Avrasyacılık akımı, Rus milliyetçiliği ve imparatorluk stratejisinin bir ürünü olan Putin Doktrini; bağımsız birer devlet olan eski Sovyet cumhuriyetleri topraklarında yaşayan ve belirli bölgelerde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rus kökenlilerin ya da yine belli bölgelerde yaşayan ve içerisinde yaşadıkları devlet ile etno-kültürel, tarihsel ya da siyasal anlamda sorun yaşayan halkların kullanılarak, Rusya’nın aleyhine hareket eden ve Batı ile yakınlaşan devletlerin toprak bütünlüğünün tehdit edilmesi ve böylece o devletlerin Rusya lehine hareket eder hale getirilmelerinin sağlanmasıdır. Bu doktrinin altyapısını, eski Sovyet cumhuriyetlerinde konumlanmış olan ve daha çok etnik, dinsel ya da bölgesel anlamda merkezden kopmuş olan donmuş çatışma bölgeleri oluşturmaktadır. Rusya, 1990’ların ikinci yarısından itibaren “yakın çevre politikası” ve Avrasyacılık üzerinden işlevsel hale getirmeye çalıştığı bölgesel etkinliğini, Putin’in güçlü kişiliği ve artan enerji fiyatlarının sağladığı ekonomik istikrar üzerinden anlamlandırmıştır. Şimdi ise eski Sovyet topraklarında kurgulamaya çalıştığı Avrasya Birliği projesi aracılığıyla “arka bahçesine” girmeye çalışan Batılı rüzgârları dindirmeye çalışmaktadır.
Putin Doktrini’nin ilk durakları Gürcistan ve Ukrayna olmuştur. Bilindiği gibi Ağustos 2008’de yaşanan küçük çaplı bir savaş sonucunda Gürcistan’dan fiilen bağımsız hareket eden Abhazya ile Güney Osetya, Rusya tarafından “bağımsız” birer devlet olarak tanınmış ve güvenlikleri de Rus Ordusu’nun himayesine bırakılmıştır. Rusya’yı Gürcistan’a yönelik olarak harekete geçiren, bu ülkenin katıksız bir Batı yanlılığına eklemlenmiş olmasıydı. Yani Rusya, yüzünü Batı’ya dönen Gürcistan’ı cezalandırmış ve toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmıştır. Bu ceza mekanizması oldukça işlevsel bir şekilde çalışmış ve Rusya, Abhazya ile Güney Osetya’nın bağımsızlığını BM’ye ve birkaç ülke dışında kimseye kabul ettirememiş olsa da Gürcistan’da iktidar değişimine giden yolu açmıştır. Nitekim Bidzina İvanişvili de o yolu takip ederek Saakaşvili’yi iktidardan indirmiş ve ülkesini Rusya ile Batı arasında bir dengeye oturtma çalışmalarına başlamıştır. Bugün Ukrayna’da yaşananlar ise Putin Doktrini’nin bir diğer uygulama alanını ortaya koymaktadır. 2005-2010 yılları arasında yaşanan Batı yanlısı Turuncu Devrim özelinde Rusya’nın tepkisini çekmiş olan Ukrayna, bu dönemi çok büyük bir zarar görmeden kapatmış olsa da, Şubat 2014 itibarıyla bir kez daha Turuncu Devrim senaryosunun uygulama alanına konması Rusya’yı harekete geçirmiştir. Rusya, bu kez Rus asıllıların çoğunluğu oluşturduğu Kırım’ı Ukrayna’dan koparmış ve bu bölgenin kendisine bağlanmasını sağlayarak Ukrayna’yı cezalandırmıştır. Bu aynı zamanda Batı’ya da verilmiş olan bir mesajdır.
