Fransa’da, 13 Kasım 2015 Paris saldırılarının gölgesinde 6-13 aralık tarihlerinde gerçekleşen bölgesel seçimlerde alınan ilk tur sonuçları, tüm Avrupa’da şok etkisi yaratmıştı. 13 bölgeye ayrılan Fransa’da 7 bölgeyi açık ara önde bitiren Front National (Ulusal Cephe) için, ikinci turda işler tersine döndü. İkinci kuşak Le Pen’in liderliğindeki aşırı sağcılar, 13’te 0 yaparak Fransa’ya ve popülizmin hızla yükseldiği diğer ülkelerin halklarına da deyim yerindeyse rahat bir nefes aldırdı. Ancak tehlike ortadan tamamıyla kalktı mı sorusuna yanıt vermek oldukça güç görünüyor. İkinci turda tüm bölgelerde sandıktan çıkamayan aşırı sağcılar, ilk turda nasıl böylesine bir korkutucu sonuç almayı başarabildi? Front National tam anlamıyla mağlup edilebildi mi? Bu iki soruyu öncelikle Avrupa’da Fransa özelinde hızla yükselen aşırı sağın güçlenme sürecini ve bu olgunun nedenlerini irdeleyerek yanıtlamaya çalışacağız.
Brüksel, Yabancı Düşmanlığı ve İslamofobi
Fransa’da Marine Le Pen, Birleşik Krallık’ta Nigel Farage, 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük sürprizle parlamenter seçilen ve “Beyaz adamın üstünlüğü” tezini 2015 yılında savunabilen Neo-Nazi Alman Nasyonal Demokratik Parti’nin eski başkanı Udo Voigt, Danimarka’da aşırı sağcı Halk Partisi, Macaristan’da Orban liderliğindeki Fidesz partisi, Yunanistan’da sadece Türk karşıtlığı yaparak % 5’lere ulaşabilen Altın Şafak Partisi, İtalya’da 2013 seçimlerinde % 25 oy oranına ulaşan Grillo’nun önderliğindeki 5 Yıldız Hareketi ve Hollanda’daki Geert Wilders’in kurduğu Özgürlük Partisi, günümüz Avrupa’sının en temel yabancı düşmanı ve Brüksel karşıtı figürlerini oluşturmaktalar. Henüz -Orban hariç olmak üzere- hiçbiri ülkeyi yönetebilecek güce erişmiş değiller. Ancak her geçen gün güçlenmeye devam etmekte ve siyasi arenada etkilerini arttırmaktalar. Sömürgeciliğin beyaz adamın bir yükü olduğu düşünülen günlerin zihniyeti ve 1920’lerin Avrupa’sının ve ABD’sinin ırkçı eğilimleri, 2015 yılında farklı bir konseptte neden tekerrür etmekte?
Bunun başlıca sebepleri olarak işsizlik, ekonomik durgunluk, Suriye ve Irak’ın istikrarsız durumu ve 9/11 sonrasında gittikçe artan İslamofobik eğilimleri sayabiliriz. Kökleri ise, yakın geçmişe dayanmakta. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılıp, eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın “ şeytani imparatorluk ” diye tanımladığı SSCB’nin 1991 yılında tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almasıyla, tüm dünyada tek kutuplu yeni bir dünya düzeni oluştu. Bu noktada, tarihçi Bernard Lewis, Batı’nın İslam’la çatışma ihtimaline dikkat çekti. Aynı şekilde Samuel Huntington da “Medeniyetler Çatışması” adlı makalesinde Çin ve İslam’ın yeni çatışma cepheleri olacağını öngördü.(1) 21. yüzyıl dünyasında öngörülen bu durum, 9/11 olayları sonrasında hız kazandı. Avrupa gelişmekte olan Çin ve Hindistan gibi büyük devletleri ekonomik büyüme oranlarında yakalayamayacağına inanmaya başladı. Ortaya yaklaşan “yeni sol” ve aşırı sağa kayabilen politikalar üreten “yeni sağ” kavramları ortaya çıktı.
