Giriş
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 22. dönem üyelerini belirlemek için 3 Kasım 2002 tarihinde düzenlenen genel seçimler, birçok yönden Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu yazıda 3 Kasım 2002 genel seçimlerinin analizi yapılmaya çalışılacaktır.
Seçim Sonuçları
Yüzde 10 seçim barajlı D’Hondt sistemi aracılığıyla uygulanan seçimlerde, henüz bir sene önce kurulmuş olan ve İslamcı kökten gelen, ancak kendisini “muhafazakar demokrat” olarak nitelendiren Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) yüzde 34,28 oy almış, ancak yüzde 19,39 oy alan Deniz Baykal liderliğindeki merkez sol Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dışında hiçbir parti barajı geçemediği için, TBMM içerisinde yüzde 66’lık bir temsil oranına yani 363 sandalye sayısına ulaşmıştır. Bu sayede AK Parti’nin günümüze kadar halen devam eden tek parti iktidarları dönemi başlamış ve bu süreçte Türkiye önemli bir değişim-dönüşüm sürecine girmiştir. Seçimde Tansu Çiller liderliğindeki ülkenin köklü merkez sağ partisi Doğru Yol Partisi (DYP) yüzde 9,54 oyla barajı geçmeyi kılpayı farkla kaçırmış, Türk milliyetçiliği çizgisindeki ve Devlet Bahçeli liderliğindeki bir diğer köklü parti Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ise, yüzde 8,36 oyla yine baraja oldukça yaklaşmış, ancak TBMM’de temsil hakkı kazanamamıştır. İşadamı Cem Uzan liderliğindeki Genç Parti (GP), büyük reklam kampanyasının ardından girdiği ilk seçimlerde yüzde 7,25 gibi çok yüksek bir oy oranına ulaşmış, ancak DYP ve MHP gibi barajı aşamayarak meclis dışında kalmıştır. Seçimde en büyük hayal kırıklığını, bir önceki seçimi birinci bitiren Başbakan Bülent Ecevit liderliğindeki Demokrat Sol Parti (DSP) yaşamış, partinin oy oranı yüzde 21’lerden yüzde 1’lere düşmüştür. Mesut Yılmaz liderliğindeki ülkenin DYP gibi bir diğer köklü merkez sağ partisi Anavatan Partisi (ANAP) de, yüzde 5,13’lük oyla büyük bir başarısızlık yaşamıştır. DSP-MHP-ANAP hükümetinin belki de tek başarılı ismi olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in büyük umutlarla kurduğu Yeni Türkiye Partisi (YTP) de, seçimde hiçbir varlık gösterememiş ve yüzde 1,15’lik oy oranıyla hayal kırıklığı yaşamış ve yaşatmıştır. Kürt milliyetçiliği çizgisindeki ve Mehmet Abbasoğlu liderliğindeki Demokratik Halk Partisi (DHP) ise, yüzde 6,22 ile önemli bir çıkış gerçekleştirmiş, ancak yine de TBMM dışında kalmaktan kurtulamamıştır.
Seçimin bu şekilde sonuçlanmasında etkili olan faktörler ise şöyle sıralanabilir;
2001 Ekonomik Krizi
Türkiye’de 1999 depreminin ardından ikinci bir şok etkisi yaratan 2001 ekonomik krizinin etkileri, halk tarafından uzun yıllar unutulmamış, kriz sırasında iktidarda olan DSP, MHP ve ANAP’ın büyük oy düşüşü yaşamasından da anlaşılabileceği üzere, seçmen bu partileri cezalandırmıştır. Bu nedenle önemli tabanı olan bu üç parti de meclis dışında kalmış, hatta DSP, dünya demokrasi tarihinde az görülür bir şekilde 3 yıl içerisinde yüzde 20 oranında oy kaybetmiştir. Başbakan Bülent Ecevit’in ABD’den getirdiği ve özel yetkilerle donattığı Ekonomi Bakanı Kemal Derviş’in uygulamaya soktuğu ekonomik reform programı, henüz ilk aylardan itibaren toparlayıcı bir etki gösterse de, hükümetin erken seçime gitme kararı, halkın bu düzelmeyi hissetmesini imkansız kılmıştır.
