Bu makalemde Avrupa Birliği’nin kuruluş amacına farklı bir bakış açısı getireceğim. Özellikle son dönemde İngiltere’nin ön plana çıktığı ve tüm üye ülkelere yayılan Avrupa Birliği karşıtlığının[i] diğer üye ülkelerinin de iç dinamik tabanlarında yer bulması sonucunda “AB nereye gidiyor?” sorusu ortaya çıkmıştır. Son dönemde Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi, birkaç yıldır devam eden ekonomik kriz, Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi ve Avrupa’nın sosyal ve kültürel yapısında olan diğer sorunlar birlik felsefesinin ne boyutta olduğu tartışmalarını başlatmıştır. Ülkeler bazında aldığımızda birliğin lokomotif ülkeleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya’nın son dönemdeki krizler ve özellikle Yunanistan ekonomik krizi ile belirginleşen görüş ayrılıkları birlik içerisinde daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Bu nedenle bu konuya eğilmekte fayda var.
Avro bölgesindeki krizin başta Yunanistan olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru yayılması, müttefik durumunda olan diğer ülkelerin birliği tekrar sorgulamasına ve ona göre argümanlar geliştirmesine yol açmıştır. I. ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra rafa kaldırılan bazı sorunların, krizin derinleşmesi ve Rusya’nın birlik politikaları içinde etkinleşmeye başlamasıyla birlikte İngiltere’nin başını çektiği bazı ülkelerde birlik karşıtı reaksiyonlar oluşmuştur. Son dönemde canlanan İngiliz-Alman restleşmesi bunun en somut kanıtı olarak gösterilmekle birlikte, tarihteki siyasal ve kültürel sorunların krizin derinleşmesiyle daha da ön plana çıkması muhtemeldir. Bu pragmatik gelişmeler bazı sebep-sonuç ilişkilerine de neden olmuştur. Genel kanıya göre; mahşerin üç atlısı diyebileceğimiz Almanya, Fransa ve İngiltere egemenliğinde yürüyen AB, geçmişten günümüze bu büyük ülkelerin kendi aralarındaki güç savaşları, sorunları ve anlaşmalarıyla bugünlere gelmiştir. Bu büyük ülkelerin hepsi kıta Avrupa’sına yön vermeye çalışmış ve kendi ekolünü birbirlerine ve birlik geneline kabul ettirmeye çalışmışlardır. Birliğin kuruluş felsefesini daha iyi anlamak için Avrupa’daki birlik öncesi gelişmelere göz atmamızın, daha sağlıklı ve analitik düşünmemize yardımcı olacağına inanıyorum.
Roma İmparatorluğu’nun mirası argümanı üzerine kurulan Avrupa Birliği’ni ve “Avrupalı” kimliğini anlamamız bu noktada büyük önem ifade etmektedir. Roma felsefesiyle kurulan AB’nin asıl kuruluş amacını algılamak için “İmparatorluk” (imperium) kelimesini anlamamız gereklidir. Bu döngüsel tarih, sadece Yakın Doğu’da değil, başka “uygar” bölgelerde de geçerlidir. Bunun açıklaması, devletlerin koşullar oluşturduğunda diğer devletleri yutarak genişlemek ve güçlenmek istemesidir. Bu tarih boyunca doğanın ve uluslararası ilişkilerin en temel kanunu olmuştur. Realist paradigmaya göre, devletleri elinde tutanların amacı güçtür. Dolayısıyla diğer güç odaklarının bağımsız kalmaması gerekir. Bu nedenle onları çevrelemek ve hatta yutmak gerekir. Bu oyunda, dünya hâkimi olarak imparatorluk kurmak nihai hedeftir. Bu bazılarını, insanların “emperyal hayvanlar” oldukları düşüncesine kadar götürmüştür. (Larsen, 1979: 98). Roma’ya odaklanmak bu açıdan çok faydalı olacaktır, çünkü Roma hem imparatorluk kavramının beşiği olmuştur, hem de Batılı okur-yazar zihin dünyasında çağlar boyunca ve bugüne kadar canlı bir şekilde yaşamıştır. İmparatorluğuyla, emperyal diliyle, uygarlığıyla ve bu uygarlığı yayma ihtirasıyla Roma, Batılı elitlerin halen kullandığı bir “tahakküm söylemi” ve takip edilecek bir model temin etmiştir. (Hingley, 2005: 8)
Anglo-Sakson, Frenk, Cermen çatışması ve Roma mirasını ele geçirme meselesi, Konstantin’in 4. yüzyılda imparator olmasıyla birlikte gündeme gelmiş ve “Orbis Terrarum” aynı zamanda “Orbis Christianum” olmuştur. İmparatorluk kavramı etrafında dönen bütün tartışmalar, aslında daha büyük bir tartışmanın parçasıydı, ki bu da Orbis Christianum’u kim yönetecek tartışmasıydı. Son dönemde AB içerisinde yaşanan en önemli sıkıntıların başında da kanımca bu tarihi husus gelmektedir. Roma mirası üzerine kurulu birlik için Almanya, Fransa ve İngiltere kendi aralarında güç savaşı vermektedirler. Özellikle Alman-İngiliz rekabeti, son yıllarda kayda değer ölçüde artmıştır.
