TAN GAZETESİ OLAYI

upa-admin 15 Ağustos 2017 29.448 Okunma 1
TAN GAZETESİ OLAYI

Giriş

1938 yılından sonra doldurulmaya çalışılan iktidar boşluğu ve bu sırada iç ve dış politikaların belirlenmeye çalışılması, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan olumsuz sosyal ve ekonomik faktörler, güçlü bir siyasal iktidarı gerektirmekteydi. Bu olumsuz süreç içinde oluşan yeni hükümet ise, ülkede adeta sıkıyönetim uygulamış, basına karşı denetimi ağırlaştırmış, kolluk kuvvetlerinin yetkileri de bu süreçte arttırılmıştır. Bu durum sonucunda, rejim, baskıcı önlemler ile gücünü meşrulaştırmaya çalışmıştır. Bu çalışmada, Milli Şef dönemi ve İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar süreci kapsayacak şekilde, Türk siyasal hayatında ve tek parti rejiminin değişime uğramasında etkili olan Tan Gazetesi analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda, bu süreçte dönemin siyasal yapısının basın ve özellikle gazeteler üzerinde nasıl bir siyasal şiddet ortaya koyduğu da açıklanmaya çalışılmıştır.

Dönemin Siyasal Yapısı

Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana İsmet İnönü, kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında yer almış ve önemli görevlerde bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren süregelen zaman dilimi içerisinde ise, 1937 yılına kadar Başvekillik (kısa aralar haricinde) görevinde bulunmuştur. İnönü, Şevket Süreyya’nın da tespit ettiği üzere, Türkiye siyasal hayatında daima “İkinci Adam” olarak anılmıştır. Mustafa Kemal’in ölümünden sonra 11 Kasım 1938 tarihinde Millet Meclisi’nde (TBMM) yapılan oylama sonucunda dönemin Cumhurbaşkanı olmuş ve Türk siyasal hayatına tekrar giriş yapmıştır.[1] Mustafa Kemal’in ölümünden sonra 26 Aralık 1938 tarihinde toplanan CHP 1. Olağanüstü Kurultayı’nda alınan kararla Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, “değişmez Genel Başkanlığa” seçilmiş ve buna ek olarak İnönü’ye “Milli Şef” unvanı da verilmiştir. Aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk de bu dönemde “Ebedi Şef” olarak ilan edilmiştir.[2] Çetin Yetkin, o dönemde değişmez Genel Başkanlığın verilmesinin nedenini şu şekilde açıklamıştır: “Şefin sık sık değişmesi, partinin otoritesine zarar verir. Kaldı ki, tüm ulusun şefinin, millî şef olmuş bir yüksek kişinin, bu şefliğinin her dört yılda bir devam edip etmeyeceğinin görüşülüp tartışılması uygun olmayan bir tutumdur. Bu durum şefin otoritesini sarsar. O halde, millî şef ‘değişmez’ olmalıdır. Şefin değişmezliği demek, aynı zamanda şefin sorumsuzluğu demektir. Çünkü şef, ne yaparsa yapsın, nasıl bir siyasa izlerse izlesin, değiştirilemeyeceğine göre, sorumsuz olmaktadır.”[3]

İsmet İnönü’nün bu yetkiler doğrultusunda hem Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal alanında, hem de CHP genelinde kesin hâkimiyetini, otoritesini ve egemen gücünü ele aldığını söylemek mümkündür. Milli Şef statüsü aslında otoriter rejimin bir parçası olduğunu ve bu durum sonucunda siyasa alanın anti-demokratik bir yapıya bürüneceğini göstermektedir. Bu anti-demokratik yapıyı gösteren bir diğer unsur ise Milli Şef’in değişmezliğidir. 29 Mayıs 1939 tarihine gelindiğinde, CHP’nin Olağan Kurultayı’nda partinin tüzüğünün ve partinin programının içeriğinin değişimine gidilmiştir. Parti Genel Başkanı hem vekilini, hem de genel sekreterini atayabilecek, parti içindeki diğer yapılar içinde heyet, divan kurulu, gruplar içinde de yeni üyeleri belirleme hakkına sahipti olacaktır. Yapılan bu değişiklikler, Milli Şef İsmet İnönü’nün hem parti içinde, hem de dışındaki egemen gücünü arttırmıştır.[4] Parti müfettişliklerinin kurulması ve bunun faal hale getirilmesiyle beraber hem parti içi denetim sağlanacak, hem de aldıkları yetki doğrultusunda partinin dışında olan tüm kurum, kuruluş ve teşkilatlara da bakılacaktı. Böylece CHP’nin prensipleri dışında faaliyet alanı bulan, toplum içinde sınıfsal bütünlüğü bozacak hal ya da tutumda olan kişi veya kişileri ortaya çıkaracak, CHP’ye karşı eleştirel fikir, duygu ya da oluşum içine giren ve girmekte olan kişi ya da meslek zümrelerini saptayacaklardır.[5]

