ÇİN’DEN SON HAVADİSLER

upa-admin 04 Kasım 2012 3.004 Okunma 0
ÇİN’DEN SON HAVADİSLER

Değerli okuyucular, yurtiçi ve yurtdışı yoğun seyahat programım nedeniyle bir süredir yeni bir makale kaleme alamamıştım. Birazdan yine bir iş gezisi için yurtdışına çıkmadan sizler ile Çin’deki son gelişmeleri bu yazı ile paylaşmak isterim.

Dünya’nın iki süper gücü Çin ve ABD’nin yeni başkanlarını seçeceği bu hafta, dünyanın önümüzdeki dönemdeki küresel politika yapıcılarının belirleneceği önemli bir hafta olarak öne çıkıyor. 8 Kasım’da gerçekleştirilecek olan Çin Komünist Parti Kongresi ile Çin’in yeni Devlet Başkanı olması beklenen Xi Jinping (Şi Cinping); Çin Komünist Parti’sinin bugünkü liberal ekonomi, sosyal devlet politikalarının temelini oluşturan Deng Xiaoping’in politikalarını destekleyen sevilen bir politikacı olan Xi Zhongxun (Şi Congşun)’un oğludur. Saygıdeğer bir aileden gelmesinin yanı sıra, Çin’de sevilen bir şarkıcı olan Peng Liyuan ile evli olması dolayısıyla halkın sevdiği bir isim olan Xi Jinping’den sadece Çin değil, tüm dünya halihazırdaki sorunların çözümü için büyük beklenti içerisindedir. Çin Komünist Partisi Kongresi ile ilgili bir sonraki yazımda daha detaylı değerlendirmelerde bulunmayı düşünüyorum ancak bu yazımda daha çok Çin’de en çok tartışılan konular olan ekonomik yavaşlama ve son ekonomik veriler ile dış politikadaki sıcak gelişmeler üzerinde duracağım.

Son yazımdan itibaren epey vakit geçtiği için geçtiğimiz aylarda hızlıca ısınan ve Çin’de hem ekonomik boykota, hem de protestolara neden olan, bugünlerde nispeten soğuduğunu gördüğümüz Japonya ile Çin arasındaki Diaoyu Adaları meselesine değinmeden geçemeyeceğim. Gerilimin üst seviyede olduğu günlerde iş gezisi için Diaoyu Adaları’na en yakın şehirlerden bir tanesi olan Fuzhou’da bulunduğumda dakikada bir üstümüzden geçen jetler ile Çin’in bu konuda ne kadar kararlı olduğunu bizzat gözlemleme imkanı buldum. Eylül başlarında Endonezya’yı takiben Çin’e gelen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Endonezya’da Güneydoğu Asya ülkelerine yapmış olduğu “Güney Çin Denizi’nde Çin’in sınır ihlalleri karşısında birlikte olun” ve her ne kadar biz karışmıyoruz dese de Diaoyu Adaları konusunda Japonya’yı destekler açıklamaları Çin basınında büyük tepki gördü. Ancak ABD’nin sonraki açıklamaları ile ilişkiler normal düzeyde seyrediyor. Afrika kıtasındaki ekonomik yatırımlar ve hükümetler ile ilişkiler paralelinde Çin’in açık ara üstünlüğü ABD için Güneydoğu Asya’yı dünyadaki gücünü sürdürmesi açısından stratejik kılıyor. Ancak, Dışişleri Bakanı Clinton’ın bu bölgeyi yoğun gündeminde tutması bile Çin’in bu bölgedeki aktifliğini gölgelemeye yetmeyecek gibi gözüküyor.

Bu konuda diğer bir vurgu yapmak istediğim konu işin ekonomik boyutu. Boykotun etkisini gösteren en etkileyici manşeti 23 Ekim’de China Daily attı. Habere göre Japonya’nın Çin’e yaptığı ihracat Eylül’de bir önceki yıla göre % 14,1 düştü ve Japon ekonomisinin açığı 7 milyar USD olarak kaydedildi. Japonya’nın % 10,28 olarak kaydedilen Eylül ihracat düşüşü, 2011 depreminden sonraki en büyük düşüşe işaret ediyor. Çin’i Çin yapan başlıca unsurların başında gelen, en sıcak gündem ekonomiye dönecek olursak, bir önceki yazımda ekonomik verilerin kötü sinyaller verdiğini ancak bu yavaşlamanın geçici olduğunu düşündüğümü belirtmiştim. Keza düşündüğüm gibi oldu. Çin 3. çeyrekte üstüste 9. çeyrek küçülerek büyüme oranı % 7,4 olarak açıklandı ve bu rakam son 3 yılın en düşük rakamı olarak kaydedildi. Ancak son veriler Çin’in sene başında belirlemiş olduğu % 7,5’luk büyüme hedefinden çıkılmadığı ve Çin’in bu hedefe rahatlıkla ulaşacağını gösteriyor. Eylül ayında açıklanan sanayi üretim artışının Ağustos’daki son 38 ayın en düşük verisi olarak kaydedilen % 8,9’dan % 9,2’ye çıkmış olması; perakende satışlarının son 6 ayın zirvesi olan % 14,2’ye zıplaması (Ağustos – % 13,2) ve ilk 3 çeyrekteki sabit-varlık yatırımlarının % 20,5 artması ekonomistler tarafından dibin görüldüğü şeklinde yorumlanıyor.

Ekonomiye küresel düzeyde, bardağın dolu tarafından bakarsak Çin’in kötü döneminde bile rekorları kırmaya devam ettiğini de söylemek mümkün. Çin 2003’den beri ilk kez 2012’nin ilk yarısında “Dünyanın en çok Doğrudan Direk Yatırım (FDI) alan ülkesi” ünvanını 59 milyar USD ile ABD’den almayı başardı. Her ne kadar bu rakam 2011 ilk yarısındaki 61 milyar USD’dan % 3 düşük olsa da, ABD’deki büyük düşüş Çin’in artan işçi maliyetlerine ve artık 5400 USD kişi başına düşen milli gelir ile orta halli vatandaşların yaşadığı bir ülke haline gelmesine rağmen hala büyük bir yatırım cazibesi taşıdığını göstermekte. Ancak bu yatırımın artık ucuz işçi gücü için değil, büyük alım gücü olan büyük bir pazar arayışında olan firmalar tarafından yapıldığını vurgulamam gerekiyor. Ekonomisi yavaşlamaya devam etse de, Çin dünyadaki yatırımlarına hız kesmiyor. 2012 ilk 3 çeyrekte Çin yine bir rekora imza atarak ABD’ye yaptığı yatırımlarda 6,3 milyar USD ile rekor kırdı. Her ne kadar enerji ve gelişmiş üretim başı çekse de, Çin’in eğlence, sağlık, finans ve bilişim sistemleri servisleri sağlayan firmalara ilgisinin artması da ilgi çekiyor.

Son olarak, Çin Halk Cumhuriyeti resmi para birimi Çin Yuan’ının USD karşısındaki yükselişi hız kesmeden devam ettiğini vurgulamakta fayda var. Temmuz sonundan itibaren USD karşısında % 2,4 değer kazanan RMB için Çin Endüstri Bankası Başekonomisti Lu Zhengwei yeni Komünist Parti yönetimi ile birlikte bir değişiklik bekliyor. Lu’ya göre yeni yönetimin günlük % 1 olan dalgalanma limitini % 2,5’a çıkarması söz konusu. Bunun sonuçlarını ise hep beraber izleyeceğiz. Hong Kong, Vietnam ve Moğolistan harici içlerinde Güney Kore, Endonezya, Singapur ve Tayland’da bulunan 7 Güneydoğu Asya ülkesinin RMB’yi USD’dan daha yakın takibe alması ve Çin’in RMB ile yaptığı ticareti 3 yılda 3’e katlayarak 1,03 trilyon USD’a ulaştırma hedefi, Çin Yuan’ının global bir para birimi olma konusunda da büyük adımlar atmaya başladığını gösteriyor. Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication (SWIFT)’in Temmuz ve Ağustos aylarında RMB ile yapılan global para transferlerinin % 15,6 artması ve diğer kurların ortalama % 0,9 azalması da bu hedeflerin son derece gerçekçi olduğunu gösteriyor.

Yazımı bitirirken, bu hafta seçilecek yeni Çin Komünist Parti yönetiminin dünya barışına ve ekonomisine katkı sağlarken, küresel refahı arttıracak adımlar atacağını umuyor, yeni dönemin Türkiye-Çin ilişkileri açısından da daha büyük işbirliklerine sahne olmasını diliyorum. Saygı ve sevgilerimle.

 

M. Köken GÜNEŞ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.