Avrupa’nın birleştirilmesi hareketi tarihte üç defa silah zoruyla yapılmak istenmiştir. Bunlardan birincisi Roma İmparatorluğu tarafından gerçekleştirilmiştir. Roma İmparatorluğu Avrupa’yı gerçek anlamda birleştirmiştir. Fakat bu birleşme, “hâkim olanlar” ve “hâkim olmayanlar” şeklinde tecelli etmiştir. Bu nedenle de birliğin dağılması kaçınılmaz olmuştur. İkincisi Cermenler tarafından Şarlken liderliğinde gerçekleştirilmiştir. Bu bütünleşme hareketi aynı zamanda Hıristiyanlığı da bütünleştirmiştir. Bu bütünleştirme hareketi de silah zoruyla Avrupa’ya hâkim olma projesidir ve başarısız olmuştur. Üçüncü Avrupa’yı birleştirme hareketinin lideri ise Napolyon’dur. Napolyon da savaş yoluyla Avrupa’yı birleştirmeye çalışmış ve bildiğimiz gibi sonuçta başarısız olmuştur. Bu birleştirme hareketleri daima savaşlara dayanmıştır. Ayrıca 20. yüzyılda iki büyük savaş yaşanmış ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşları Avrupa’ya büyük bir yıkım getirmiştir.[1]
Geçmişte bu yana Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun ve Carolingian[2] hanedanı etkisi ile Cermen ağırlığı bugün hala Avrupa Birliği’nde hissedilmekte olup, Anglo-Sakson (İngiltere) gibi yapıları rahatsız etmektedir. Alman pazarının bu kadar etkin olması ve bir nevi Alman Şansölyesi Angela Merkel ile birlikte Almanya’nın AB içerisinde “Ekonomik Reich” kurması, İngiliz tarafında büyük bir rahatsızlık yaratmıştır.[3] Burada şu önemli tespitler dikkate alındığında Şansölye Merkel’in AB politikaları ve verdiği vizyona bakılması gereklidir. Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya, onu küresel bir aktör yapmaya yetiyor mu? Akademisyenler ve uzmanlar, ekonomik gücüne rağmen Almanya’nın AB olmadan küresel bir güç olamayacağı görüşündedir. Münih Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Werner Weidenfeld, şunları kaydediyor: “Almanya’nın liderlik olgusu, ancak AB bağlamı içinde gerçekleşebilir. Zira Almanya, söz konusu hedef adına küçük bir ülke. Uluslararası siyaset sahnesinde ABD, Çin, Rusya gibi ülkeler aynı göz hizasında olabilmek için, büyük bir siyasi birliğe yani AB’ye ihtiyaçları var.”[4] TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü ve Avrupa Birliği Temsilcisi Bahadır Kaleağası Almanya’nın henüz küresel bir aktör olma şartlarını taşımadığını belirtiyor ve şunları ekliyor: “Almanya, uluslararası aktör oyununu oynamak için yeterince büyük olmadığını farkında. Hem siyasi, hem de pazar anlamında Avrupa’nın derinliğine ve genişliğine gereksinim duyuyor.Almanya, ancak Avrupa’nın üzerinde yükselirse istediği düzeye gelebilir”[5] Würzburg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gisela Müller-Brandeck-Bocquet de Almanya ve AB’nin karşılıklı çıkar ve bağımlılık ilişkisi içinde olduklarını vurgularken, şunları kaydediyor: “Almanya’nın dünyada yerini güçlendiren, ona olan güveni ve ilgiyi arttıran en önemli unsurlardan biri kuşkusuz AB. Tabii Avrupa’ya duyulan güvenin ardında da Almanya var. Çünkü Euro’ya güveni tazeledi ve AB’nin siyasi saygınlığını korumasına yardımcı oldu. Neticede iki oluşum arasında organik bir bağ var. Avrupa’nın ekonomik ve demokratik istikrarı, Almanya’nın ulusal çıkarı anlamına geliyor.”[6]
Almanya ve Fransa can dostu mu, can düşmanı mı?