Kırım’ı koparmış ve böylece Ukrayna’yı cezalandırmış olmasına karşın Putin Doktrini’nin Ukrayna özelindeki işlevi sona ermiş değildir. Nitekim son günlerde ülkenin doğusunda yer alan ve çoğunluğu Rus kökenlilerin oluşturduğu Donetsk, Kharkiv, Luhansk gibi şehirlerde halk meydanlara çıkmakta ve devlet binalarını işgal ederek Rusya bayrağı asmakta ve Rusya’ya bağlanmak için, tıpkı Kırım’da olduğu üzere, referandum düzenlenmesini talep etmektedir. Buna paralel olarak, Rusya, Ukrayna’nın kendisine olan doğalgaz borcunu gündeme getirmekte ve Ukrayna’dan geçerek AB’ye ulaşan doğalgaz akışına ilişkin çeşitli açıklamalarda bulunarak gündem yaratmaktadır. Rusya, Putin Doktrini’ni Ukrayna’nın doğusunda işletebileceği mesajını vererek, bu ülkenin Kırım’ın kendisine bağlanmasına olan itirazını dindirmek, Batı’ya daha mesafeli durmasını sağlamak ve AB ile ABD’nin kendisine karşı uygulamak istedikleri kısıtlamaların yeniden gözden geçirilmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Rusya’nın, Putin Doktrini özelinde kullanabileceği ve eski Sovyet coğrafyasında bulunan birkaç “donmuş çatışma bölgesi” daha bulunmaktadır. Bunlardan birisi Moldova’dan “de facto” bağımsız hareket eden Transdinyester’dir. Halkının yarısından çoğunu Rus ve Ukrayna kökenlilerin oluşturduğu ve Rusya’ya bağlanmak isteyen bu bölge, Kırım’da yaşanan sürecin bir benzerinin kendisi için de işletilmesini ve Moldova’dan resmen ayrılarak Rusya’ya bağlanabilmeyi arzulamaktadır. Hatta Transdinyester’in devlet başkanı Sergey Şevçuk bu minvalde bir açıklamada da bulunmuştur. Şevçuk, Transdinyester’in ayrılmasına izin verilmesinin ardından Moldova’nın geri kalan toprakları ile çok arzuladığı AB üyelik sürecine odaklanabileceğini belirtmiştir. Ne var ki, Rusya’nın şu an için Transdinyester’e açık bir destek verdiği söylenemez. Zira Rusya, bu bölgeyi kullanarak Moldova’nın AB ve hatta NATO ile yakınlaşma sürecine müdahil olabilmektedir.
Putin Doktrini özelinde ele alınabilecek bir diğer bölge ise Dağlık Karabağ’dır. Rusya, Batı ile Rusya arasında belli bir dengeyi gözetmeye çalışan Azerbaycan’ın yönünün büyük bir oranda Batı’ya yöneldiğini hissettiği anda Dağlık Karabağ’daki Ermeni işgalini meşrulaştıracak bir adım atıp, bölgenin Ermenistan’a bağlanmasını ya da Güney Osetya ve Abhazya özelinde olduğu üzere bağımsızlığını ilan etmesini sağlayabilir. Şimdilik kaydıyla Rusya’nın bu tarz bir girişimde bulunması uzak bir ihtimal olarak görünse de Azerbaycan’ın enerji politikaları, Türkiye’nin tutumu ve ABD-Azerbaycan İlişkileri’nin ileri bir boyuta taşınması gibi faktörler, Rusya’nın tutumunu farklılaştırmasına yol açabilir. Güney Kafkasya’da, Rusya tarafından daha önce cezalandırılmış olan Gürcistan’da yer alan ve mevcut konjonktürde Ermenilerin çoğunluğu oluşturduğu Cevaheti (Ahıska) Bölgesi de Rusya’nın Gürcistan’a karşı elinde bulundurduğu bir başka koz olarak görülmelidir. Görüldüğü üzere, mevcut konjonktürde Putin Doktrini’nin Güney Kafkasya’da işletilmesi halinde karlı çıkacak tek ülke Ermenistan’dır. Bu ülkenin topraklarında Rus askeri üssü bulundurduğunu ve Avrasya Ekonomik Birliği Projesi’ne katılma yönünde adım attığını da ifade etmeden geçmeyelim.
Görüldüğü üzere, Rusya’nın elinde kendisi için acil gördüğü durumlarda kullanabileceği çok önemli bir silah vardır. Etno-kültürel, tarihsel ve siyasal ayrımlara ya da farklılıklara bağlı olarak beliren ve SSCB döneminde oluşturulmuş yapay sınırların SSCB’nin dağılmasına paralel olarak meşrulaştırılmaya çalışılması ile beliren donmuş çatışma bölgeleri, SSCB’nin dağılması ile birlikte Rusya dışında kalan Rus kökenlilerin yoğunluğu oluşturduğu bölgeler ile bir arada ele alındığı noktada Putin Doktrini’nin üzerine temellendirildiği altyapı belirmektedir. Bu altyapının üzerine temellendirilen strateji ise konjonktürel siyasal ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak işletilmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU