3 Ocak 2014 gününde medyada karşılaşılan bir haber, dünya kamuoyunun ciddi şekilde ilgisini çekti. Irak’ın Felluce kenti, El Kaide bağlantılı Irak-Şam İslam Devleti örgütünün eline geçmişti. Daha doğrusu sözkonusu örgüt, Felluce’de “İslam Emirliği” kurduğunu ilan etmişti. Buna benzer bir oluşum Suriye’de El Nusra kanalıyla da yaşama geçiyor. El Nusra, zaman zaman Cilvegözü sınır kapısını ele geçiriyor, kendi denetimi altındaki alanlarda, vahşi uygulamalarla dikkat çekiyor. 5 Ocak 2014 tarihli gazetelerde ise, Suriye’de diğer İslamcı grupların El Nusra’ya karşı harekete geçtiği, El Nusra-Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasındaki çatışmalarda, sıklıkla sınır kapılarının el değiştirdiği yorumları vardı.
Suriye-Irak toprakları, haritada Doğu Akdeniz’den Basra’ya uzanan bir jeopolitiği işaret ediyor. Gerek enerji kaynakları, gerek enerji güzergahları ve kritik bölgeler bağlamında, Ortadoğu’nun “kalbi” sayılacak bu zeminde, elbette ilginç hesaplar birbirini kovalıyor. Irak-Şam İslam Devleti, siyasal hedef olarak “Levant”ı gösteriyor. Levant, Lübnan olarak simgelenirse, 2013’ün son günlerinde, bu ülkede Hizbullah’a yönelik “canlı bomba” saldırısını El Kaide bağlantılı yapılanmaların üstlendiğini anımsatalım. Gazze’deki Cund el Ensar örgütünün, El Kaide’nin Doğu Akdeniz’deki diğer uzantısı olduğu anımsanırsa, karşımızda çok boyutlu bir organizasyonun olduğunu görebiliriz.
El Kaide’nin temel stratejisi, devlet mekanizmasının içinin boşaldığı, otoritenin yok olduğu ülkeleri ele geçirme stratejisine odaklanıyor. Afganistan’da “mücahitler” arasındaki “iç savaş”tan sonra, devlet ortadan kalkmış, Taliban, diğer gruplar üzerinde üstünlük sağlamıştı. 11 Eylül 2001’den sonra, Afganistan’a yönelik NATO operasyonu halen sürerken, Taliban, Kabil dışında Afganistan’da hükümranlığını fiilen devam ettirirken, Pakistan’da “devlet”in varlığını tehdit ediyor. ABD, Pakistan’daki “nükleer silahların”, El Kaide bağlantılı Taliban’ın eline geçmesinden çekinirken, artık Pakistan devlet olmaktan çok, Afganistan’la birlikte, “Afpak” olarak bir coğrafi alanın parçası olarak analiz ediliyor.
2011’deki NATO operasyonundan sonra, Libya’da El Kaide “parça devletler” kurarken, ABD’nin Kaddafi sonrasındaki Libya Büyükelçisi’nin öldürülmesi, ABD açısından, İslamcı akımlara “müsamaha”nın sonlandığı bir milat haline gelmişti. Libya’dan Afganistan’a uzanan bir hatta “El Kaide Devletleri”nin ortaya çıkması, Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanan bir eksende, artık “devlet olanaklarına” sahip bir “El Kaide kuşağı” ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Mısır’daki askeri darbeden anlaşılacağı gibi, ABD’nin “değil El Kaide”, İhvan’a bile tahammülü kalmadı. Böylesine geniş bir alanda, bölgedeki ABD müttefiklerinin El Kaide karşısındaki konumlarını netleştirmeleri gerekiyor.
İran ve ABD’nin eş zamanlı El Kaide’ye vaziyet aldığı bir zeminde, El Kaide ile kim flört ederse, baltayı taşa vurmuş olur. 15-20 Kasım 2003 saldırılarında, İstanbul’da ülkemizi de vuran, 2005 ve 2010 MGK’larında, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde “öncelikli tehditlerden biri” kabul edildiği savlanan El Kaide’ye karşı mücadele, zaten kriminal, adli ve istihbari alanlarda sürüyor. Suriye’de ise, El Kaide’ye karşı “yeni önlemler” almak durumunda kalan Türkiye, Esad’a karşı bir dönem El Nusra’ya yardım etmekle itham ediliyor. Türkiye ise Esad’a karşı olmak konusunda gösterdiği aleni tutumla koşut olarak, Suriyeli muhalifler çerçevesinde, özellikle 22 Ocak’taki Cenevre 2 öncesi, ÖSO ve Suriye Ulusal Konseyi lehine bir çizgiyi daha fazla öne çıkartıyor. Ne var ki, Batı açısından artık İhvan siyaseti de Suriye için bir çözüm değil. “Esad’lı çözümler” de, ABD-Rusya ekseninde masada ele alınacak gibi gözüküyor.
Kafalar ve hesaplar karışık, ancak Batı’nın ve bu arada Kafkasya’da El Kaide bağlantılı grupları ortadan kaldıran Rusya’nın, öte yandan Çin’in, El Kaide karşısındaki tutumları net. Benden hatırlatması…
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