Almanya ve Fransa arasındaki AB bağlamındaki ilişkiler geneline bakıldığında, birbirini tamamlayıcı nitelikte gelişmekte görülmekte olup, genel vizyon ekonomik bağlamda görünmektedir. Son dönemde yapılan iki ülkedeki seçimler sonrasında AB bölgesindeki kriz ve ekonomik buhran aslında aralarında ciddi görüş ayrılıklarının da bulunduğunu gün yüzüne çıkarmıştır. Almanya’daki seçimlerin ardından Merkel iktidarının devamı sonucunun çıkması, Almanya ve Fransa ilişkilerini tekrar Avrupa kamuoyunun gündemine getirdi. Fransa ve Almanya’da 2017’den önce herhangi bir genel seçim yapılamayacak. Dolayısıyla, hem bu ülkeler, hem de AB düzeyinde mevcut liderlerle devam edecek bir siyasi süreç yaşanacak. Bu süreçte AB liderliğinin kim tarafından yürütüleceği yine Avrupa kamuoyunun tartışma konusu olacak.[7] Geçmişte silah ve kültürel baskılar ile elde edilmeye çalışılan Avrupa hâkimiyeti, 20. yüzyılda “ekonomik” ve “politik” argümanlar ile bu mahşerin üç atlısı devlet arasında hâkimiyet mücadelesine sahne olmaktadır. Geçtiğimiz 22 Ocak günü Federal Parlamento’da gerçekleştirilen “ortak oturum”da Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın yaptığı konuşmada, Alman-Fransız dostluğunun Avrupa’nın bütünleşmesinin motoru olduğunu belirtilirken, “Bu dostluk çok değerli ve kaçınılmaz bir şekilde gerekli” denilmiştir. Alman Başbakan Angela Merkel ise “iki ülkenin birlikte iyi bir Avrupa’ya katkı yaptıklarını” vurgulamıştır.[8] Karşılıklı bu gelişmeler kaydedilirken, Internationale Politik dergisinde yayımlanan bir analizde, “Paris zayıflarken, Berlin gücüne güç katıyor, Almanya’nın baskınlığı giderek kalıcı gerginliklere neden oluyor “ denilmiştir.[9]
Napolyon Savaşları ve Fransa’nın “Romulus ve Remus” argümanında Avrupa egemenliği ideali
Aydınlanma çağından önce “Orbis Christianum” merkezi Avrupa’nın temel paradigmasını oluşturmaktaydı. Imperium Romanum’a hâkim olan Papalık (Vatikan), Kıta Avrupa’sının tek ve mutlak gücü ile otoritesini oluşturmaktaydı. Genel ağırlık “Roman Katolik” olan Feodal Avrupa ülkeleri, krallık bazında bölgesel güç ve etkin reaksiyonlara sahip olsa bile, mutlak güç bazında tek güç Papa’ydı. Fransız Devrimi (1789-1799) tam da bu döneme rast gelen bir sürecin içinde gerçekleşmiş bulunmaktaydı. Devrimden sonra etkinliği kırılan Vatikan ve yeni argüman olan sekülarizm ya da laiklik ve “Fransız” olgusu, yeni yönetim biçiminin de temelini oluşturmaktaydı. Devrim başlangıçta sosyo-kültürel, ekonomik ve Kilise’ye karşı reformist hareketler olarak algılanmış olsa da, devrimden sonra Fransız devletindeki kaotik monarşist sistemin çökmesiyle anayasal bir sürece girilmiş ve Cumhuriyet ilan edilmiştir. İşte bu dönemde Fransa’nın çevresindeki diğer batılı monarşiler bunu ciddi bir tehdit olarak algılamışlardır.
