ENERJİ GÜVENLİĞİNDE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ

upa-admin 14 Aralık 2012 3.217 Okunma 0
ENERJİ GÜVENLİĞİNDE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ

Türkiye dikkatini Arap coğrafyası üzerine, bilhassa Suriye’deki gelişmelere odaklarken, Avrasya enerji güvenliği ile istikrarın nasıl tedarik edileceği meselesi gerek ulusal gerek uluslararası kurumlarda tartışılmaktadır. Soğuk Savaş’ın bitişi, yani Sovyetler Birliği’nin dağılması ile özgürlüklerini kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin sahip olduğu doğal kaynaklar ve enerji tedarik zincirinin önemli halkaları olması nedeniyle ABD ile Rusya arasındaki “bilek güreşi” bu bölge üzerinde yoğunlaşmaktadır. Trans-Kafkasya olarak tabir edilen içine Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı alan bölge, enerji kaynakları, boru hatları, farklı etnik yapısı ve çatışmalara uygun tabiatıyla büyük güçlerin etki alanı oluşturmak istedikleri coğrafya olarak ön plana çıkmaktadır. Bu kritik havzanın önemli devletlerinden olan Türkiye içinse enerji geçiş yolları üzerinde söz sahibi olmak ulusal güvenliğini garanti altına alabilmek için özellikle Azerbaycan ve Gürcistan’ın istikrarı ile kritik önemdedir. Dolayısıyla uzun vadede Türkiye’nin jeostratejik ve jeopolitik önemi bölgede benimseyeceği politikaya ve enerji güvenlik stratejilerine bağlıdır.

ABD tüm dünyaya “demokrasi” ihraç etmeye çalışırken benimsediği “mutlak güç” kullanma kapasitesinin geçerliliğini yitirdiğini fark ettikçe bunu “yumuşak güç” ile uygulamayı denemiştir. Halbuki Amin Maalouf’un “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı eserinde bahsetmiş olduğu gibi, ABD artık dünya üstündeki etkisini yumuşatamazdı. Yaşam kaynağı olan enerji kaynaklarına en düşük maaliyetle ulaşmak ve idaresini ele geçirmek için toplumsal tabanı dinamitleyen yaklaşımıyla ilerleyen Amerikan yönetimi, şimdi bu yolda sonunda ışığı görünmeyen bir tünelin içinde ilerlemektedir. Elbette bu kaderi isyan ateşinin yandığı ülkelerin komşularıda yaşamaktadır. Diğer taraftan Rusya, Akdeniz’deki varoluşunun tehlikeye girmemesi için Batı’nın güdümünde gerçekleşen veya gerçekleşecek dönüşümlere şiddetle karşı çıkmaktadır. “Son Çar” olarak adlandırılan Rusya Devlet Başkanı Putin, planlarını Batı’nın bölgedeki hamlelerine karşı belirlemekte, Akdeniz güvenlik şemsiyesinin kontrolünün ABD güdümünde tekelleşmesine mani olmaya çalışmaktadır.

Başta önemli bölge ülkelerinden Türkiye ve İran olmak üzere, Avrupa Birliği (AB), ABD, Rusya, Çin ve Hindistan’ın belki de en önemli mücadele alanlarından biri bereketli enerji kaynaklarının yer aldığı Hazar Havzasıdır. Hazar politikası enerji başlığı altında, enerji güvenliğini sağlamak, jeostratejik hedefler geliştirmek ve ticari faaliyet alanları oluşturulması gibi hedefler Washington’un bölge siyasetine yön vermektedir. Yaklaşık 30 milyar varillik petrol rezerviyle Hazar havzası, Rusya ile ABD’yi karşı karşıya getirmekte, diğer oyuncuların işbirliği politikalarını bu iki ülkenin çekişme alanı içinde şekillenmesine neden olmaktadır. Mackinder’in “Eurasian Heartland” olarak tabir ettiği bu bölge, Batı için Rusya’nın etkisinin bertaraf edilmesi gereken stratejik bir alan olmasının yanında, Batı’nın ekonomik, siyasi ve güvenlik sistemlerine entegre edilmesi gereken bir merkez bölgedir. Dolayısıyla ABD, bölge kaynaklarının ihracında transit yolları Rusya ve İran’dan uzak tutmaya çalışmakta ve Rusya’yı by-pass edecek alternatif enerji yollarının tesisini sağlama gayreti içindedir.

Rusya ise Soğuk Savaş’ın bitişi ile kontrolü kaybettiği topraklarda eski gücüne kavuşamasa bile bölgeyi batının kucağına bırakmama gayretindedir. Özellikle Rusya’nın Avrupa’ya enerji sağlanmasında güvenilir bir tedarikçi olmadığı anlaşılması sonrasında batının alternatif enerji kaynaklarına ve yollarına yönelmesi Rusya’yı tek bir “Avrasya Koridoru” projesini engellemek adına coğrafi alanı genişletecek projelere yönlendirmektedir. Bunlardan biri Hazar Denizi’nin doğu yakasını İran vasıtasıyla dünyaya açmak ve Moskova-Çin demiryolunu geliştirerek, Trans-Sibirya hattıyla “Avrasya Köprüsü” rolünü kuvvetlendirmektir.

Türkiye perspektifinde Trans-Kafkasya bölgesi ve Hazar Havzası Soğuk Savaş sonrası askeri, siyasi ve ekonomik ilişkilerin özenle yapılandırılması gereken bölgeler olarak ön plana çıkmaktadır. Doğalgaz tedarikinde büyük oranla Rusya’ya bağımlı olan Türkiye için Hazar bölgesi doğal gazı alternatif bir kaynak olarak değerlendirilmeli, Hazar bölgesi ülkeleriyle Rusya’nın enerjide tekel pozisyonunu by-pass edecek enerji işbirliği anlaşmalarına önem verilmelidir. Örneğin, Azerbaycan gerek tarihten gelen, gerekse coğrafi yakınlığın verdiği avantaj ile Türkiye’nin çok yönlü işbirliği geliştirebileceği bir ülkedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı ve Şahdeniz projeleri iki ülke arasında önemli enerji köprüleridir. Dolayısıyla Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığından kurtulabilmesi için Hazar Havzası enerji kaynaklarının güvenli bir güzergah belirlenerek tedariki sağlanmalıdır. Bu noktada Türkiye Avrupa’ya ulaşacak enerjinin tedarikinde en uygun topraklar olurken, enerji güvenliğinin tesisinde “menteşe” rolüne sahip olacaktır.

Haftanın Sözü: “Demokrasi her yere yayılıyor, özgürlük değil.”

 

Furkan KAYA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.