REALİZMİN İHYASI VEYA “TARİH DEVAM EDİYOR”

upa-admin 22 Mayıs 2014 2.320 Okunma 0
REALİZMİN İHYASI VEYA “TARİH DEVAM EDİYOR”

Ukrayna’daki son olaylar devletlerin dış politikasının herhangi evrensel çıkarlara, ulvi değerlere değil, belli ulusal çıkarlara hizmet eden realist yaklaşım üzerine kurulduğunu teyit etti. Bu nedenle, yakın zamana kadar büyük ölçüde idealist bakışlara köklenen Batı medyasında artık siyasi realizmin uluslararası ilişkilerdeki lider rolünü itiraf eden fikirlere sık sık rastlıyoruz.(1)

Modern Realizm yirminci yüzyılda iki dünya savaşı arasındaki dönemde meydana geldi.(2) Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında temel küresel güçler olan ABD ve SSCB arasında yaşanan “Soğuk savaş” uluslararası ilişkilerde güç ve toprak faktörlerinin rolünü öne çıkaran Realizmi Hans Morgenthau, Kenneth Waltz ve başkalarının teorilerinde lider cereyana dönüştürmüştü.

Fakat SSCB’nin dağılması ve kapitalist kutbun zaferi 1990’larda İdealizmin aniden kendisine geniş yer tutmasına neden oldu. Batı’nın Komünizm üzerinde zaferini Francis Fukuyama “tarihin sonu” adlandırdı, diğer liberal ve neo-muhafazakar araştırmacılar da SSCB ve Yugoslavya’nın bölünmesinden sonra genişleyen demokratikleşme dalgasından esinlenerek, Batı liberal demokrasisinin yakında dünyanın her yerinde mevcut olacağına umut beslediler. Onlara göre, yeni dünya düzeni devletlerarası ilişkilerin rekabet değil, işbirliği üzerinde kurulması ile nitelendirilir. Buradan hareketle, optimistler devletlerin politikasında Realizmi eskimiş, yeni dünya gerçeklerin uymayan yaklaşım tarzı gibi görüyorlardı.(3)

Aynı dönemde Batı siyasi liderleri de yeni dönemde jeosiyasetin rolünü inkar ediyorlardı. Örneğin, ABD’nin eski Başkanı Bill Clinton 1992 yılındaki konuşmalarının birinde politikada güç faktörünü öne çekenlerin fikirlerinin yeni dönemle çatıştığını söylemişti. Clinton bundan beş yıl sonraki konuşmasında ise “yirminci yüzyılın büyük devletlerinin arazi politikasının 21`inci yüzyılda da üstün olacağı” fikrine karşı çıkıyordu ve aslında jeosiyasetin güncelliğini inkar ediyordu.(3)

Fakat “Soğuk Savaş” sonrası öfori uzun sürmedi. Özellikle de, uluslararası teröre karşı yıllardır yapılan mücadeleye rağmen, terör tehlikesinin artması, “Arap Baharı” denilen demokratikleşme dalgasının fiyaskosu, Pasifik’in Asya kıyılarında savaş tehlikesini artıran çatışma ve tüm bu sorunların çözülmesinde BM’nin işlevsizliği dünyanın hiç de uluslararası hukukun ilkelerine değil, ayrı ayrı güçlerin jeopolitik çıkarlarına uygun yönetilmesi konusunda iddiaları artırdı.

Buna rağmen, idealistler de kolay teslim olmak niyetinde değiller. Onlar çok zaman siyasetin perde arkası hususlarını öne çıkaran realistleri “komplocu”, onların yaklaşımlarını “komplo teorisi” olarak adlandırır, bununla da Realizme dayalı araştırmaları anlamsız ve bilim dışı göstermeye çalışırlar. Fakat Batılı devletlerin Ortadoğu’daki savaşlara katılımını “demokrasi yapılanması” adlandıran liberaller aynı devletlerin Ukrayna’daki son olaylar karşısında pasif durmasına anlam vermekte zorlanıyorlar. Ukrayna’nın tüm dünyanın gözü önünde, ülkenin kanunlarına aykırı olarak bölünmesi ve önde gelen devletlerin ve uluslararası kuruluşların buna yeterli tepki verememesi uluslararası hukuk sisteminin güce ve çıkarlara tabi olduğunu doğruladı.

Tesadüfi değil ki, Ukrayna olayları uluslararası ilişkiler teorisinde realist bakışların yeniden ihyasına ve “jeosiyasetin dönüşü” hakkında düşüncelerin belirmesine ortam yarattı.(4)

Fakat birçok realistlerin daima seslendirdikleri fikir şu ki, jeosiyaset hiçbir zaman önemini kaybetmedi. O, kapitalizmin komünizm üzerinde zaferinden sonra da devletlerin dış politikasının itici gücü olarak kaldı. Örneğin, Avrupa Birliği ve NATO’nun Doğuya doğru genişlemesi, Arap dünyasındaki olaylara müdahaleler işte “demokrasi yapılanması”, “insan haklarının korunması”, “uluslararası terörle mücadele” gibi isimler altında gerçekleştirilen dış politikanın, küresel jeopolitik mücadele ve çatışmaların devam etmesinin uygulamasıdır.

Aynı zamanda, Ukrayna olaylarına ilişkin açık hal alan Batı – Rusya çatışması birçokları tarafından hem de “Soğuk Savaş”ın dönüşü olarak değerlendiriliyor.(5) Demek ki, birinci “Soğuk Savaş”ın sona ermesi, insanlığın büyük bölümünü savaşsız ve çatışmasız müreffeh hayat hakkında hoş hayallere soksa da, ikinci “Soğuk Savaş”ın başlaması küresel çapta uyandırıcı etki verdi. Bu o demektir ki, uluslararası ilişkilerde ikiyüzlü, haksız siyaset hakkında acı gerçekler şimdi daha açık itiraf ediliyor. Böyle sonuç çıkarmak mümkündür ki, Hegel’in, Marx’ın, daha sonra Fukuyama`nın dünyada sadece bir ideolojinin ve yönetim sisteminin zafer kazanarak tüm alternatiflerini topyekun sıradan çıkarması, böylece “tarihin sonunun gelmesi” fikrini kabul etmek mümkün değildir. İnsanlık mevcut oldukça fikir ayrılığı, çelişki, mücadele ve çatışmalar yaşanacak ve demek, tarih de devam edecek.

Hülya MAMMADLİ

1. “Crimea Proves Political Realism is Still Dominant”, www.guardianlv.com, 23 Mart 2014.

2. William C. Wohlforth. “Realism and the End of the Cold War”, International Security, Cilt 19, No: 3, 1994-95, ss. 91-129.

3. John J. Mearsheimer. “Realism, the Real World, and the Academy”, içinde Michael Brecher and Frank P. Harvey eds. Realism and Institutionalism in International Studies. Ann Arbor: The University of Michigan Press, 2002, ss. 23-33.

4. “The Return of Geopolitics”, Foreign Affairs, Mayıs-Haziran 2014.

5. “Yeni ‘Soyuq müharibə’: mif, yaxud reallıq?”, www.newtimes.az, 30 Nisan 2014. 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.