İkinci Dünya Savaşı, dönemin siyasal yapısının değişmeye zorlandığını göstermektedir. Bu dönem içinde İsmet İnönü ilke olarak Kurtuluş Savaşı sonrası ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak kendine gelememiş Türkiye’yi savaş dışında tutarak ülkenin mevcudiyetini sağlamayı benimsemiştir. Kimi yazarlar için bu “denge oyunu” olarak adlandırılmıştır.[6]  Bu yıllarda Türkiye sınırları içinde hem iç siyasetin, hem de dış siyasetin birbiri içine girmiş olduğu gözükmektedir. Bu dönem aralığında dış siyaset olgusunun iç siyaseti belirlediğini söylemek dahi mümkündür.[7] 1939-1945 yılları Türkiye’nin iktisadi yapısının değişmesine ve buna bağlı etkileşimle toplumsal ve sosyal yapının farklılaşmasına sebep olmuştur. Tek parti hükümetinin benimsemiş olduğu hem ekonomik, hem de politik olarak Devletçilik ilkesi, ticaret ile uğraşan kişilerin sermaye birikimlerine neden olmuş, savaş mücadelesinde ekonominin kötüleşmesi fiyatları yükseltmiş, darboğaz ya da karaborsa gibi ekonomiyi sarsacak negatif durumlar sınıflar arasındaki farkı daha da açmaya başlamıştır. Politik iktidarın benimsemiş olduğu Halkçılık ilkesinin de bu dönem içinde üstüne düşen birleştirici etkiyi yapamadığını görülmektedir. Bu olumsuz ekonomik durum ve genel olarak siyasal alandaki hoşnutsuzluklarından dolayı yeni bir arayış içine girilmiştir.[8] İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle demokrasi ve özgürlük gibi kavramların ön plana çıkması, Türk siyasal hayatında da bir liberalleşmeye gidilme konusunda adımların atılmaya başlamasına neden olmaktadır. İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945 tarihinde yapmış olduğu konuşma, bu liberalleşmenin öncü adımları olarak görülmektedir. İnönü, konuşmasında; “Cumhuriyet rejiminin kurduğu siyasi rejim ve halk idaresi her veçhede ve her yönde gelişecek ve savaş koşullarının dayattığı şartlar ortadan kalkınca, demokratik ilkeler, ülkenin siyasi ve kültürel hayatında tedricen daha büyük yer edinecektir. En değerli demokratik kurumumuz olan Büyük Millet Meclisi, iktidarı baştan beri elinde tuttu ve sürekli olarak ülkeyi demokrasi istikametinde inkişaf ettirdi.”[9]

Türk siyasal hayatının değişimine neden olan Dörtlü Takrir, çok partili siyasal hayatın başlangıcı olarak kabul edilebilir Tek parti yönetimine içinden muhalefet edilen bu olay neticesinde, Türkiye’deki demokrasi anlayışının gelişmesine katkıda bulunulmuştur. Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü, mebusu (milletvekili) oldukları CHP’nin meclis grubunda “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” adıyla Sovyet sistemine benzer bir toprak reformu projesinin görüşülmesi üstüne 7 Haziran 1945 tarihinde bir önerge vermişlerdir. Bu önergenin içeriğinde ise, dönemin siyasal rejiminin özgürlükleri kısıtlayıcı olduğunu ve bu rejimin devam etmesinin uygun olmadığı, anayasal özgürlüklerin ve hakların tanınmasının zorunlu olması vardır. Fakat bu önerge meclis grubunca reddedilmiştir. Daha sonra bu dört isim CHP üyeliklerinden çıkarılmışlardır. Olayların olumsuz yönde gelişmesi, bu dört ismin yeni bir parti oluşumu altına girmesine ve Demokrat Parti’nin kurulmasına neden olmuştur.

