ABD’nin 2003 yılında Irak’a saldırısı sadece bu ülkede değil, bütün olarak Ortadoğu’da yıllardır süregiden siyasi, dini, etnik güç dengesini bozdu. Koalisyon güçlerinin gelmesi, Irak’ta Sünni-Şii arasında iç savaşın başlamasına, Arap dünyasının diğer bölgelerinde de Şiilerin siyasi rolünün artmasına neden oldu. “Arap Baharı” bu iki Müslüman mezhep arasında çatışmayı arttırdı, çünkü diktatör rejimlerin iflası Şii uyanışı için zemin açtı. Bu aynı zamanda, Sünnilerin protesto hareketinin güçlenmesi sonucunda, Ortadoğu’daki ideolojik devrimci Şiilik tekelini soru işareti altına aldı.
2015 yılının başlarına yakın Irak’ta siyasi ve askeri çatışma aşağıdaki yönlerde devam ediyordu: Sünni-Şii, Kürt muhtariyeti-merkezi hükümet, cihatçılar- hükümet birlikleri. Çeşitli siyasi ve dini inançlara hizmet eden radikal ve terörist topluluklar, etki alanlarını genişletmeye çalışmaktalar. Çatışmalar esasen Irak’ın kuzey, batı ve orta bölgelerindeki eyaletlerde süregidiyor. Son 10 yılda 200 binden fazla insan öldü, birkaç milyonu ise mülteci oldu.
Irak’ın güneyinde Sünni-Şii çatışması Sünnilerin ülkenin güneyinden zorla “atılması” karakterini almaktadır.
Mezhepler arası düşmanlık zemininde Sünni “Uyanış kuvvetleri” (“Sehva”) ile hükümet birlikleri arasında çatışmalar oluyor. Son yıllarda Sünni askeri gruplar, Baas partisinin eski partizanları ve Saddam Hüseyin ordusunun subayları dâhil çeşitli terörist yapılar, Şiilerin liderliğindeki Haydar El Abadi hükümeti ile yeni mücadele yöntemlerine başlamışlardır. Aşırı uçlar (örneğin, “Irak ve Şam İslam Devleti”) “El Kaide” ile sıkı irtibat halindedir. Sünni birleşmelerin amacı, hâkim Şii koalisyonunu devirmektir. Silahlılara bazı Arap monarşileri ve özellikle Suudi Arabistan destek verir. Suudi Arabistan Sünni grupları para, silah ve eğitmenlerle donatır.
2007-2008 yıllarında olduğu gibi, mezhep çatışması sonucunda ülke çapında iç savaş noktasına gelinmiştir. Irak topraklarının parçalanma ihtimali yüksektir. Batıda yaşayan Anber Sünnileri, Suriye’nin doğu bölümündeki Sünnilerle mezhep birliği ve toplumsal ilişkilerinden yararlanarak, Irak-Suriye sınırında Sünni bölgesi oluşturabilir. Irak ve Suriye’nin Kürt bölgeleri bu şekilde birbirine yaklaşmaktadır. Ayrıca nüfusu esasen Şiilerden oluşan güney bölgesinin Irak’tan ayrılması da mümkündür.
Irak merkezi hükümeti ile Kürt özerk yönetimi arasındaki ilişkilerde çözülmeyen bazı siyasi, ekonomik ve askeri sorunlar kalmaktadır. Aynı zamanda, her iki taraf mevcut anlaşmazlıkları derinleştirmemeye ve işbirliği yapmaya çalışır.
Kürt yönetimi yürüttüğü bölücülük politikasını ekonomik temele dayamaya çalışıyor ve buna nail olabilir. Çok miktarda petrol rezervine sahip olan Kürt muhtariyeti, bunun hammadde olarak bağımsız dışsatımına “Arap Baharı”ndan çok önce başlamıştı. Kürtler Türkiye’ye şebeke tedarikini sağlamak için, yakında kapasitesi günde 300 bin varil olan petrol hattının yapımını tamamlamayı planlıyor. Amerika ile Türkiye arasında Irak’taki Kürdistan bölgesinde ortak petrol arama anlaşmasının imzalanmasından sonra, hükümet Türkiye’ye bağlanacak bir petrol boru hattı daha inşa etme niyetindedir. Bu hatla Akra, Şeyhan ve Berderaş yataklarından günde 500 bin varile yakın petrol aktarılacak. Verimli yatırım iklimine sahip ve Irak’ın diğer bölgeleri ile karşılaştırıldığında daha güvenli olan Irak’taki Kürdistan, 50’den fazla yabancı petrol şirketini cezbetmiştir. Bu şirketler bu alana 20 milyar dolarlık sermaye koymuştur. Erbil’in dünya karbon piyasasında bağımsız oyuncu olmasına tepki gösteren Bağdat, dış ekonomik alanda bu tür bağımsızlığı “kaçakçılık ve Irak halkının mülkiyetinin talan edilmesi” olarak niteliyor. Irak merkezi hükümeti ülkenin petrol gelirlerinin yaklaşık %80’inin başkentte kalmasını sağlayan mevcut durumu elde tutmaya çalışacaktır.
Genel olarak, ülke ekonomik ve sosyal alanda zorluklarla karşı karşıyadır. Yüksek karbon rezervine sahip olan devlet, ekonominin normal faaliyetini sürdürmesini, halkın yaşam düzeyini yükseltmeyi ya da en azından istikrara kavuşturmayı başaramıyor. Ülkede elektrik kesintileri, içme suyu eksikliği olur; ulaşım devamlı çalışmamaktadır, tarımda yeniden üretim süreci bozulmuştur, işsizlik yüksek seviyededir, tıbbi bakım alanında da durum karmaşıktır. Bütçenin büyük bir kısmı halka doğrudan yardımlara, örneğin yiyecek dağıtımına harcanıyor. Irak’ta devam eden siyasi istikrarsızlık, ülkede gerekli yasal tedbirlerin olmaması, güvenliğin sağlanması konusunda ciddi sorunların olması, yerel bürokrasinin keyfiliği birçok yabancı yatırımcıyı kaçırıyor.