Bunların neticesinde, Fransa’da Nicolas Sarkozy aşırı sağa yaklaşan muhafazakar politikaları ve Fransa’yı yeniden rayına oturtma vaatleriyle 2007’de Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak ilerleyen yıllarda, Marine Le Pen’in popülizmi son derece etkili şekilde kullanmasıyla etkisini yavaş yavaş yitirmeye başladı. Bu noktada 2012 yılında Sosyalist Parti lideri François Hollande, oyların % 51’ini alarak Cumhurbaşkanlığına seçildi. Ancak Hollande, belki de halk nezdinde popülaritesi en hızlı düşen liderlerden biri oldu. Sosyalist Parti giderek kan kaybetmeye başladı. Fransa Cumhurbaşkanı bu durumu telafi etmek adına zaman zaman kendi partisinin değerlerinden uzaklaştı. Mali’ye hızlıca müdahale etti, Orta Doğu’da etkisini arttırmaya başladı. Son olarak da Paris saldırılarından sonra aldığı 3 aylık olağanüstü hal kararıyla kendi seçmenini dahi şaşırttı. Kısa bir şekilde Avrupa’nın durumunu özetledikten sonra konumuza geri dönecek olursak, şunu rahatlıkla diyebilmemiz mümkün; Medeniyetler Çatışması her geçen gün hız kazanmakta. Avrupa’da aşırı sağ yükselmeye devam ettikçe, AB’nin üzerine kurulduğu medeniyet değerleri dönüşüm geçirmekte ve büyük ve tek Avrupa fikri yavaş yavaş önemini yitirmektedir.
25 Mayıs 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinden büyük bir zaferle çıkan milliyetçi popülizmin en büyük lideri Marine Le Pen, 26 Mayıs’ta yayına giren Time dergisine bu şekilde kapak olmuştu: “Marine Le Pen Avrupa Birliği’ni içeriden çökertebilir mi?”…
Marine Le Pen Time dergisinin kapak sayfasında
Danimarka merkezli Saxo Bank, 2016 yılı için yayınladığı tahminlerinde Avrupalıların % 25’inin yoksulluk sınırı altına düşebileceğini öngördü. Sırf bu rapordan yola çıkarak, şu yorumu yapmamız mümkün gözükmekte; Ekonomik başarısızlıklar, Avrupa’nın göçmen krizinde daha sert bir duruş almasına neden olacağa benziyor. 2016 yılında çözümlenmesi muhtemel gözükmeyen Suriye ve IŞİD terörü sorunları da eklenince, AB’nin daha büyük sorunlar yaşayacağı aşikar.
2015 Fransa Yerel Seçimleri
Birinci tur sonuçları
Fransa, 7 Aralık sabahına Avrupa’nın 26 Mayıs 2014 sabahına uyandığından çok daha çarpıcı bir sonuçla uyandı. Aşırı sağcı Front National, genel oylarda birinci parti çıkarak, 13 bölgeye ayrılan Fransa siyasi haritasının neredeyse yarısına sahip oldu. Özellikle Provence Alpes-Côte d’Azur bölgesinde Marechal Le Pen’in aldığı oy oranı, ülkede ve dünyada herkesin dudaklarını uçuklattı (% 42). Ünlü Le Point dergisi, haftalık sayısının manşetini ironik bir şekilde “Ça va La France?” (Nasılsın Fransa?) olarak belirledi.