Başbakan Bülent Ecevit’in Hastalığı
Seçimin iktidar partileri açısından fiyaskoyla sonuçlanmasında etkili olan bir diğer faktör de, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın mimarı ve bir dönemin kudretli Başbakanı Bülent Ecevit’in sağlık sorunları nedeniyle son döneminde çok zayıf ve aciz bir görüntü vermesi olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ten beri güçlü liderliği seven Türk halkı, Ecevit’in bu hasta görüntüsü nedeniyle ülkeyi iyi yönetemediği düşüncesine kapılmış ve ekonomik krizin yanında bu durum da seçim sonuçlarında oldukça etkili olmuştur.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Büyük Hatası
Seçimin bu şekilde sonuçlanması ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın önünün açılmasında etkili olan bir diğer faktör de, Ecevit’in hastalığı döneminde “MHP’siz bir koalisyon formülü istendiği” gerekçesiyle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin koalisyondan çekilme kararı alması ve ekonomik krizin etkileri atlatılamadan ülkeyi seçime götürmesi olmuştur. Denilebilir ki, bu kararla Devlet Bahçeli, Türkiye’yi Recep Tayyip Erdoğan’a kendi elleriyle teslim etmiş ve AK Parti’ye seçimlerde “dikensiz bir gül bahçesi” yaratma imkanı sunmuştur.
Koalisyon Hükümetlerine Duyulan Tepki
Seçim sonrasında ortaya çıkan bir diğer gerçek de, Türkiye halkının 1990’lı ve 2000’lerin başında iktidara gelen koalisyon hükümetlerinin kısır çekişmeleri ve uyumsuz görüntülerine duyduğu tepkiyi göstermesi olmuştur. Nitekim bu seçimden başlayarak, Türkiye seçmeninde tek parti iktidarını ve güçlü liderliği destekleme eğilimi daima ağır basmış, hatta giderek daha da baskın hale gelmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan Faktörü
Seçim sonuçları hakkında önceki hükümetlerin başarısızlığı kadar, AK Parti’nin başarısı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliğine de dikkat çekmek gerekir. 2001 yılında Ankara Bilkent Otel’de 3 “y” ile (yolsuzluk, yasaklar, yoksulluk) mücadele etmek için kurulmuş olan AK Parti, İslami siyasetin en önemli isimleri olan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener gibi siyasetçileri bir araya getirdiği gibi, Köksal Toptan, Yaşar Yakış ve benzeri merkez sağ figürleri, Zafer Üskül ve Ali Babacan gibi liberalleri ve hatta Haluk Özdalga ve Ertuğrul Günay (daha sonradan) gibi merkez sol siyasetçileri bile bünyesine katmayı başarmış ve gerçek bir “catch-all party” görüntüsü çizmeyi başarmıştır.
Bunun yanında Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle sağ kesimde efsaneleşen hayat hikayesi, AK Parti’nin başarısında büyük rol oynamıştır. Okuduğu bir şiir nedeniyle seçimler öncesinde birkaç ay hapis yatan Erdoğan, İslamcı söylemleri ve sert liderliğiyle 1990’ların ortalarında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu günden itibaren, tartışmasız Türkiye’nin en çok dikkat çeken siyasetçisi olmayı başarmıştır. Laiklik karşıtı mesajlarına karşın, halka yakın duruşu ve özellikle İslami kesimlerle olan özel bağı, Erdoğan’ı adeta bir “halk kahramanı” mertebesine taşımış ve bu tarihten başlayarak Erdoğan, girdiği her seçimde rakiplerine ezici üstünlük sağlamıştır. Erdoğan’ın tarzının laiklik hassasiyeti yüksek kesimlerde yarattığı alerjiye rağmen, Belediye Başkanlığı döneminde ispatladığı iş bitiricilik konusundaki başarısı ve liderlik etme yeteneği, Türkiye halkında kendisinin ülkeyi daha doğru yönetebileceği yönünde bir izlenim oluşturmuştur. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması sonrasında bugün AK Parti’nin Ahmet Davutoğlu liderliğinde yaşadığı oy kaybı, Erdoğan’ın ne kadar önemli bir lider olduğunu ispatlamaktadır.
Sonuç
3 Kasım 2002 seçimleri Türkiye açısından ancak Richter ölçeğine göre yüzde 9 seviyesinde bir depreme benzetilebilir. Zira bu seçim nedeniyle Türkiye’de merkez sağ siyaset tasfiye olmuş ve İslamcı kökten gelen AK Parti, ülkede sağ siyaseti tamamen domine etmeye başlamıştır. Ayrıca bu tarihten itibaren, Türkiye’de İslamcı-laik kutuplaşmasının başladığı ve etkilerinin bugün de devam ettiği yeni bir döneme girilmiştir. Buna ek olarak, AK Parti’nin 2007 genel seçimleri ve 2010 anayasa değişikliği sonrasında tamamen perçinlediği bu yeni düzende, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin teokratik ve ayrılıkçı akımları dengeleyici, ancak demokrasiyi gölgeleyici fren mekanizması ortadan kalkmış ve Türkiye ekonomik açıdan başarılı, ancak siyaseten istikrarsız bir döneme girmiştir. Bu düzen hala sürmekte ve Türkiye büyük siyasi sorunlarla çalkalanmaya devam etmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