“Hurafe devletinin çöktüğünü Musul’dan ilan ediyorum.” – Haydar El İbadi, Irak Başbakanı[1]
Suriye iç savaşı neticesinde Ortadoğu topraklarında yeni bir bela olarak türeyen IŞİD ya da bilinen adıyla Daeş’in faaliyetleri, önceleri Suriye’de sınırlı şekilde cereyan etmiş ve o dönem Suriye muhalefeti adıyla bilinen örgütlerin gölgesinde kalmıştır. Ancak 2014 yılı Haziran ayının içinde hiçte beklenmeyen bir şekilde, Irak’ın başkenti Bağdat’tan sonra en büyük kenti olan Musul’u işgal etmesi, bu örgütün hiçte hafife alınacak bir yapılanma olmadığını göstermiştir. Irak Ordusu’nun Musul kentini direnmeden teslim etmesi önceleri eleştiri konusu olsa da, IŞİD’in Suriye üzerinden Irak topraklarına giriş şekli ve donanımı, o dönem Musul’da yerleşik halde bekleyen Irak Ordusu’nun baş edemeyeceği bir güç olduğunu sonradan ispat etmeye yetmişti.
IŞİD’in Musul’da kaldığı dönemde şehir halkına ve bölgenin kadim tarihine yönelik saldırıları üzüntü ile izlense de, merkezi Irak hükümetinin tek başına bir operasyon hamlesi ile şehri kurtarması beklenmemekteydi. Irak’ın Ninova eyaleti olarak bilinen bölge kadim tarihi bir bölge olup, Asur İmparatorluğu’nun başkenti olan Ninova şehri bugünkü Musul sınırlarındadır. Ayrıca yine Asur medeniyetinin kadim şehirleri de bu bölgededir.[2] Dicle nehrinin suladığı bu bereketli ve kadim topraklar, şüphesiz pek çok medeniyete ev sahipliği yaptığı gibi, pek çok tarihi olaya da tanıklık etmiştir. Musul şehri, tarihinin pek çok döneminde işgal edilmiş ve tekrar ayağa kaldırılmıştır. Zengin petrol yataklarına sahip olduğunun anlaşılması, şehre tarihi öneminin yanında bir de siyasi önem katmış olup, Musul şehrinin IŞİD açısından önemi, işgal ettiği üç yıl boyunca şehirde yaşattığı sıkıntılar ve katlettiği tarihi değerler ilerleyen yıllarda detaylıca incelenecek ve tarihe not düşülecektir. Merkezi Irak hükumetinin bir parçası olan Musul şehrinin zengin petrol yatakları ve kuzey komşularına olan yakınlığı sebebiyle Bağdat yönetimine bağlı kalması elzem bir durum olmak birlikte, bölge ülkeleri ve özellikle Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin etki sahasında da olması tartışmaları beraberinde getirmektedir.
Musul’un işgalinin hemen ardından bağımsızlık referandumu ve Bağdat yönetiminden ayrı bir siyasi yol çizme eğilimine giren Erbil yönetimi, her ne kadar aradan geçen üç yılda bu yönde bir adım atamamış olsa da, halen bağımsızlık fikrini dillendirmektedir. Erbil yönetiminin, daha açık ifade ile Mesut Barzani’nin, Musul’la siyasi bağı kesilen Bağdat yönetimini bir nevi köşeye sıkıştırırcasına ve fırsattan istifade edercesine bağımsızlık fikrini dillendirmesi dünya kamuoyu tarafından da tepki ile karşılanmıştır. Öyle ki; Musul şehri ile birlikte bölgede var olan diğer Türkmen ve Kürt ağırlıklı (özellikle Sincar/Şengal) şehirlerinin de IŞİD zulmüne maruz kalması bölgesel Kürt yönetiminin geri adım atmasına daha doğrusu bağımsızlık fikrini bir süre ötelemesine sebep olmuştur.
Musul’un siyasi ve demografik yapısı incelendiğinde; salt Kürt ya da Türkmen ağırlığa sahip olmadığı görülmektedir. Bu sebeple, ileride Kürt yönetimine bağlanma fikrinin ne kadar yersiz olduğu da ortadadır. Musul şehrinin merkezi hükümete bağlı kalması sadece Irak’ın toprak bütünlüğü için değil, bölge de var olan dengeler açısından da önemlidir. Öyle ki; Musul’u kurtarma operasyonunun aradan geçen zaman zarfında bu kadar gecikmesinin temel sebeplerinden biri de, merkezi Irak hükumetinin öncü ve hakim kuvvet olarak olaya müdahil olmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Eski Başbakan Nuri El Maliki’nin de aynı kanaatte olması ve özellikle bölge ülkeleri ya da salt Kürt yönetiminin tek başına Musul Operasyonu’nu yürütmesinin istenmemesi bugünlere gelinmesinde temel etmendir.
