BELİRSİZLEŞEN SINIRLAR: MEKSİKA-ABD SINIRI

upa-admin 20 Mart 2013 11.126 Okunma 1
BELİRSİZLEŞEN SINIRLAR: MEKSİKA-ABD SINIRI

ABD geniş coğrafyasına rağmen sadece iki farklı ülkeyle kara sınırına sahiptir. ABD’nin bu ülkelerden en uzun sınıra sahip olan komşusu Kanada’dır.  Baskın Amerikan kültürü, coğrafi yakınlık, siyasi mecburiyetler ve en önemlisi ticari bağımlılık bu iki ülkeyi birbirine kenetler. Ulusal tarihleri birbirleri olmadan yazılamaz. Her iki toplumun da sosyal ve ekonomik durumları birbirine yakındır. Lakin ABD’nin diğer kara komşusu Meksika’da durum oldukça farklıdır. Meksika-ABD sınırı, Kanada-ABD sınırından çok daha kısadır. Fakat sorunları Kanada sınırının aksine çok daha derindir. Her iki sınır da zamanla belirsizleşmiş ve fonksiyonlarını kısmen yitirmiştir. ABD için Kanada sınırının belirsizleşmesi ulusal bir tehdit unsuru kabul edilmezken, Meksika sınırının tamamıyla belirsizleşme ihtimalini ulusal bir felaket olarak kabul edenlerin sayısı hiç de azımsanamayacak kadar çoktur. Bu sınırın çevresindeki bölgeler şiddetin, uyuşturucu ticaretinin, yasadışı göçün ve silah kaçakçılığının, dolayısıyla da etnik gerilimin yoğunlaştığı bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki, kaçak göçle beraber Meksika’nın iş gücünün yaklaşık % 15’i ABD’de çalışmaktadır. Peki, bu kadar yoğun insan hareketinin sebebi nedir? Bu sorunun cevabı açıkça ekonomiktir. Sosyal düzenin bozukluklularının ve yaşam kalitesinde duyulan memnuniyetsizliklerin de temelinde ekonomik sıkıntılar yatmaktadır.

Yakın Tarih ve Meksika Ekonomisine Genel Bakış

Modern Meksika ekonomisi,  1970’lere kadar sıkı bütçe tedbirleri ve finansal borçlanma konularında oldukça dikkatli davrandı. Ancak, bu yönetim yapısı günün koşullarına karşılık vermekte oldukça zorlanıyordu. Büyüme oranları halkta hayal kırıklıkları yaratmıştı. Yine de  ülkede uzun süreli ve derin krizlerle karşılaşılmıyordu. 1970’lerin sonunda ise geleneksel duruş değişmeye başladı. Yeni keşfedilen petrol yataklarının bulunması ve bu petrolün tedarikçilerine yüksek fiyatlarda satılması, hızlı bir sermaye birikimini de yanında getirdi. Sermayenin varlığı bunu değerlendirecek yabancı bankaları ülkeye çekiyordu. Bankaların açtıkları büyük kredilerle ekonomi hızlı bir yükselişe geçti. İçeri yönlü hızlı para akışı devam ederken, risklerle ilgili uyarılara kulak asan pek kimse olmadı. Yüksek borçlanma oranı -her ne kadar diğer Latin ülkelerine kıyasla çokta fazla görünmese de- ülkenin ekonomisinin büyüklüğü ve finansmanının zorluğuyla beraber 1982 yılının Temmuz ayında ülke ciddi bir krizle baş başa kaldı. Bu yıllarda çoğu Latin Amerikalı iktisatçı, 20-30 yıl öncesinin aynıyla tatbik eden koyu devletçi yaklaşımlardan uzaklaştılar. Ekonomik krize eski tutucu iktisatçılar cevap veremez oldular. Büyümenin en iyi şekilde güçlü bütçeler, düşük enflasyon, kuralsızlaştırılmış piyasalar ve serbest ticaretle sağlanabileceğine inanan bazı iktisatçılar, Güney Kore’deki ihracata dayalı büyümenin nasıl başarılı olduğunu, bir diğer Latin Amerika ülkesi olan Şili’deki serbest piyasa reformlarının nasıl işlediğini, Japonya ve İsrail gibi ülkelerde enflasyonun nasıl istikrara kavuşturulduğunu sorguluyorlardı. 1985’te Başkan Miguel de la Madrid bu doktrinleri hayata geçirmeye başladı. Hızlı bir şekilde dış ticaret serbestleştirildi. Gümrük vergileri düşürülürken, hükümetten izin gerektiren ithalat mallarının kapsamı önemli oranda azaltıldı. Devlet birçok özelleştirmede bulunuyordu. Yabancıların mülk edinmesinin önünü açan düzenlemeler yapıldı. 1986’ya gelindiğinde, hala kişi başına düşen reel gelir 1981’dekinden yüzde 10 gerideydi. Son dört yılda ortalama % 70’in üzerinde seyreden aşırı enflasyon oranıyla eriyen gerçek ücretler,  kriz öncesi düzeyin % 30 altındaydı. 1988’e gelindiğinde, siyasi sistem diğer tümü sistemler gibi nefes alamıyordu. Genel seçimlerde serbest piyasacı reformist Salinas’ın karşısında, antikapitalist Cuauhtemoc Cardenas çıktı. Sonuçlar birbiriyle neredeyse aynıydı. Cardenas seçimi kazanmış olsa da resmi sayımlar sonucunda tartışmalı bir şekilde Salinas tekrardan Başkan oldu. Siyasi bulanıklık ekonomi üzerinde ağır baskı yaratıyordu.

