AFRİKA’DA POST-MODERN SÖMÜRGECİLİK DEVRİ: ORTA AFRİKA ÖRNEĞİ

upa-admin 31 Mart 2013 4.328 Okunma 0
AFRİKA’DA POST-MODERN SÖMÜRGECİLİK DEVRİ: ORTA AFRİKA ÖRNEĞİ

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, çok büyük bir bölümü bağımsız (!) birer devlet haline gelerek kendi haline bırakılan Afrika Kıtası’nda bugünlerde ilginç gelişmeler yaşanıyor. Arap Baharı çerçevesinde kıtanın kuzeyinde başlayan süreç, bugün itibarıyla Sahra altı Afrika topraklarına ulaşmış görünüyor. Mali’nin ardından Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşanan gelişmeler ve darbe süreci, küresel ve bölgesel aktörlerin politikaları ve stratejileri çerçevesinde ele alındığında Afrika’da, adına post-modern sömürgecilik de denebilecek yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.

Orta Afrika Cumhuriyeti, adından da anlaşılacağı üzere kıtanın tam ortasında, denize çıkışı olmayan ve yaklaşık 4,5 milyonluk bir nüfusa sahip bir Afrika ülkesidir. 1960’a kadar Fransız sömürgesi olan bu ülke, bağımsızlık sonrası süreçte de Latin Amerika’da kurulan “muz cumhuriyetlerine” benzer bir şekilde “erken kalkan generallerin ya da liderlerin darbe” yaptığı bir ülke olmuştur. Bu darbelerin en önemli özelliği ise, Fransa’ya bağımlı olmasıdır. Öyle ki, darbe yapmak için dahi Fransa’nın izninin ve desteğinin alınması gerekmiştir. Ülkenin ilk devlet başkanı David Dacko’nun Fransa ile arasının bozulması sonrası Fransızların Dacko’nun kuzeni Jéan Bedel Bakossa’ya darbe yaptırmaları ve onun da SSCB’ye eğilim göstermesi neticesinde, yine Fransa’nın fiili müdahalesiyle, General André Kolingba’nın Bakossa’yı devirmesi, Fransa’nın ülke siyasetindeki kurucu rolünü açıkça ortaya koymaktadır. Zengin altın, elmas ve uranyum rezervlerine sahip olan Orta Afrika Cumhuriyeti, hidroelektrik potansiyeli açısından da Afrika’nın önemli ülkelerinden biridir. Kereste ihracatı/potansiyeli ve teknolojik yetersizlikler nedeniyle işletilemeyen geniş tarım arazileri de ele alınırsa ülkenin neden Çin ve Hindistan gibi küresel aktörlerin radarına girdiği de anlaşılabilecektir. Kaynaklar açısından bu denli zengin olan Orta Afrika Cumhuriyeti (OAC), siyasal istikrarsızlıklar, altyapı yetersizliği ve eğitim seviyesinin çok düşük olması gibi nedenlerden dolayı ekonomik potansiyelini kullanamamaktadır. OAC, bugün Afrika’nın en fakir 10 ülkesi arasında yer almaktadır.

OAC’yi uluslararası gündemin merkezine yerleştiren olay ise Aralık 2012’de başlayan ve 23-24 Mart 2013 tarihinde sonuçlanan bir isyan hareketi sonrasında devlet başkanının devrilmesi olmuştur. SELEKA adı verilen ve yerel Sango dilinde “koalisyon” anlamına gelen, kendisini de anti-emperyalist ve milliyetçi olarak gören bir grup tarafından başlatılan isyan, kendisi de 2003 yılında Fransa destekli bir askeri darbe sonucunda iktidara gelen General François Bozizé’nin devrilmesi ve komşu ülke Kongo’ya kaçarak ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanmıştır. SELEKA’nın darbe motivasyonunu arttıran birtakım nedenler bulunmaktadır. Kendisine bağlı olan askerlerin yeniden orduya dâhil edilmesini, devlet başkanlığı seçimlerinin derhal yenilenmesini, barış gücü adı altında ülkede bulunan yabancı devletlerin askerlerinin geri çekilmesini ve ülkenin yer altı kaynaklarının yerli şirketler tarafından işletilmesini isteyen örgüt, tarım reformunun da hayata geçirilmesini isteyerek ciddi bir halk desteğine sahip olmuştur.

