Geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü lideri seçildi. Kuşkusuz Başkan Putin’in seçilmesinde, yıllardır Rusya Federasyonu’nu tek başına yöneten lider vasfına sahip olmasının yanında, son dönemde Suriye’de IŞİD’e kaşı başlattığı hava operasyonu ve Esad ile Kremlin Sarayı’nda yüz yüze görüşmesinin kamuoyunda oluşturduğu etkinin de payı büyüktür.
Putin’li Rusya
Rusya toprakları, tarih boyunca birçok kez istilaya uğramış, büyük oranda güvenlik tehditleriyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla, Rusya, bir devlet politikası olarak sürekli yayılma ve bölgesinde komşu olduğu ülkeleri kontrolü altında tutma amacında olmuştur. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, Rusya ekonomisi darboğaza düşmüş, ancak Putin’in başkanlık koltuğuna oturmasıyla yeniden güçlenmeye başlamıştır.
Türkiye Rusya’nın en önemli doğalgaz müşterilerinden biridir.
Başkan Putin’in göreve geldiği günden bugüne kadar dış politikada kullandığı en önemli enstrümanlardan birisi, enerjidir. Dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan Rusya, enerjide dışa bağımlı olan Avrupa Birliği ülkelerinin en önemli enerji tedarikçisidir. Bunun yanı sıra, Türkiye, ihtiyacı olan doğalgazın yaklaşık yüzde 60’ını Rusya’dan temin etmeye devam etmektedir. Türkiye, ayrıca “Türk Akımı” gibi alternatif projeler ile Rus gazını geçiş güzergahı olarak Türkiye terminaline ulaştırmak istemektedir. Fakat “Türk Akımı” projesinin ağırdan alınması sebebiyle, Rusya, Almanya ile “Kuzey Akım 2” doğalgaz anlaşmasına imza atarak, “Türk Akımı” projesine vereceği gazın yarısını “Kuzey Akım 2” projesine aktarmaya karar vermiştir. Türkiye ise, Rusya’dan gelecek gaz oranının yükseltilmesi planlarını yaparken, temin edilecek gazın düşürülmesi kararını şaşkınlıkla karşılamıştır.
“Büyük Oyun” ABD ve Rusya arasında.
Rusya’nın enerji politikalarının bir başka önemli alanı Orta Asya coğrafyasıdır. Kendi arka bahçesi olarak gördüğü eski Sovyet topraklarında bağımsızlıklarını kazanan ülkeler üzerinde otoritesini kaybetmek istemeyen Putin, “karşılıklı bağımlılık” esasından hareket ile, askeri, ekonomik ve enerji temelli anlaşmalara imza atmıştır. Elbette “karşılıklı bağımlılık” prensibi ilk bakışta akıllara eşit statü ve menfaat durumunu akıllara getirebilir, fakat bu tip ilişkilerde ekonomik ve siyasi anlamda nüfuzlu olan ülke diğeri üzerinde otorite sağlamış oluyor. ABD, coğrafyada Rusya’nın en büyük rakibidir. Tekrar gözden geçirdiği “Asya-Pasifik Politikası” ve Afganistan merkezli bölgeyi kontrolü sürdürmeye çalışan Amerika, coğrafyanın Rusya’nın tekeline geçmemesi için varlığını güçlendirmeyi hedefliyor. Ünlü stratejist Brzezinski’ye göre; Orta Doğu, Hazar Havzası ve Orta Asya, enerji kaynakları ve bunu uluslararası pazara taşıma imkanları ve güzergahları Avrasya’nın çatışma alanlarıdır. Dünya’ya hakim olmak için bu yollar üzerinde tam hakimiyet gerekmektedir. Dolayısıyla daha önce 19. yüzyılda Rusya ile İngiltere arasında bu coğrafya üzerinde “Büyük Oyun” olarak adlandırılan mücadele, İngiltere’nin “süper güç” sahnesinden çekilmesiyle Rusya ile ABD arasında devam etmektedir.
Avrasya Birliği’nin siyasi bütünleşmesi oldukça zor.
Rusya için Orta Asya’nın önemi bölge üzerindeki istikrar, sınır güvenliği ve işbirliği üzerinden geçiyor. Bu açıdan Rusya’nın Avrasya Gümrük Entegrasyonu ve bunun siyasi bütünleşmesi tamamlandığında ismini alacağı “Avrasya Birliği” projesi, ABD’nin Asya-Pasifik politikasına büyük engel teşkil edecektir. Elbette devasa ve bir o kadarda kendi iç refahını sağlayamamış ülkeler ile çevrili Asya coğrafyasında bütün devletlerin tabi olacağı uluslar üstü bir kurum inşa etmek son derece zor olacaktır.
Rusya genç nüfus problemi yaşıyor.
Rusya’nın demografik sorunları da, ülkenin baş etmesi gerektiği en önemli problemlerinden biridir. Yaşlanan nüfus ve doğum oranının düşük olması, Rusya’yı dış politikada daha ihtiyatlı olmaya mecbur bırakıyor. Örneğin Rusya, son olarak Suriye’de düzenlediği hava operasyonlarının akabinde “Kara harekatına da başlayacak mısınız?” sorusuna olumlu cevap vermemiştir. Çünkü Rusya, önünü alamayacağı sıcak çatışmalardan demografik sorunları nedeniyle uzak durmak zorundadır. Onun yerine, daha rasyonel olarak küresel ve bölgesel faaliyetler ile kendi güç merkezini tesis etmek istemektedir.
Yeni jeopolitik makro bloklaşmalar.
Son dönemde coğrafya üzerinde yeni jeopolitik makro blokların ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlardan biri, ABD etrafında Trans-Pasifik ortaklığı şeklinde ortaya konan planlar, diğeri ise ikinci makro blok Çin, Rusya, Hindistan, Kazakistan ve İran arasında işbirliği ile birleşen “Büyük Avrasya’yı” içermektedir. Elbette bu bloklaşma bölgenin daha da karmaşıklaşmasına, öngörülemez sorunların ve yeni aktörlerin güç odaklı politikaları krizlerin yönetilemez hale getirmesine neden olacaktır. Bu bloklaşmanın temelinde de enerji güvenliğinin bulunduğunun da göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Sonuç
Enerji, artık siyasi ve ekonomik kalkınmanın en önemli unsurlarından biridir. Enerji kaynaklarını verimli kullanan ülkeler uluslararası ilişkilerde çoğunlukla enerji kartını diğer ülkelere koz olarak kullanabilmenin avantajına sahip olacaktır. Dolaysıyla Rusya, ABD, Çin, İran, Hindistan, AB, Türkiye ve Asya-Pasifik ülkelerinin de içinde yer alacağı bu önemli enerji denkleminde, enerjinin “politikleştirilmesine” ve daha da “güvenlikleştirilmesine” şahit olmaya devam edeceğiz.
Haftanın Sözü: “Fareyi yakaladığı sürece kedinin siyah veya beyaz olmasının bir önemi yoktur.”
Furkan KAYA