Ulus-devlet anlayışının devrimle ortaya çıktığı ve milliyetçilik tohumunun ilk filizlerini atıldığı Fransa, bu dönemde çevresindeki monarşik ülkeler için ideolojik bir tehdit olarak algılanmıştır. Prusya monarşisi ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bu devrimden ilk etkilenenler devletler olarak ön plana çıkmıştır. Devrimden sonra Napolyon Savaşları’nın ülke bazından çıkıp, kıta Avrupa’sına yayılmasında en büyük etken, diğer monarşik ülkelere kendi ideolojik yapısını aşılamak istemesi ve antik Roma kültüründen bu yana gelen “Avrupa egemenliği” anlayışının Fransız kolunu oluşturmaya çalışmasıdır. Bu duruma en güzel örnek; Napolyon Bonapart’ın kendi ülkesinde bile uygulamadığı ya da uygulamaktan vazgeçtiği, liberal düşünce ve devrimin tüm değerlerini silah zoruyla Avrupa’ya yaymak istemesidir.[10] Napolyon’un bu ideolojik yapıdaki hareket ve manevraları, Fransa’nın sınır komşusu Prusya’da da büyük yankı uyandırmıştır. Buna örnek olarak Alman Şansölyesi Otto Von Bismarck’ın tutumu belirleyici rol oynamış olup, 1871 baharındaki August Bebel’in Alman Parlamentosunda Paris komünü lehine yaptığı konuşma Bismarck tarafından unutulmamıştır. Tam bir monarşist olan Bismarck, seküler Fransız devletinin ulusalcı-milliyetçi yönetim şeklini büyük bir tehdit olarak görmüş ve ne pahasına olursa olsun bunun karşı argümanlarını geliştirip-kullanarak, devrimin Cermen bölgelerine sıçramasını engellemeye çalışmıştır.[11]
I ve II. Dünya Savaşı dönemi Avrupa’nın devletler bazında ilişkileri
1900’lü yılların başlarında, özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra hammadde ihtiyacının doğması ve iç birliğini geç tamamlayan Almanya (Prusya), İtalya gibi yeni iddialı devletlerin ekonomik pazara girme ihtiyaçları ile birlikte, Avrupa içi ilk ciddi çatışmaların bu dönemde çıktığını görmekteyiz. İç dinamiğini geç tamamlayan bu iki devletin, Fransa ve İngiltere ile ekonomik ve askeri rekabetleri sonucu ortaya çıkan savaşta kazandıkları ve kaybettiklerini masaya yatırmakta fayda vardır. Önceleri İttifak bloğunda yer alan İtalya’nın taraf değiştirmesi, Alman eksenini daha ön plana çıkarmıştır. Bu hadise, yeni durumu bir nevi Alman-İtilaf Devletleri savaşına dönüştürmüştür. Özellikle burada Almanya özel bir önem arz etmektedir. Savaştan sonra sosyo-kültürel ve ekonomik argümanlar göz ardı edilerek Almanya’nın nefes dahi alması bir nevi durdurulmuştur.
