Thomas Friedman, ünlü Lexus ve Zeytin Ağacı – Küreselleşmenin Geleceği adını taşıyan kitabında iki tür toplumdan bahsederek bu toplumlardan birinin daha iyi bir Lexus’u üretmek amacındayken, diğerinin zeytin ağaçlarının mülkiyeti gibi kökenleri çok eski olan konularla ilgilenmeyi sürdürdüğünü iddia ediyordu. Geçtiğimiz hafta sonu Amerika’da yaşayan bir arkadaşımın beni ziyaretiyle, Friedman’ın bu benzetmesinin aslında ne demek olduğunu bir kez daha düşünmeye başladım.
Değerli arkadaşım Murat Altun, Minnesota Üniversitesi’nde doktora çalışmalarını sürdürüyor. O bunu yaparken aynı zamanda küçülen dünyanın nimetlerinden faydalanarak, Bursa’daki zeytinliklerinden gelecek sezonda alacakları verimi hesaplayıp hasat zamanında işe koyulmak ve kendi zeytinyağlarını üretmek için planlarını yapıyor, Isparta’ya gelip benimle görüşüyor, buradan Karadeniz’e ya da Ege’ye bağlantıda olduğu başka insanlarla buluşmaya gidiyor ve sonra asıl yaşadığı yere, Amerika’ya geri dönüyor.
Mesafeler kısaldıkça daha nelerin olanaklı hale geleceği konusu ayrıca ve bolca düşünmeye değer tabii. Bence bu örneğin bir başka önemli yanı, günümüzde gelişen teknolojik pek çok ürüne rağmen, zeytin ağaçlarının da değerli olduğu. Zeytin ağaçları, etkileşimi artan bu dünyada kökleri ve aidiyeti işaret ediyor ki, bu halen daha günümüz insanının vazgeçemediği bir alışkanlığını oluşturuyor.
İkisi arasında uyumlu bir denge kurabilen bireyler ve toplumlar için dünya giderek daha güzel bir yer halini alırken, bu dengeyi oluşturamayıp sadece bir tarafa doğru yüklenenler için hayat gün geçtikçe daha da zor bir hale geliyor. Yani, yine Friedman’ın dediği gibi, küreselleşme ile kültür, coğrafya ile geleneğin güçleri arasındaki etkileşim hayatlarımıza hükmetmeyi sürdürüyor.
Yrd. Doç. Dr. Hakan Mehmet KİRİŞ