SELEKA’nın istekleri oldukça meşru bir görünüme sahiptir. Ancak olayın iç yüzünü aydınlatıp, Orta Afrika Cumhuriyeti’ni Afrika’daki yeni nesil (post-modern) sömürgecilik hareketi ile birlikte değerlendirirsek süreci daha net bir şekilde anlamlandırabileceğiz. Devrik devlet başkanı Bozizé, Fransa’nın desteği ile iktidara gelmiş olmasına karşın, son dönemde Çin ve Hindistan gibi Afrika’nın yeni efendileri (sömürgecileri) ve Güney Afrika ile Nijerya gibi bölgesel aktörlere yakınlaşmıştı. Öyle ki, Bozizé altın ve elmas imtiyazını Çin’e verirken, kereste ve tarımsal plantasyon noktasında Hindistan ile birtakım anlaşmalar imzalamıştır. Bu durum, OAC’deki ekonomik işleyişin dışında bırakılmaya çalışıldığını hisseden ve bölgedeki Çin ve Hint nüfuzundan öteden beri endişeli olan Fransa’yı harekete geçirmiştir. Fransa, Bozizé’ye verdiği siyasal desteği çekerken, SELEKA milislerine karşı olumsuz bir tavır da takınmamıştır. Fransa’nın Bozizé’den vazgeçtiğini anlayan SELEKA ise, Fransa’nın desteğini alabilmek ya da tarafsız kalmasını sağlayabilmek için ülkedeki yabancı güçlere dair askerleri tanımlayıp çekilmelerini isterken, Fransız askerlerini telaffuz etmemiş ve bu askerler Bangui’deki uluslararası havaalanını kontrol etmeyi sürdürmüşlerdir. Bugün dahi Fransız askerleri havaalanında bulunmakta ve SELEKA milisleri ile herhangi bir çatışma yaşamamaktadırlar. Yani SELEKA ile Fransa arasında açığa vurulmamış bir anlaşma yapıldığı anlaşılmaktadır. Bozizé’nin devrilmesi ise yaptıkları karlı antlaşmalar açısından ciddi bir belirsizlikle karşı karşıya kalan Çin ve Hindistan’ı etkilemiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Fransa, OAC’deki paylaşım mücadelesinde “aslan payının” kendisine ait olduğunu ve Çin ile Hindistan’ın ise ancak kendisiyle anlaşırlarsa kendi paylarına düşeni alabileceklerini onlara göstermek istemiştir.

Orta Afrika’daki darbe girişimini bölgesel dengeler bağlamında değerlendirdiğimizde ise, Güney Afrika’nın, bu kriz bağlamında kendi bölgesel liderliğinin altını kalın çizgilerle çizmeye çalıştığını ancak yeterli başarıya ulaşamadığını görüyoruz. Her ne kadar, Bozizé’nin başkanlık sarayından Kongo’ya kaçmasına yardımcı olmuşlarsa da SELEKA’nın iktidarı ele geçirmesine engel olamamaları ve başkent Bangui’de SELEKA milisleri ile Güney Afrikalı “barış gücü” askerleri arasındaki çatışmada yaklaşık 15 Güney Afrikalı askerin ölmesi, bu ülkenin bölgesel arabulucu rolüne ciddi bir darbe indirilmiştir. Ne var ki, Güney Afrika, OAC konusunda geri adım atacağa benzememektedir. Güney Afrika, OAC’ye aktarılmak üzere 200 askeri Uganda’ya göndermiştir ve bu sayı artacağa benzemektedir. Bu askerlerin barış gücü adı altında OAC’ye aktarılması, Güney Afrika’nın bu ülkedeki etkinliğinin sorgulanmasına izin vermek istemediğini kanıtlamaktadır. Ne var ki, bu ülkenin hedefi çatışmalara doğrudan müdahil olmak değil, krizin devamlılığına referansla bölgesel etkinliğinin devam etmesini sağlayabilmektir. Bu ülke daha önce Burundi ve Fildişi Sahili gibi ülkelerdeki krizlerde de bu yöntemi uygulamıştır. François Bozizé’nin petrol alımı konusunda Kamerun yerine Nijerya’ya yönelmesi, bölgedeki etkinliğini arttırmak isteyen ve Bozizé’yi koruyan birliğe uzun zamandan bu yana asker desteği sağlayan Çad’ın Bozizé üzerindeki Güney Afrika etkisi konusunda endişelerinin artması da, François Bozizé’nin devrilmesinde etkili olan sebepler arasında görülmelidir.

Görüldüğü üzere Afrika’da ciddi bir paylaşım savaşı yaşanmaktadır ve bu paylaşım savaşı yerel aktörler üzerinden ifadesini bulmaktadır. Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki süreç de bu eksende işlemektedir. Fransa, Çin ve Hindistan gibi küresel aktörler ile Güney Afrika, Nijerya, Kamerun ve Çad gibi bölgesel aktörleri yakından ilgilendiren darbe süreci, tarafların ekonomik ve siyasal paylaşım noktasında birbirleriyle anlaşmaları ve bu anlaşmanın siyasal arenaya yansıması ile sona erecektir. Ancak bu durum, Afrika Kıtası’ndaki paylaşım mücadelesinin sona erdiği anlamına gelmemektedir. Birkaç ay önce Mali’de başlayan paylaşım mücadelesinin şimdiki durağı Orta Afrika olmuştur. Bundan sonraki durağın neresi olacağı ise Afrika ülkelerinin ekonomik potansiyellerine ve özellikle kıtanın eski sömürgecileri ile post-modern sömürgecileri olan Çin ve Hindistan arasındaki rekabetin seyrine bağlı olarak ortaya çıkacaktır.

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.