Le Point dergisinin manşetinde Le Pen’ler
Şok edici bu sonuçların ardından, Fransız halkı seçimlerin ikinci turunda bölgelerindeki yöneticileri belirlemek için 13 Aralık Pazar günü bir kez daha sandığa gitti. Hafta boyunca yapılan tüm uyarıların da etkisinin şiddetli biçimde sonuç verdiği gözlemlenirken, yerel seçimlere katılım oranı ilk tura göre % 10 arttı ve % 60’a yaklaştı. Seçim sonuçları, katılım oranını artması ve yapılan ittifak çağrıları sonunda Fransa haritasını yeniden farklı renklere boyadı. İlk turda sonuçlarına göre sadece 2 bölgeyi önde bitiren Sosyalist Parti, adeta bir felaketten kurtulmuş oldu ve kazandıkları bölge sayısını 5’e çıkardı. ‘Kazananı olmayan’ seçimlerin kaybedeni ise Cumhurbaşkanı François Hollande’ın partisi Sosyalistler oldu. Sosyalistler, 13 bölgenin 5’inin yönetimini kazansa da, bir önceki bölgesel seçimlere oranla yüzde 16 oranında düşüş yaşadı. En büyük yıkım ise, Paris bölgesinin 17 yıl sonra sağa kaybedilmesi oldu. Ayrıca 2 bölgede adaylıklarını çekmeleri nedeniyle, bu bölgelerde tek bir meclis üyeleri dahi olmayacak. Seçimin en büyük kazananı ise eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy önderliğindeki eski adıyla UMP olan “Les Républicains” (Cumhuriyetçiler) oldu. Cumhuriyetçiler, 7 bölgede birinci parti çıkarak, kazananı olmayan bu seçimde kötünün iyisi olarak ön plana çıktı. Yine de, söylemek gerekir ki 2010 başarılarından oldukça uzaktalar. Nitekim, ancak sosyalistlerin çekilmesiyle kazandıkları bölge sayısını 5’ten 7’ye çıkarabildiler. Tüm bunlar da elbette Sarkozy’nin liderliğini sorgulamaya başlamış gözüküyor. Le Monde’un ifadesiyle, merkez sağın ve solun iyi gözüken sonuçları kırılganlıklarını sakladı; Uusal Cephe’nin başarısızlığı da gücünü maskeledi.
İkinci tur sonuçları
– Kırmızılar: Sosyalist Parti (PS)
– Maviler: Cumhuriyetçiler (LR)
Bölgelere göz atacak olursak; Nord-Pas-de-Calais bölgesinin adayı olan ve ilk turda sandıklardan birinci çıkan Marine Le Pen, % 41 oyda kalarak cumhuriyetçi rakibi Xavier Bertnard’a kaybetti. Fransa’nın güneyinde yer alan meşhur Provence-Côte-d’Azur bölgesinde de işler değişti. Marine Le Pen’in yeğeni Marion Marechal Le Pen, % 44’te kalarak Cumhuriyetçi rakibi Nice Belediye Başkanı Christian Estrosi’ye kaybetti. Aynı şekilde Ulusal Cephe’nin önemli isimlerinden başkan yardımcısı Florian Philippot da, kendi bölgesinde merkez sağcı rakibine boyun eğmek durumunda kaldı. Yaşanan tüm bu gelişmeleri, Xavier Bertnard 13 Aralık gecesi şu şekilde değerlendirdi: “Fransız halkı bugün birlik dersi vermiştir”. Marechal Le Pen’in yorumu ise, merkez partileri için çok daha anlamlı gözüküyor: “Kazananları utandıran zaferler vardır. Bu da onlardan biri”. Sol eğilimli La Croix dergisi de, seçimlerin ertesinde şu manşetle çıktı: “Acil tehlike önlendi”.
Marion Marechal Le Pen
2. tur sonuçlarının ardından sıfır çeken, ancak ilk tur sonuçlarıyla karşılaştırıldığında 2017 seçimleri için umudunu arttıran ve babasının 2002 yılındaki başarısını daha güçlü bir şekilde tekrarlamak isteyen Marine Le Pen, seçim sonrasında Twitter aracılığıyla yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: “Kimse bizi durduramaz! Cumhuriyetin saraylarından çıkarılan emirlere karşı koyan seçmenlere teşekkürler!”.