Dönemin Basını

1925 yılında meydana gelen Şeyh Said İsyanı, dönemin siyasal rejimini ve devleti büyük bir tehlikeyle karşı karşıya getirmiştir. Hükümet değişiminden sonra meydana gelen sert ve bir o kadar da radikal olan önlemler alınmıştır. Bu önlemler “Takrir-i Sükûn Kanunu” adıyla birleştirilmiştir. Takrir-i Sükûn kanunlarının içinde basına yönelik uygulamalar da olmuştur.[10] Bu kanun ile birlikte, iktidar, gazetelerin iç işleyişlerine karışma ve gazeteleri kapatma yetkisine sahip olmuştur.[11] Takrir-i Sükûn dönemi 5 yıl sürmüştür.[12]

15 Temmuz 1931 tarihinde verilen kanun tasarısında, basının görevinin ülke ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak kamuoyu oluşturma ve bilgilendirme olduğu ve iyi niyetle hareket ettiği takdirde basının hür olmasının ülke açısından faydalı olacağı ve Batı dünyası ile Türkiye arasında iletişim sağlayacağı görüşü vurgulanmıştır. Bu tasarı, 25 Temmuz 1931’de kabul alır ve yürürlüğe girer.[13] Böylece iç ve dış politikaların uygulanması sürecinde karşıt görüşte olan yayınlar siyasal iktidar tarafından durdurulabilecektir. 1931 basın kanununun mecliste görüşülmesi sırasında CHP’ne üye milletvekillerinin gazeteleri suçlamalarının sebebi, siyasal iktidara karşı gazetelerin yaptığı muhalefettir. O dönem içinde muhalefet yapan gazeteler; Yarın, Son Posta, Halkın Sesi ve Yeni Asır’dır. 1930 yılında Serbest Fırka’nın kurulmasıyla bu yayınlar fırkayı destelemişler ve siyasal olarak muhalefete destek ve güç vermişlerdir. Siyasal iktidar, Türk basınında kendisine karşı oluşan bu havadan rahatsızlık duymuş ve 1931 Basın Kanunu’nu hazırlamıştır. Bu kanunla birlikte Türkiye’de sınırlı bir basın hürriyeti düzeni oluşturulmuştur. Nitekim siyasal iktidarın uygulamalarına karşı muhalefet yapan gazeteler, İçişleri Bakanlığı’nın emri ile kapatılmaktadır. Gazeteler hükümete karşı belirli ve sınırlı bir hoşgörü içerisinde muhalefet yapabilmekte ve hoşgörünün sınırları CHP ileri gelenleri tarafından belirlenmektedir.[14]

Bu dönemin basını Kemalizm’in telkin ve propaganda organıdır. Türk matbuatının ekseriyeti CHP prensiplerine sadıktır. Dönemin gazete yayınları Türk inkılabının ilkeleri doğrultusunda olmak koşulu ile eleştiri yapma özgürlüğüne sahiptirler ve kamuoyunu aydınlatabilirler. Birinci Basın Kongresi’nde Şükrü Kaya siyasal iktidarın ideolojisinde basının olması gerektiği konumu açıklar; rejimin basına önem verdiğini, gazetelerin milli meseleleri inkılaplar doğrultusunda açıklaması gerektiğini söyler. Vedat Nedim Tör, basının inkılabın idealleri ve amaçlarını yaymada önemli bir propaganda aracı olduğunu, gericiliğe karşı savunma duvarı ördüğünü, halkın ekonomik, politik ve kültürel gelişiminde etkili bir organ olduğunu belirtmiştir.[15]