Ekonomik olarak dar boğaza giren Almanya’da işsizlik ve umutsuzluğun ön plana çıkması ile birlikte büyük bir iç kaos yaşanmış ve aşırı unsurlar ön plana çıkmaya başlamıştır. İşte bu dönmede Nazizm’in tüm Almanya’yı ele geçirmesi ve yükselmesi bu eksende gelişmiştir. Diğer Batılı müttefiklerin “ne olursa olsun barış olsun” ilkesi, II. Dünya Savaşı’na sebep olmuş ve bütün politik dengeleri değiştirip, satranç tahtasındaki bütün hesapları altüst etmiştir. Savaşın sonucunda büyük bir yıkım olmuş ve Avrupa’nın siyasi haritası tekrar şekillenmiştir. Bu dönemde yeni bir aktör olan Sovyet Rusya faktörü de öne geçmiştir. Sovyet Rusya’sı çökene kadarda bu faktör ve argüman uzun yıllar Batı Avrupa’da ülkeler bazında en önemli konu durumuna gelmiştir. Dikkat edilirse, geçmişte gelişen bu durum günümüz Avrupa’sı için de hala etkisini göstermektedir. Avrupa da ekonomik krizin aşırı sağın yükselişine sebebiyet vermesi ve Rusya’nın Kırım işgali ile birlikte parametreler tekrar tam anlamıyla aynı koşulları sağlamasa bile birçok Batılı uzman tarafından endişe verici boyutta görülmektedir.
İngiltere ve Fransa-Almanya bloğu arasındaki gelişmeler ve sorunlar
Son dönemde özellikle İngiltere’nin ciddi eleştirilerine maruz kalan Almanya’nın başını çektiği Fransa-Almanya bloğuna değinmek için 2011 yılına baktığımızda, o dönemde “neden” olan sorunların şimdi “sonuç”lara dönüştüğü görülecektir. O tarihlerde AB’nin merkezi Brüksel’de 9 Aralık’ta gerçekleşen tarihi zirvede, İngiltere’nin gittikçe daha fazla merkezileşecek bir AB ile ilişkilerini sınırlı tutacağını açıklaması dikkat çekmiştir. Eylül 2008’de Anglo-Sakson hattında başlayıp, kısa sürede tüm dünyaya yayılan küresel ekonomik krizin Kıta Avrupası’ndaki yansımaları derinleşirken, Avrupa Birliği dâhilinde Fransa-Almanya bloğu ile İngiltere arasındaki yaşanan güç mücadelesi, siyasal bir yapılanma olarak AB’nin geleceğini şekillendirecek derin bir çatlağa çevriliyordu.[12] AB’nin idari merkezi Brüksel’de 9 Aralık’ta düzenlenen tarihi zirve, AB’nin mihveri Almanya-Fransa bloğu ile AB’nin varlığını tamamen ekonomik-siyasal çıkarları çerçevesinde değerlendiren İngiltere arasındaki güç mücadelesini, İngiltere’nin gittikçe daha fazla merkezileşecek bir AB ile ilişkilerini sınırlı tutacağını açıklaması ile göstermişti. Aralık zirvesinin temel hedefi; hem 17 AB üyesi devletin dâhil olduğu “eurozone” (Avro bölgesi) içinde yaşanan ağır krizin atlatılması, hem de (o dönemde) 27 AB üyesi arasında ortak ekonomi politikaları geliştirilmesi için Fransa-Almanya bloğunun istediği kararların alınmasıydı.[13]
Bu noktada şunu diyebiliriz; İngiltere’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne uzanan süreçteki temel stratejisi, Avrupa’yı kendi çatısı altında toplamaya çalışan Fransa-Almanya tarafını kontrol etmek ve dengelemek istemesidir. Fransa ve Almanya’nın Orta ve Doğu Avrupa’daki etkisini dengelemek için, İngiltere de Güney Avrupa ülkelerini desteklemiştir. Burada İngiltere’nin Trans-Atlantik eksenine yakın duran Güney Avrupa’yı desteklemesi stratejik bir tercihtir. Öte yandan, özellikle Türkiye’nin NATO üyesi olması ve Trans-Atlantik hattı ile (ABD-İngiltere) iyi ilişkiler içinde bulunması, AB konusunda bu ülkenin de İngiliz desteğini en iyi şekilde almasını sağlamıştır. Aslında burada meseleye nesnel bakıldığında şöyle söylenebilir; İngiltere, Fransa-Alman eksenine karşı Türkiye’nin AB üyeliği üzerinden denge siyaseti yapmaktadır. Merkel’in tam üyelik yerine imtiyazlı üyelik istemesinin en tabii nedenlerinden biri de aslında bu konudur. Türkiye’nin nüfus yoğunluğu ve ABD ile olan çok yakın ilişkileri, AB karar mekanizmasında -Anglo-Sakson hattına yakın kararlar alabileceğinden mütevellit- Fransa-Alman eksenini rahatsız etmektedir. Yani Alman-Fransız hattının Türkiye’nin AB üyeliği karşıtlığının bir nedeni de, İngilizlerin güçlenmesini engellemek istemeleridir. Bu nedenle bu iki ülkenin liderleri, özellikle son dönemde iyice belirgin bir şekilde Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşıt tutum sergilemekte ve ahde vefa olgusundan bihaber olduklarını göstermektedirler.