Bağdat yönetiminin tüm bu hazırlıkları ve özellikle düzenli ordunun yanında güneyden gelen Şii milis güçlere de yer vermesi, Irak hükümetinin bu noktada kararlılığının bir göstergesidir. IŞİD gibi bir örgütün Musul petrollerine sahip olması ve Suriye’de yer alan en önemli üssü Rakka’ya geçişte önemli bir konumda bulunması, Musul’un değerini arttıran faktörlerdendir. Gerek Irak’ın, gerekse Suriye’nin kuzeyinde var olan Kürt yapılanmaları da göz önünde bulundurulduğunda, Musul’un bulunduğu noktada merkezi Irak hükumetine bağlı kalması büyük önem taşımaktadır. Irak’ın özellikle güneyin de hakim durumda olan Şii milis güçlerinin Haşdi Şabi adıyla örgütlenmesi ve Musul’un kurtarılma operasyonunda yer alması özellikle Türkiye gibi kimi bölge ülkelerinin tepkisini çekse de, güçlü birliklere ve insan kaynağına sahip olan bu grup amaçlanan doğrultuda hareket etmiş ve Musul’un kurtarılmasında etkin bir rol oynamıştır.
Bölgede var olan mezhepsel kaygılar açısından, Musul’un Şiileştirilmesi korkusu gündeme gelse de, bunun böyle olmayacağı aslında herkesçe bilinmektedir. Musul’da hakim nüfusun Sünniler olduğu bilinen bir gerçek olmakla birlikte, Bağdat yönetiminin Şii ağırlıklı oluşu bu kaygıların temel sebebidir. Suriye’nin kuzeyinde yaşanan güç savaşlarında Halep şehrinin muhaliflerce boşaltılıp Şam yönetimine devredilmesi örneğinde olduğu gibi, Musul şehrinin de işgalci IŞİD’den kurtarıldıktan sonra IŞİD benzeri gruplara verilmesi ne Irak anayasasına, ne de uluslararası normlar açısından uygun olmayacağından dolayı Bağdat yönetimine bırakılması en doğru olanıydı.
Musul’un işgali süresince nasıl ki farklı kesimlerin ihmalleri bu işgalin sebeplerindense, şehrin kurtarılması sonrası aynı ihmal zincirinin tekrarlanması da işgal günlerini aratmayacak felaketlerin habercisi olacaktır. Bu sebeplerle;
– Musul şehri, merkezi Irak yönetiminin daha açık ifade ile Bağdat yönetiminin bir parçası olmaya devam etmelidir.
– Bölgesel Kürt yönetiminin doğrudan etki alanına girmemesi kaydı ile Erbil yönetiminin Musul’un güvenliğinde aktif rol oynaması büyük önem taşımaktadır.
– Türkiye ve İran gibi bölge ülkeleri, ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin salt kendi orduları ve birlikleri ile Musul şehrinin güvenliğini sağlama yada IŞİD benzeri oluşumlardan temizleme gayretine girişimi bölgede yeni güç savaşlarına sebep olacağından, tek başına bir güç yada bölge devletine bu etki/yetki alanı tahsis edilmemelidir.
– Demografik yapının değiştirilmesi kaygılarını bertaraf etme konusunda en büyük sorumluluk şüphesiz Bağdat yönetimine ve Başbakan İbadi’ye düşmektedir.
– Bağdat yönetiminin bir diğer önemli sorumluluğu, IŞİD ve benzeri oluşumların temel çıkış savı olan “Şiileştirme yada Irak’ın Şii iklimde yönetilmesi” kaygılarını sonlandırıp, demokratik bir Irak görüntüsü vermesidir. Bu durum, “Sünni tepki” yada “öfkeli etnik unsurlar” gibi çıkışları da anlamsız hale getirecektir.
– Merkezi Irak hükumetinin ordu yapılanmasında, Irak’ı oluşturan tüm etnik ve mezhepsel unsurlara eşit muamele etmesi de şüphesiz demokratik Irak’ın oluşumunda önemli bir kavşak noktası olacaktır.
Tüm bu talep ve gelişmelerin yanında, Musul gibi Asur medeniyetine ev sahipliği yapmış kadim ve stratejik bir kentin küresel bir terör örgütünün elinden kurtarılması sadece Irak açısından değil tüm dünyanın barış iklimi açısından da önemlidir. Bu noktada, bu zaferin ana mimarı olan Bağdat yönetiminin zafer kutlamalarında bulunması ve Başbakan İbadi’nin ifadesi ile hurafe devletine son vermesi kayda değerdir. Başbakan Haydar El İbadi’nin Musul sokaklarında Irak bayrağına göndere çekmesi ve Irak Ordusu ve Musul halkının her daim Bağdat yönetimi olarak yanında olduklarını göstermesi de yine büyük önem taşımaktadır. Başbakan İbadi’nin “Musul dansı” olarak nitelendirdiğimiz bu durum, şüphesiz bölge barışına hizmet ettiği gibi, bundan sonra yaşanacak stratejik hamlelerde de denge unsuru olacaktır.
Ali İzzet KEÇECİ
[1] 10 Temmuz 2017 tarihinde Başbakan İbadi’nin yapmış olduğu bu açıklama tüm basın yayın kuruluşları ve sosyal medya üzerinden duyurulmuştur.
[2] Başta Nimrud olmak üzere pek çok Asur kenti IŞİD işgali döneminde maalesef tahrip edilmiştir.