Libya lideri Kaddafi’nin koalisyon güçlerince öldürülmesinden birkaç hafta önce verdiği röportajında, sesini yükselterek ve üzerine basa basa ülkesini El-Kaide’nin terörize ettiğini vurgulamış ve gerçek Libyalıları “evlatlarım” olarak nitelendirmişti. Elbette Kaddafi’nin günahını-sevabını tartışmak başka bir yazının konusu olabilir, fakat Orta Doğu’daki son gelişmeler ister istemez Kaddafi’nin sözlerini sorgulatıyor.
10 yıl sonra yeniden Felluce
ABD’nin başını çektiği koalisyon kuvvetlerinin 2003 yılında gerçekleştirdiği Irak Savaşı’ndan bir yıl sonra başlatılan Felluce kuşatması, Washington’un Vietnam Savaşı’ndan bu yana yaşadığı en kanlı çatışma olarak tarihe geçti. İşgal sırasında Iraklılar en sert direnişi bu bölgede göstermiş, Amerikan kuvvetleri direnişi kırabilmek için birçok sivili fosfor bombalarıyla öldürmüştü. Şimdi ise Felluce yeniden uluslararası gündemde yerini aldı. Bu sefer de El-Kaide bağlantılı Irak-Şam İslam Devleti’nin bölgede idareyi ele alma harekatıyla.
Diğer yandan Suriye’de Esad’lı veya Esad’sız geleceğin planlarını yapanlar Cenevre görüşmelerinden çıkacak neticeyi bekliyorlar. Elbette bu bekleme esnasında Suriye topraklarında çatışma hız kesmeden devam ediyor. Arap Uyanışı Suriye topraklarına ilk sıçradığında karşımızda Suriye rejimi ile rejim karşıtları yer alıyordu. Sonrasında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı altında birleşen muhalifler arasında da anlaşmazlığın boyutunun çatışmaya kadar vardığı görüldü. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin özerklik ilan etmesinde PYD’nin rolü büyük ölçüde arttı. Her ne kadar Kuzey Irak Kürt Yönetimi lideri Barzani PYD ile mutabakat görüntüsü vermese de, oluşum içinde destek verdiği Kürt gruplar yer alıyor. Nihayetinde, Suriye’de Barzani’nin de hoşuna gidecek bir Kürt oluşumu kendi idaresine de motivasyon sağlayacak.
El-Kaide’nin politikaları derinleşiyor
Böyle bir atmosferde El-Kaide örgütü de konumu sağlamlaştıracak rolü kapma peşinde koşuyor. Öncelikle Suriye’de Esad rejimine muhalif örgüt El-Nusra’yı pasifize etmek isterken, rejim sonrası gücünü paylaşacak rakip örgütleri ya taca atmak ya da kontrolü altına alma amacı güdüyor. Bunu yaparken de Suriye muhalifleri arasında fitne oluşturup daha çok birbirlerini kırdırma politikası takip ediyor. Peki böyle bir konjonktürün en çok kime yaradığını sorusunu soracak olursak, herhalde cevabın Esad olacağını tahmin etmek zor olmaz.
Şu anda karşımızda beş cepheye bölünmüş bir Suriye var. Bunlar; Esad rejimi, Özgür Suriye Ordusu, Selefi gruplar, El-Kaide bağlantılı Irak-Şam Devleti ile PYD Kürtleri. Artık bölgede rejim ile muhalefet arasındaki mücadeleden ziyade yukarıda saydığımız cepheler arasında savaş belirginleşirken, Kürtler ile İslami değerlerin otoritesi artıyor.
ABD’nin derdi etnik veya mezhepsel entegrasyonun önüne geçmek
Gücü artan gruplar arasında yer alan Irak-Şam İslam Devleti’nin El-Kaide eliyle Irak’ın Felluce kentinde kontrolü ele geçirmesi karşımızdaki resmin aslında ne kadar büyük çapta olduğunu gösteriyor. 2004’te Amerikan askerlerinin Felluce işgalinde Sünniler ve Şiilerin omuz omuza savundukları topraklarda şimdi El-Kaide arkasına Sünni aşiretleri alarak Bağdat hükümetine meydan okuyor. Washington yönetimi bu durum karşısında ihtiyatlı bir yaklaşımla olası Sünni-Şii çatışması arasında kalmak istemiyor. ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry yaptığı açıklamada Amerika olarak Irak-Şam Devleti’ne karşı Bağdat yönetimine yardıma hazır olduklarını fakat askeri anlamda desteğin söz konusu olmadığını söylemişti.
Görünen o ki, El-Kaide bağlantılı Irak-Şam İslam Devleti’nin Suriye’de oynağı rol, Irak’ın güvenlik meselesiyle iç içe geçmiş vaziyette. Dikkat edilmelidir ki, örgütün savaşçıları Suriye’den ve ABD’nin körfezdeki dost ülkelerde, bilhassa Suudi Arabistan’dan oluşuyor ve bu savaşçılara finansal ve silah desteği fazlasıyla sağlanıyor.
Artık amaç coğrafyayı daha da atomize ederek “kabile” devletleri haline getirmek
Geldiğimiz noktada çok bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıyayız. 1. Dünya Savaşı sonrası paylaşılan Osmanlı topraklarında amaç, etnik ve mezhepsel ayrılıkları derinleştirerek bölge halklarını bir daha bir araya gelemeyecek şekilde dizayn etmekti. Bunu dikta rejimleri ile ülke insanlarını siyasi kültür ve tarihten uzak tutarak bugüne kadar başardılar. Arap Uyanışı ile de bu dikta rejimlerinin miladı dolduğu mesajı verilerek “demokratikleşme” adı altında coğrafyayı daha da atomize etme politikasına yöneldiler. Söz konusu stratejide yine mezhep ve etnik silahlar kullanılıyor fakat buna paralel olarak terör grupları da taşeronluk görevini üstleniyor. 1979 senesinde Rusya’ya karşı Afganistan Savaşı’nda El-Kaide’nin Batı tarafından nasıl kullanıldığına tarih kitaplarından tekrar bakmaya yarar var. Peki bu konjonktür karşısında Türkiye’nin politikası ne olmalı? Bunu da bir sonraki yazımda ele alacağım.
Haftanın Sözü: “Koyunun bulunduğu yerde kurt eksik olmaz.” – Balzac
Furkan KAYA