DEVAM EDECEK…
Saltuk Buğra BOZKURT
KAYNAKLAR
[i] Aslında Batı literatüründe AB karşıtı yerine AB şüphecisi anlamına gelen “euroskeptic” terimi kullanılıyor.
[1] “AVRUPA BİRLİĞİ-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ VE BU İLİŞKİLERİN TÜRKİYE’YE YANSILMALARI”, Erişim: 02.06.2014, Adres: http://www.tasam.org/Files/PDF/Raporlar/turkiye_-_avrupa_birligi_iliskileri_ve_bu_iliskilerin_turkiyeye_yansimalari__d3bcc1f0-2c9b-4056-9c6a-60ef170ace3e.pdf.
[2] “HOLY ROMAN EMPIRE (SACRUM ROMANUM IMPERUM, HEILIGES RÖMISCHES REICH)”, Erişim: 02.06.2014, Adres: http://sitemaker.umich.edu/mladjov/files/holy_roman_empire.pdf.
[3] “What is wrong with German foreign policy?”, Erişim: 02.06.2014, Adres: http://www.cer.org.uk/insights/what-wrong-german-foreign-policy.
[4] “Almanya küresel güç olabilir mi?”, Erişim: 02.06.2014, Adres: http://www.dw.de/almanya-k%C3%BCresel-g%C3%BC%C3%A7-olabilir-mi/a-16850654.
[5] “Almanya küresel güç olabilir mi?”, Erişim: 02.06.2014, Adres: http://www.dw.de/almanya-k%C3%BCresel-g%C3%BC%C3%A7-olabilir-mi/a-16850654.
[6] “Almanya küresel güç olabilir mi?”, Erişim: 02.06.2014, Adres: http://www.dw.de/almanya-k%C3%BCresel-g%C3%BC%C3%A7-olabilir-mi/a-16850654.
[7] “Almanya seçimlerinin Fransa ile ilişkilere ve AB’ye olası yansımaları tartışılıyor”, Erişim: 02.06.2014, Adres: http://www.21yyte.org/tr/fikir-tanki/1250/almanya-secimlerinin-fransa-ile-iliskilere-ve-abye-olasi-yansimalari-tartisiliyor.
[8] Erişim: 03.06.2014, Adres: http://www.iha.com.tr/aramizdaki-baglari-derinlestirmeliyiz-dunya-260021.
[9] “Goldene Hochzeit in Katerstimmug”, Internationale Politik, 1-2013, Erişim: 03.06.2014, Adres: http://ww.zeitschrift-ip.dgap.org./de.
[10] “Savaş ve Barış Bağlamında XIX. Yüzyıl Uluslararası İlişkileri’nin Özellikleri”, Erişim: 03.06.2014, Adres: http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/22/22_06.pdf.
[11] “OTTO VON BISMARCK (1815-1898)”, Erişim: 03.06.2014, Adres: http://www.thelatinlibrary.com/imperialism/notes/bismarck.html.
[12] “Fransa-Almanya bloğu ile İngiltere arasındaki güç mücadelesi”, Erişim: 03.06.2014, Adres: http://sondevir.com/analiz/41451/fransa-almanya-blogu-ile-ingiltere-arasindaki-guc-mucadelesi.html.
[13] “Cameron and Merkel are the EU Council’s biggest rivals”, Erişim: 03.06.2014, Adres: http://www.euractiv.com/sections/eu-elections-2014/cameron-and-merkel-are-eu-councils-biggest-rivals-302740.