Meksika, paranın ülkede kalmasını daha doğrusu kaçmamasını önlemek için uyguladığı yüksek faiz oranlarını düşürdü. Hükümet, borçlarını yüksek faiz üzerinden ödemek zorunda olmadığından dolayı bütçe açığı hızla azaldı. 1990 yılında ise Meksika devleti ilginç bir çıkışla zaten var olan serbest piyasa anlaşmalarının üzerine, ABD ve Kanada’ya daha kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması önerdi. NAFTA yani Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması, aslında çok da niteliksel değildi. ABD pazarı zaten hâlihazırda Meksika ürünlerine büyük ölçüde açıktı. 1993 yılına gelindiğinde ise, her şey yolunda gibi gözüküyor ve “Krizler Tarihi” yazılarının artık tozlu raflara kaldırıldığı düşünülüyordu. Meksika gibi Arjantin de kendi parasını istikrara kavuşturmuş ve enflasyonu minimize etmişti. Sabit döviz kuru gayet işlevsel çalışıyordu.Bazı iktisatçılar dünya pazarında ülke mallarının pahalılaşması üzerinden düşünerek, bu ülkelerin parasının fark edilmeden fazla değer kazanmış olabileceğinden kuşkulanıyorlardı. Fırtınanın belirtileri bu açık ve güneşli günlerde bile hissediliyor ancak önemsenmiyordu. 1990’ların başlarında Meksika’nın ihracatının büyümesi oldukça yavaşlamıştı. Bunun da temel sebebi,  güçlü pezonun bu malların rekabet gücünü zayıflatmasıydı. Hem ithalat üzerindeki engellerin kaldırılması, hem de yoğun kredi patlaması ithalatı artırmıştı. 1993 yılında, dış ticaret açığı GSYİH’nin yüzde 8’i gibi anormal seviyelere ulaşmıştı. Hâlbuki bu rakamlar çokta önemsenmiyordu. Çünkü bu işin doğasında bu vardı (!). Eğer bir ülke hızla toparlanıyorsa, bu tip bir açık da verilebilirdi (!). Zaten, Meksika hükümeti dengeli bir bütçeye sahipti ve yurtdışında gereğinden fazla döviz rezervleri biriktiriyordu. Eğer yurtdışından sermaye akacaksa, bunu durdurmanın veya yavaşlatmanın hiç bir anlamı yokmuş gibi görünüyordu. Ama 1981-89 yılları arasında, Meksika ekonomisi yılda yaklaşık yüzde 1,3 büyümüştü. Bu oran nüfus artışının bile altındaydı. 1990-94 yılları arasında bile (“Meksika Mucizesi” denilen yıllar) ekonomi sadece yüzde 2,8’di.

1994 yılının son ayında, döviz rezervlerinin erimekte olduğu kesinleşmişti. Yeni bir krizi önlemek için mantıklı iki seçenek üzerinde duruldu. Birincisi, faiz oranlarını yükselterek kaybı durdurmaktı. Bu durum yabancı yatırımcıyı ülkede tutabilir, hatta dışarıdan yeni fonlarda çekebilirdi. Fakat bunun da bir riski vardı. Meksika’nın büyümesi zaten yavaşlamışken, faizdeki yükseliş üretici işletmeleri ve tüketici harcamalarını yavaşlatabilirdi. İkinci seçenek ise devalüasyondu. Yakın tarihlerde, Avrupa’da başarılı örnekleri olmuştu. Meksika hükümeti ikinci seçeneği seçti. Ancak bu karar başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta yarayı iyice derinleştirdi. Yoğun sermaye kaçışı başladı. Hükümet sabit kur uygulamasından vazgeçmek zorunda kaldı. 1995 yılının ilk çeyreğinin sonlarında, Meksikalı yatırımcılar % 75 oranındaki faizlerle ödeme yapıyorlardı. Aynı yıl boyunca ülkenin reel GSYİH’si % 7, sanayi üretimi % 15 düştü. 1982 yılındaki borç krizinden bile çok daha kötüydü. Binlerce işletme iflas edince,  daha ilk hamlede yüz binlerce işçi işlerini kaybetti. ABD’ye olan yasadışı göç birden hızlandı ve bu durum sürekliliğini korudu. Artan riskler üzerine, ABD çeşitli kaynakları ve kaynaklarını harekete geçirerek,  Meksika’ya 50 milyar dolar gibi devasa bir kredi paketi açtı. İlerleyen günlerde, krizlere alışmış toplumun, kriz durumlarındaki olumlu reflekslerinin de yardımıyla, ülke ekonomisi kısmen beklenenden daha hızlı toplanarak, yoluna devam etti. 1996 ile 2011 yılları arasında ülke ekonomisi, 2008 yılı küresel krizine rağmen, sadece 2 defa küçüldü. Bu yıllar arasında ülke ekonomisi ortalama % 3,1’lik bir büyüme yaşadı.

 

112 milyonluk bir halk ve yılda binde 19,39’luk doğum ve yine binde 4,83’lük ölüm oranına sahip dinamik bir ülke olarak bu büyüme rakamları, çok da parlak görünmemektedir. Günümüzde 1,68 trilyon dolar GSYİH ve 610 milyar dolarlık dış ticaret hacmine sahip olan Meksika, Latin Amerika’nın en büyük 2., dünyanın en büyük 13. ekonomisi konumundadır. Ülke ekonomisinin yavaşlığı ve görece istikrarsızlığı, işsizliği ve belirsizliği ön plana çıkarıyor. Gelir dağılımında 126 ülkeden 103. Sırada (2010 rakamlarıyla) bulunan Meksika devleti, halkıyla bu nedenden ötürü tam olarak barışamamaktadır. Latin Amerika, tıpkı Afrika gibi dünyanın en yüksek gelir düzeysizliğine sahip bölgesidir. Her ne kadar Afrika’ya kıyasla yoksulları daha iyi durumda hayatlarını idame ettirse de, Latin Amerika’daki varlıklı bireylerin durumu ortaya konulduğunda, gelir farkı ve dolayısıyla göçün sebepleri de daha fazla ortaya çıkmaktadır.

Sınırların Belirsizleşmesi: “İstikrarsızlık, İktidarsızlık, İktisatsızlık”

Salsa, Samba, Rumba, Tango gibi Latin Amerika danslarının hepsinde hızlı ve ani manevralar, hatta ilk defa izleyen izleyici için beklenmeyen hareketler bulunur. Bu manevraların hepsi Latin ekonomisi ve politikasının da gerçekleridir. İstikrarsız düzen, iktidarsız politikaları ve işlevsel olmayan iktisadi yapıyı beslemektedir. Yüksek potansiyellere rağmen, Latin Amerika’da kalkınmışlık problemi çözülememiştir. Örneğin, ülke bir zamanlar tam bir petrol ihracatçısı konumundayken, ihraç ürünleri çeşitliliğini artırarak, bugün ihracatın % 80’ini üretilen mallar oluşturmaktadır. Fakat Çin’in yıllar içerisinde işçi eğitiminde hızlı ve yaygın gelişimi, ihraç edilen tekstil sektörüne büyük bir darbe vurdu. Yüzlerce fabrika kapandı, onlarcası da Çin’e taşındı. Sadece bu sektördeki gerilemeyle bile, yaklaşık üç yüz bin Meksikalı işsiz kaldı ve bu durum da doğrudan ABD’ye olan göçü hızlandırdı. 2009 yılı, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) rakamlarına bakıldığında ithalatın % 48,1’i -tüm ithalatın neredeyse yarısı- ABD’ye yapılmaktadır. Ayrıca, Birleşik Devletler’de çalışan işçilerin ailelerine gönderdikleri nakit akışının tutarı 21 milyar doların üzerindedir. Ülkedeki işsizlik ve komşudaki istihdam açığı suyun gediğini bulması gibi doğal bir nüfus akışını tetiklemektedir. “Polleros” yani ”Çakallar” diye adlandırılan kişi veya gruplar, Amerika Birleşik Devletleri’ne kayıtlı giden göçmen sayısından çok daha fazla göçmeni, sınırdan kaçırmaya devam ediyor. İşsiz ve çoğunlukla kalifiyesiz olan bazı kaçakların çoğu, Kolombiya’da üretilen uyuşturucuların büyük bir kısmını ABD’ye taşıyarak, kendilerine gelir kapısı oluşturuyorlar (ABD’ye giren kokainin % 90’ı Meksika’dan gelmektedir). Öyle ki,  Meksika’ya uyuşturucu satışından akan paranın resmi tahminlere göre, yıllık 20 ile 40 milyar dolar arasında olduğu söyleniyor. Halkının önemli bir bölümü yoksul olan bu ülke, oldukça dengesiz olduğundan yasadışı göç ve ticaret, Amerika istese de istemese de devam edecektir. Bu kadar büyük bir rant alanının olduğu bölgede ise, bu rantın kimin tarafından kontrol edileceğini belirleyecek olan güç mücadelesi, Meksika’daki şiddeti ve yolsuzluğu artırmaktadır. Ocak 2006 ile 3 Şubat 2010 tarihleri arasında, yaklaşık 5000 Meksikalı, 2009 yılında ise 535 Meksikalı polis memurunun uyuşturucu bağlantılı şiddet sebebiyle hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.

1800’lü yılların başında Meksika, ABD’ye oranla çok daha gelişmiş, silahlanmış ve kültürlü bir ülkeydi. Ancak ABD’nin, 1848 yılında Monroe Doktrini’ni kendisine hizmet edecek biçimde uygulamaya koymasıyla beraber, Teksas’ı, Kaliforniya’yı ve bugünkü Amerika’nın güney batısını,  daha sonra da Meksika’nın bütün topraklarının % 50’sini ele geçirmesiyle sonuçlanan savaşlar silsilesi, bu ülkeyi pasifleştirmiştir. ABD’nin bu hızlı toprak genişlemesi, Amerikan değerlerinin güneye yayılmasından çok daha hızlı bir şekilde, kuzeye yayılmasına ve yayılmaya devam etmesine neden olmuştur. Kaliforniya, Teksas, Arizona ve New Mexico (ismi bile bölgenin hala ne derece Latin etkisinde olduğunun bir göstergesidir) gibi, büyük ölçüde İspanyolca konuşan nüfusun bulunduğu bölgelerde, ortak siyasi duruşlar mevcuttur. İspanyolca, hızla Amerika’nın ikinci resmi dili haline gelmektedir. Meksikalı göçmenlerin, ABD içerisindeki nüfusunun 2009 yılında 11,5 milyon civarında olduğu, ABD’deki yasadışı göçmenlerin nüfusunun da yaklaşık 6,6 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Meksika kökenli bireylerin toplam nüfusu 31 milyon civarındadır, başka bir deyişle ABD nüfusunun % 10’u Meksikalıdır. ABD,  bu nüfusun sadece istihdam ve güvenlik sorunlarıyla değil, sosyal olarak oryantasyon sorunlarıyla da karşı karşıyadır. ABD’nin özellikle güney eyaletlerinde yoğunlukla bulunan bu nüfus, diğer topluluklarla iç içe yaşamak zorunda kalmamaktadır. Kitle iletişim araçları ve sosyal ağların yaygınlığı, belirsizleşen sınırların etkisi ve ulaşım maliyetlerinin rekabetle beraber düşmesi, bu halkların Amerikan ulusal değerleriyle bütünleşmesini zorlaştırmaktadır. ABD ile Meksika’da yaşayan Meksikalıların, kültürel sınırının yok olması ABD’de bir nüfus baskısına neden olmaktadır. Bu topluluk, Birleşik Devletler üzerinde tarihi bir iddiası bulunan tek göç grubudur. Asya’nın yükselişinin, ABD’nin tek süper güç olan hegemonyasının zayıflamasının ve muhtemel görünen büyüme oranlarının düşüklüğünün, bu ülkeyi ulusal kimlik konusunda daha savunmacı yapacağı olası görülmektedir. Bunun bir örneği 2010 yılında, Arizona’da yasadışı göçmenlerin kovuşturulması ve sınır dışı edilmesinin arttırılmasına yönelik katı göçmenlik yasasıyla gerçekleşmiştir. Başkan Obama’nın devreye girerek tasarıyı kınamasına rağmen, Meksikalıların gözünde Amerikalıların sahip olduğu olumlu intibada keskin bir düşüş olmuştur. 2010 Pew Küresel Tutumlar Araştırma’sına göre, Arizona yasasının yürürlüğe girmesinin ardından, Meksikalıların % 44’ü Amerikalılar hakkında olumlu görüş bildirmişlerdir. Bu oran yasadan önce % 62 seviyesindeydi.

Çorak coğrafi konumuna rağmen yasadışı ticaretin ve göçün odak noktası olmuş olan Meksika-ABD sınırı, bu iki ülke içinde ciddi sıkıntılar ve fırsatlar taşımaya devam edecektir. ABD’nin ucuz ve dayanıklı iş gücüne olan ihtiyacı ve Meksika’nın elini kolunu bağlayan yüksek işsizlik oranı göz önüne alınırsa, buradaki sınır güvenliğinin kısa bir süre içerisinde kökten çözüleceğine inanmak çok zordur. Fonksiyonunu yitirmiş ve belirsizleşmiş sınırların akıbeti sadece Meksika’yı, ABD’yi veya Kanada’yı değil, tüm dünyayı ilgilendirir durumdadır. Savaşlar, çevre sorunları, kaynak kıtlığı ve açlık, küresel iklim değişikleri gibi sebeplerden dolayı, göçler tüm dünyada yaygınlaşmakta ve yeni uluslararası problemleri ortaya çıkarmaktadır. Önümüzdeki yıllarda belirsizleşen sınırların tüm dünyada belirgin bir tehdit unsuru olacağı açıktır. Ülkelerin kendi meşrutiyet alanları tartışma konusu olacaktır. Birçok Latin’in dediği  “Miami’yi seviyoruz çünkü ABD’ye çok yakın” gibi yaklaşımlar, küresel boyutta dillendirilecektir.

Burak DAĞKUŞ-UPA Viyana Üniversitesi Temsilcisi

 

KAYNAKLAR

–       Eduardo Galeano, “Die offenen Adern Lateinamerikas.Die Geschichte eines Kontinents”

–       James C. Mc Kinley Jr., “With Behaeadings and Attacks,Drug Gangs Terrorize Mixico”, New York Times

–       Tamar Jacoby, “Immigration Nation”, Foreign Affairs

–       Paul Krugman, “The Return of Depression Economics and the Crisis of 2008

–       www.tardingeconomics.com

–       WTO, http://stat.wto.org/CountryProfile/WSDBCountryPFView.aspx?Language=E&Country=MX

–       INEGI, http://dgcnesyp.inegi.org.mx/cgi-win/bdiecoy.exe/786?s=est&c=24390

–       George Friedman, “Gelecek 10 Yıl”

–       Parag Khanna, “The Second World: How Emerging Powers are Redefining Global Competition in the 21st Century”

One Comment »

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.