Kıbrıs adası, tarihinin hiçbir aşamasında jeopolitik önemini kaybetmemiş önemli coğrafyalardan biridir. Yaklaşık 307 sene Osmanlı Devleti himayesinde kalan Kıbrıs, 1878 tarihinde İngiltere’nin idaresine bırakılmıştır. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın yanında savaşa girmesiyle de, İngiltere, tek taraflı olarak Kıbrıs’ı ilhak etmiştir. Türkiye’nin Kıbrıs’a hak ettiği alakasının başlaması 1950’li Demokrat Partili yıllara dayanıyor. Bilhassa Fatin Rüştü Zorlu’nun Dış İşleri Bakanlığına getirildiği 1957 ila 1960 yılları arasında, Türkiye, Kıbrıs davasını bir milli dava olarak görerek, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının içinde benimsemiştir. Türkiye, 1958 sonuna dek adanın iki halk arasında taksimi planını savunmuş, 19 Şubat 1959 tarihinde imzalanan Londra Anlaşması ile de Türkiye-İngiltere-Yunanistan garantörlüğünde “Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulmuştur. Adada Rumların kontrolündeki terör faaliyetleri, “kanlı Noel baskınları”, yıldırma ve baskı politikaları etkisinde geçen yılların ardından, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’i ilan edilmiştir.
Doğu Akdeniz jeopolitiğinde Kıbrıs’ın önemi
Kıbrıs, coğrafi özellikleri bakımından Orta Doğu topraklarını denetleyen bir “uçak gemisi” pozisyonundadır. Orta Doğu’nun güvenliğinin tesisinin yanı sıra, enerji tedariki ve enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlamada da yadsınamaz önemini korumaktadır. Fakat Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının çıkarılması hususunda, ülkeler arasında müşterek bir hukuki zemin henüz temin edilebilmiş değildir. Bu bağlamda, Kıbrıs meselesinin çözümü, bölge ülkelerinin enerji politikaları bakımından önem arz ediyor. Doğu Akdeniz’in enerji haritasına baktığımızda, İsrail açıklarında keşfedilen doğalgaz sahaları olan Tamar ve Leviathan ile Kıbrıs adasının açıklarında yaklaşık 200 milyar metreküplük bir doğalgaz rezervinin bulunması, Kıbrıs’ın önemini, Doğu Akdeniz enerji kaynakları vasıtasıyla her geçen gün arttırmaktadır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ada açıklarındaki enerji kaynaklarından tek başına sorumlu olamaz.
Kıbrıs adasını küresel siyasette önemli kılan bir diğer özellik, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Mısır, İsrail ve Lübnan ile arasında Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmalarına imza atarak, petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerinde kendisini yetkilendirmesidir. Neticede Kıbrıs meselesinin çözülememiş olması ve adanın üç garantör devletleri olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de onayı olmadan bu tip politikaların takip edilmesi, krizleri derinleştirmeden başka bir işe yaramamaktadır.
Son dönemde Türkiye’nin İsrail ile enerji temelli ilişkilerin iyileşme sürecine girmesi, İsrail enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden aktarılmasını gündeme getirmiştir. Kıbrıs adası açıklarındaki doğalgazın tedarikinde maliyeti en düşük seçenek, hattın Türkiye üzerinden sağlanmasıdır. Bu nedenle Doğu Akdeniz enerji politikalarında Türkiye’nin konumu, tarafların kendiliğinden işbirliğine yönelmeleri açısından önem teşkil etmektedir.
Cenevre görüşmelerinde kısa vadede çözüm bekleyemeyiz.
12 Ocak tarihinde Cenevre’de Türkiye-İngiltere-Yunanistan garantörlüğünde Kıbrıs Sorunu’nun çözümüne dönük toplantılarda, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Anastasiadis arasındaki müzakerelerden kısa vadede çözüme yönelik bir netice beklemek son derece zor. Türkiye’nin 1958 senesine kadar benimsediği “taksim” tezinin uygulanması ve Türk ve Rum halkları arasında referanduma gidilmesi gerekmektedir. Kıbrıs Türklerinin 43 yıldır vermiş olduğu mücadelenin meyvelerini almak isteniyorsa, Türk askerinin adadan çekilmesi, Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması gibi hususlar müzakere edilmemelidir. Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, seçildiği ilk günlerde Türkiye’nin “yavru vatanı olmak istemiyoruz” şeklinde bir ifade kullanması, Sayın Akıncı’nın Rum tarafıyla görüşmelerde bu taleplerine daha yumuşak davranabilme ihtimalini ortaya çıkarmıştır.
Türkiye’nin güney sınırı ötesinde, Orta Doğu’da yeniden “Sykes-Picot Anlaşması” hesapları yapılırken, enerji diplomasisi hiç olmadığı kadar hız ve güç kazanmışken ve Türkiye’nin güneyinde terör grupları büyük devletlerin vekaletleriyle devlet kurma peşindeyken, Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs adasındaki ulusal çıkarlarından asla vazgeçmeyecektir.
Furkan KAYA