Şu anda Irak’tan Suriye muhalefetine yardım için Sünni silahlılar gidiyor. Suriye’de rejimin çökmesi, Irak’ta Sünnilerin Şii karşıtı eylemlerinin artmasına yol açmaktadır. Cihatçılar ise iki yönde de, Suriye’den Irak’a ve Irak’tan Suriye’ye, harekete geçebilir. Şimdi onların toplandığı esas yer Suriye-Irak sınırıdır. Bu durumu 2003-2007 yıllarında ABD ve Irak hükümetinin birliklerine karşı Sünni isyancıları destekleyen Şam kendisi yaratmıştır.
Sonuçta Suriye-Irak sınırı yakınlarında Sünni sözde devleti ortaya çıkabilir, çünkü sınırın her iki tarafında benzer kabileler yaşıyor. Irak topraklarında faaliyet gösteren ve “çekirdeği” “İki Büyük Nehir” (El Kaide fi-biled er-rafidayn) bölgesinde “El Kaide”nin Sünni topluluğu olan “Irak İslam Devleti”nin emiri, iki birliğin – “Irak İslam Devleti” ve “Büyük Suriye nüfusunun destek cephesi” (Cephe en-Nusra li-ehl aş-şam) – kurulduğunu ve bunun yeni “Büyük Suriye ve Irak İslam Devleti”ne dönüştüğünü bildirmiştir (ed-Daule el-İslamiye fibilənd as-mum va-el- iraq). Burada Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün gibi modern devletlerin topraklarında, Filistin toprakları olan Gazze bölgesinde ve Ürdün Nehri’nin batısında, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Büyük Suriye’nin (“Biled aş-şam”) oluşturulması yolundaki gerçekleşmeyen proje öngörülüyor. (Toprakların İslam öncesi adı olan Suriye ismi, 1918 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına kadar kullanılıyordu). Böylece, Irak ve Suriye topraklarının “El Kaide” ve onunla birleşen Sünni kanadın kontrolündeki bir bölümünü kapsayan yeni bir sözde devlet oluşturmak için temel konmuş olur.
“Büyük Suriye ve Irak İslam Devleti”nin ilan edilmesi, Suriye’nin Esad sonrası politik mücadelesinde bir başlangıçtır. Bu mücadele, yurt içi ve dışındaki çok sayıda grup ve güç merkezi arasında süregidiyor.
Suriye’ye komşu olan iki devlette (Lübnan ve Ürdün) olduğu gibi, Irak’ta da istikrarın bozulması aynı olumsuz sonuçlara – mülteci göçünün artmasına, mezhepler ve devletler arası anlaşmazlıkların güçlenmesine, kitle imha silahlarının yayılma ihtimalinin yükselmesine, hakim rejimlerin (öncelikle Lübnan ve Ürdün’de) zayıflamasına, ekonomik durumun önemli ölçüde ağırlaşmasına – yol açmıştır. Suriye krizinin etkisi sonucunda Lübnan’da, Irak’ta ve hatta Yemen’de Sünnilerle Şiiler arasında ilişkiler keskinleşir.
Irak için olumlu senaryo, dış güçlerin müdahalesini en aza indirmek koşuluyla, ulusal diyalog temelinde mezhepler ve milletler arası kavgaları düzene oturtmak ya da en azından gerilimi azaltmaktadır. Bu durumda Irak ekonomisinin dirilmesi ve ordunun güçlendirilmesi, ülkenin yeniden bölgesel liderlerden birine dönüşmesine, İran ve ABD ile şimdikine nispeten daha eşit ilişkiler kurmasına, komşu Arap devletleri ve Türkiye ile işbirliği için temel oluşmasına olanak verir. Irak’la Rusya arasında geçmişte mevcut olan çok taraflı ilişkilerin, öncelikle ekonomik ilişkilerin ve dış ticaret ilişkilerinin yenilenmesi için de gerçek fırsatlar ortaya çıkmış olur.
Fakat olumsuz senaryo daha gerçekçidir. Merkezi yönetim, çatışmanın taraflarını uzlaştıramaz. Birleşik cephe hattının olmadığı ve çok sayıda “ikincil” fikir ayrılıklarının mevcut olduğu, silah bolluğu zemininde gizli terör örgütlerinin faaliyet gösterdiği bir ortamda durum, daha uzun süre istikrara kavuşmayacaktır. Ana güçler ülkenin geleceğini birbirlerinden farklı görmektedir, fakat içeride birlik olmayan muhalefet, askeri darbe düzenleme ve hâkimiyeti “yıkmaya” kadir değildir. Bu ise istikrarsızlık döneminin uzun süreceğini gösteriyor.
Daha uzak vadede ülkede istikrarın sağlanmasına, ülkenin idari bölünüşünde yapılması gereken reformlar yardım edebilir. Devlet yönetiminin yerelleştirilmesi, bölgesel yönetim organlarına bazı yerlerde sosyo-ekonomik gelişmenin düzenlenmesi üzere daha önemli görevler verilmesi, bugünkü birçok çelişkiyi ortadan kaldırmaya, merkezi yönetim ile bölgesel yöneticiler arasında güveni güçlendirmeye yardım edebilir. Fakat H. El Abadi hükümeti, federalizm esasında somut yerelleşmeye karşıdır.
Dr. Kemale SAFİYEVA
arap baharı hangi hakimiyet teorisine girer lütfen bilgi verir msiniz