Elbette Paris saldırılarının gölgesinde gerçekleşen bu seçimlerde terörün FN oylarına büyük bir katkı sağladığını söyleyebiliriz. Ancak yine de, Fransa genelinde 6,8 milyon seçmenin oy verdiği, 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinden Fransa’nın birinci partisi olarak sandıktan çıkan Ulusal Cephe’yi küçümsemek son derece yanlış olacaktır. “Ya ulusalcısınızdır, ya küreselleşme taraftarı” diyen Le Pen’in bu tezini kanıtlaması için, 2016 yılı 2015 aralığından bakıldığında uygun bir yıl olacağa benziyor.
13 Aralık akşamı sonuçlar açıklanmaya başladıktan sonra Montpellier sokaklarında konuşma fırsatı yakaladığım Fransızlar ise, durumu hala riskli bulmaktalar. Hiçbir şekilde seçim sonuçlarının galibiyet olarak görülemeyeceğini ve merkez partilerin daha akılcı politikalar üretmeleri gerektiğini düşünmekteler. Nitekim sonuçların kesinleşmesinin ardından ilk değerlendirme toplantısını düzenleyen ve 6 Aralık sonrası ülkede iç savaş çıkabileceği uyarılarını yaparak seçmenlerin ikinci turda sandığa daha fazla ilgi göstermesini sağlayan en büyük aktörlerden biri olan Başbakan Manuel Valls da, kesin bir zaferden söz edilemeyeceğini ve Ulusal Cephe’nin henüz mağlup edilmediğini açıkladı.
Sonuç
Fransa’da, 2017 yılında gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine ertelenen aşırı sağ tehlikesi, önümüzdeki yıllarda Avrupa’nın kendi değerleriyle olan çatışmasına dönüşerek devam edeceğe benziyor. İngiltere’nin AB’den çıkıp çıkmayacağına karar vereceği referandum ve 2017 yılında Fransa ve Almanya’da yapılacak genel seçimler, göçmen krizinin etkileyeceği Schengen bölgesinin geleceği, IŞİD’in gelecekteki gerçekleştirmesi muhtemel saldırılar, Suriye ve Irak’ın nasıl bir hale geleceği, 2016 ABD Başkanlık seçimi, ekonomik durumlar ve işsizlik oranları, Katalunya bölgesinin bağımsızlık süreci gibi konular nasyonal popülizmin durumunu ve AB’nin geleceğini önümüzdeki yıllarda şekil vermesi muhtemel olaylar olarak göze çarpıyor. Fransa’ya baktığımızda ise, durum biraz daha karmaşık. Şu anki anketler -eğer aday olmayı başarabilirse- Sarkozy’nin 5 yıllık aradan sonra yeniden Cumhurbaşkanı olacağını ve merkez sağın parlamentoda çoğunluğa sahip olacağını gösteriyor. Ancak 2015 yılında gerçekleşen siyasi olayların yoğunluğuna baktığımızda, 2017 seçimlerine kadar henüz 1,5 yıllık bir süre olduğu göz önünde bulundurursak, anketlerin henüz yeterli olgunlukta olmadığı çıkarımını yapmamız yerinde olacaktır. Bitirirken, aşırı sağ yerine son çare merkez sağın lideri Sarkozy’ye oy verme zorunluluğuna düşebilmesi muhtemel seçmenlere, Sarkozy’nin Senegal’in başkenti Dakar’da Afrikalılara yönelik son derece ırkçı bir üslupla yaptığı konuşmayı ve 2011 yılında kullandığı “Çokkültürlülük bir başarısızlık” ifadesini unutmamak gerekir.
Temmuz Yiğit BEZMEZ
1. Zeynep Atikkan, “Avrupa Benim: Batı Avrupa’da Aşırı Sağın Önlenemez Yükselişi”, s. 31.