Ortadoğu’daki yoğun gündemin karmaşasında oyalanırken, İsrail’de çok ilginç gelişmeler yaşanıyor. Bir yandan Batı Şeria’da sivillere yönelik terör saldırılarıyla dikkat çeken Hamas’ın, sadece Gazze’de değil, Filistin Otoritesi ve El Fetih’in kontrol alanındaki topraklarda da varlığını hissettirdiği ve hatta Batı Şeria’da darbe planladığı spekülasyonları yapılıyor. Öte yandan İsrail askerlerinin, söz konusu saldırılarda gerekçe olarak öne sürülen Mescid-i Aksa’ya girmesinin yarattığı infial, “3. İntifada” senaryolarını hızlandırıyor. İsrail ise, El Aksa’nın “silah deposu” haline getirildiğini iddia ederek, askeri yöntemlerini meşrulaştırmaya çalışıyor.
Ancak tüm bunların ötesinde, bölgedeki dengeleri biraz daha sarsacak siyasal-yapısal değişimler de göze çarpıyor. Henüz İsrail parlamentosunda nihai biçimi verilmemiş haliyle, ülke 17 Mart 2015’te erken seçime gidiyor. Bu kararın arkasında; İsrail’in “muhafazakar Başbakanı” Benyamin Netanyahu’nun; Lapid ve Livni gibi siyasal liderler ve Bakanlarla anlaşamayarak daha radikal girişimlere hız vermesi, pazar ekonomisi ve muhafazakar siyaseti ve kendi “sağ”ıyla anlaşarak siyaseti konsolide etmesi gerçeğini ortaya koyuyor. Hatta denilebilir ki; Türkiye’deki siyasal söylemin sert ve muhafazakar tavrı, Netanyahu’ya siyasal güç kazandırıyor. Muhafazakarlık, muhafazakarlığı güçlendiriyor.
Kadima milletvekilleri tarafından hazırlanan ve Netanyahu’nun gündeme getirdiği “ulus-devlet yasası”, ilk bakışta kafalarda değişik soru işaretleri yaratabilir. İsrail’in 1948’deki kuruluş deklarasyonunda “Yahudi Devleti” ibaresi vardı. 1985’teki “Temel Yasa” ile buna “demokratik” olma niteliği de eklendi. İsrail’in “Yahudi ve demokratik devlet” olma vasfı neden önem taşıyor? Zira, İsrail-Filistin müzakerelerinde konu her seferinde Filistin tarafından reddediliyor. En önemli gerekçe olarak da, İsrail’de yaşayan Arap kökenli İsrail yurttaşlarının konumunun tehlikeye gireceği endişesi ortaya konuluyor. Yurttaş olan Arapların “resmi azınlık“ durumuna getirilmesi, beraberinde “kalıcı çözüm” aşaması arefesinde, olası Filistin devletine İsrailli Arapların dönmesi olasılığını resmileştirir mi? Bu, temel bir sorun olarak göze çarpıyor. İfade edilen koşul, defalarca dile getirildiği gibi, 2007’deki Annapolis Barış sürecinde İsrail tarafından Filistin heyetine temel koşullar olarak öne sürülmüştü. Üstelik Livni de Dışişleri Bakanı olarak aynı konuyu dile getiriyordu. Öte yandan, İsrail kabinesi tarafından tartışmalarla ve oy çokluğuyla onaylanan ama Knesset’te henüz son aşamasına gelmeyen “ulus-devlet yasa tasarısı”nda, İsrail’in “Yahudi ve demokratik devlet olma” özelliği yinelenirken, “dönüş” başlığında İsrail dışındaki Yahudilere İsrail’e gelmelerinde yeni kolaylıklar sağlanıyor. Zaten mevcut durumda, İsrail dışı Yahudilerin başvurmaları halinde İsrail’e yurttaş olma hakları var. İsrail’in “Yahudilerin yurdu” kabul edilmesi, yeni yerleşimciler konusunu gündeme getirme potansiyelini içinde taşımaktadır. İsrail’in “devlet politikası”nda var olan konu, yeni yasal düzenlemeyle daha da pekişmekte, İsrail seçimleri öncesi Netanyahu ve Likud’a siyasi prim kazandırmaktadır. Resmi dilin İbranice olduğunun vurgulanması, Arapça’ya “özel statü” verilmesi de, “milliyet yasası” zeminini çağrıştırmaktadır (Bernard Avishai, “Netanyahu’s Inflammatory New Bill”, http://www.newyorker.com/news/news-desk/netanyahus-nation-state).
ABD Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen ve ABD Başkanı Obama’ya imzaya giden yasayla, İsrail, ABD’nin “büyük stratejik ortağı” olarak ilan edilmektedir. Fiilen “stratejik ortaklığı” olan iki ülke açısından, kabul edilen son yasa dikkat çekici niteliktedir. Yasanın içeriğinde; İsrail’in ticari statüsünde ABD’ye yönelik ihracatının kolaylaştırılması, iki ülke arasında enerji, su mühendisliği, araştırma-geliştirme konularındaki işbirliğinin arttırılması ve ABD silah stoklarının İsrail’de gelecekte de artarak devam ettirilmesi öngörülmektedir (JPost, “US House of Representatives passes bill declaring Israel ‘major strategic partner'”, Dec 4, 2014, http://www.jpost.com/International/US-House-of-Representatives-passes-bill-declaring-Israel-major-strategic-partner-383616).
Böylece “3. İntifada”nın eşiğinde görülen İsrail’e, “büyük ortağı” tarafından yine önemli bir destek, zamanlaması ilginç bir biçimde verilmektedir. Gerçi Obama-Netanyahu arasındaki siyasal iklimin iyi olduğunu söyleme olanağı yoktur. Bununla birlikte, ABD-İsrail ortaklığının bölgedeki konumu, Suriye ve Irak’taki belirsizlikler, Türkiye’yle yaşanan kaygan zeminli süreç ve İran’la IŞİD konusundaki dolaylı paslaşma yüzeyinde daha da fazla anlam kazanmaktadır. Yaşanan son gelişmelerin ışığında, “ABD’nin büyük stratejik ortağı” ve kendi yasalarıyla “Yahudilerin yurdu ve devleti” kabul edilen İsrail’in, 2015 baharına doğru ne tür bir hareketlilik içine gireceği tartışma konusudur. Netanyahu’nun elini rahatlatacak olan, Hamas’ın yeni bir “şiddet dalgası” olacaktır.
İsrail, yaşanan gerilimlerin yanında “Doğu Akdeniz” koridorunda önemli mesafeler kaydetmiş, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’la kendi doğal gazını Avrupa’ya transfer edecek bir hamlenin içine girmiştir. İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi, AB’ye “en uzun doğal gaz boru hattı” için bastrmakta ve yardım talep etmektedir. Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a ve Avrupa’ya uzanması düşünülen boru hattıyla, yılda 10 milyar metreküp İsrail doğal gazının Avrupa’ya transfer edilmesi planlanmaktadır. Business Insider’e göre; Kıbrıs merkezli boru hattı, 1530 km uzunluğunda ve denizin 3 bin metre derinliğinde olacaktır . İsrail Enerji Bakanı Silvan Şalom, AB’nin geçen hafta düzenlenen Bakanlar toplantısında, konuyu AB’nin Enerji Birliği’nden sorumlu Başkan Yardımcısı ile görüşmüştür (Business Insider, “Israel and Cyprus are pushing the EU to help build the longest gas pipeline ever”, Dec 2, 2014, http://www.businessinsider.com/israel-and-cyprus-push-eu-to-build-the-longest-gas-pipeline-ever-2014-12). Bu bağlamda, İsrail-Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan, AB sponsorluğunda “Akdeniz koridoru”nu İsrail doğal gazı için kullanmayı, gerçekleşmeyen “Güney Akım”a karşı seçenek haline getirir mi? Türkiye-Rusya ikilisi, AB sponsorluğundaki üçlüye karşı bir konumda mıdır? Oyun, gerçekten büyük gözükmektedir.
ABD’nin NATO üyesi olmayan “büyük stratejik ortağı” ve AB’nin “ticari ortağı” İsrail, Doğu Akdeniz-Ortadoğu hattında, Batı ekseni açısından öne çıkmaya çalışmaktadır. İsrail, “Yahudi devleti” olma konusunu Batılı devletlere kabul ettirecek yeni bir kampanyanın içine girer mi? Avrupa parlamentolarında tek tek Filistin’in tanınma kararları alınırken, “Yahudi devleti” başlığı, sanki buna karşı bir karşı atağı ortaya koymaktadır. Stratejik rekabet, tüm bu başlıkların arasında ete kemiğe bürünmeye adaydır.
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ
İyi bir durum değerlendirmesi !
Tebrikler Deniz Bey.