik deyişle Balkanlar “barut fıçısı“dır; dediğimiz ve çekindiğimiz söylem gerçekleşebilir. Bosna Hersek, Avrupa’nın kalbinde Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkedir, kim ne derse desin hatta aksini ispat etseler bile gerçek şudur; Bosna Hersekli Müslümanlar Avrupa’da istenmediler ve azınlıkta kalmaları için her türlü girişim yapıldı. Buna, onlara göre katliam, bizlere göre soykırım olan Srebrenitsa da dâhildir.
Sonuç olarak, Balkanlar geçmişte nasıl bir paylaşımın yeri olduysa, günümüzde de yine paylaşımın hedefindedir. Bu paylaşım, eskiden ABD ve Sovyetler Birliği arasındaydı, şimdi ise Çin, AB, Hindistan, İran gibi aktörler de bu resme eklendi; ABD ve Rusya’yı söylemeye bile gerek yok zaten. Ve çoğu kişi veyahut bilmeyenler Balkanlar’ın Avrupa’da yer almasından dolayı zenginlik yani müreffeh içerisinde olduklarını sanıyor, hiç de öyle değiller! Balkan milletleri değindiğimiz gibi uzun yıllar komünizm etkisinde, sonra da kapitalizm etkisinde sömürüldü, sıtmaya razı tutuldu, görece olarak muhakkak ki geçmişle mukayese edilmez ama bu bir gerçektir. Hala Yugoslavya İç Savaşı olmak üzere coğrafyadaki savaşlardan kalma yarıklar, obruklar ve altyapısı tahrip edilmiş yerler bulunmaktadır Balkanlar’da. Hâlbuki İkinci Dünya Savaşı’nı atom bombalarıyla yaşamış olan Japonya’da bunu göremezsiniz. Neticede, Balkanlar, AB’nin dibindedir ve bölgedeki istikrarsızlıktan ne Avrupa, ne de hinterlandında yer alan devletler kaçınamazlar. Rusya’nın Sırpları ve AB’nin bazı üyelerinin diğer etnik kimlikleri kışkırtması hiçbir yarar sağlamaz Balkanlar’a ve “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olabilir” bazı ülkeler. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki yüzyıllara dayanan kadim ilişkileri ve “kültür diplomasisi” dikkate değerdir, gözden kaçırılmaması gerekir, yadsınamaz. Saygı ve rahmet ile andığım Bosna Hersek’in kurucu Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in şu sözleriyle tamamlamak yerinde olacaktır: “Yugoslavya’yı seviyorum ama özgürlüğü daha çok seviyorum“.
Güney Ferhat BATI