1931 Basın Kanunu, basın özgürlüğüne ket vurmuş ve tehdit etmiştir. Milli Şef dönemi basının Türk inkılabının ve Kemalist düşünüşün bir yayım aracı olmuştur. Bu dönemin resmi ideolojisi basın hürriyetinin ancak yine basın organlarınca sağlanabileceği, basının birbirlerini kontrol etmesi gerektiği, milli çıkarlara ve inkılap ilkeleri ile siyasal sisteme aykırı yayında bulunan bir gazeteye karşı diğer yayın organlarının birleşerek karşı çıkması görüşündedir.[16] La Turquie gazetesinde yayınlanan bir makalede, 1931 Basın Kanunu’ndaki 50. maddenin[17] gazeteler üzerinde baskı kurduğu ve yazılan metinlerin içerisindeki siyaset olgusunun hükümet tarafından kontrol edildiğine dikkat çekilmiştir. Gazetelerin aşırı muhalefet durumunda kapatılabileceğini ve herhangi bir itiraz haklarının olmadığını, çünkü devletin bütünlüğü ve devamı için yapıldığı söylenilerek itirazların sonuç bulamayacağını belirtmiştir. Bu durumun ise basının dirije olmasını (yönetilmesini), yani devlet kontrolü ve direktifleri altında yayın yapan bir basın olmasını belirtir. Oysa bu, sadece otoriter devlet rejimlerinde yapılmaktadır.[18] 1939-1945 yılları arasında basına uygulanan kapatma kararları şu şekildedir.[19]

 

Gazete ve dergi adı Toplam kapanma süresi Kapatma Kapatan makam
sayısı
Cumhuriyet 5 ay 9 gün 5 3 kez hükümet
2 kez sıkıyönetim
Tan 2 ay 13 gün (12.08.1944’ten itibaren süresiz kapatıldı) 7 4 kez hükümet
3 kez sıkıyönetim
Vatan 7 ay 24 gün (30.09.1944’ten itibaren süresiz kapatıldı) 9 5 kez hükümet
4 kez sıkıyönetim
Tasvir-i Efkâr 3 ay (30.09.1944’ten itibaren süresiz kapatıldı) 8 4 kez hükümet
4 kez sıkıyönetim
Vakit 12 gün 2 1 kez hükümet
1 kez sıkıyönetim
Yeni Sabah 6 gün 3 1 kez hükümet
2 kez sıkıyönetim
Akbaba 47 gün 4 1 kez hükümet
3 kez sıkıyönetim
Son Posta 11 gün 4 4 kez hükümet
Haber 10 gün 2 2 kez hükümet

 

Tan Gazetesi

Tan gazetesi, 1926 tarihinde ilk kez ‘Milliyet’ adı altında çıkarılmıştır. 11 Şubat 1926 tarihinde yayın hayatına başlamıştır. Gazeteden sorumlu müdür Burhan Cahit Morkaya, gazetenin başyazarı ise Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı olan Mahmut Soydan’dır.[20] Yönetim kadrosu ve ismi 1935 yılında değişmiş, ‘Milliyet’ ismi ‘Tan’ olmuş, gazetenin başına ise Ali Naci Karacan geçmiştir.[21] 8 Kasım 1938 yılında ise Sertel yönetimine geçen ‘Tan’ gazetesi, böylelikle yayın hayatına başlamıştır. Tan gazetesi içerisinde birçok farklı görüşü barındırması sebebiyle Babil Kulesi’ne benzetilmiştir.[22]

Tan Gazetesi’nin Eleştirel Yapısı

Zekeriya Sertel yönetiminden önce, Tan’ın iktidarın politika ve ideolojilerine uyum sağlayan bir yayın yapısı vardı. Sertel’den itibaren ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu uyum politikasının yerini sert bir eleştirel yaklaşım almaktadır. Bu eleştirel yayın yapısı içinde, politik iktidarın siyasal sisteminin eleştirisi, hürriyet özlemi ve tek partili yaşamın eleştirisi bulunmaktadır. Sertel’in kontrolünde olan Tan, Faşizm antipatisi ve Sovyet sempatisi prensipleri yörüngesinde yayın hayatındaydı. Faşizme karşı bir duruşları vardır; bunun nedeni ise Faşizm’in bir emperyalist düşünce sistemi içinde olması, işgalci olarak herhangi bir uluslararası konjonktürü ve hukuku tanımaması ve self-determinasyonu tanımayan bir ideoloji olmasıdır.[23]

Dönemin önemli problemi arasında yer alan Türkçülük konusu, Türkiye siyasal ve toplumsal yapısında etkisini göstermiştir. Dönemin Dış İşleri Bakanı Numan Menemencioğlu, Türkçülük konusunda; “Bütün Türkçülüğümüz bu vatanın sınırları içine girmiş olan Türklere ait ve münhasırdır.” sözlerini söylemiş ve Tan da bu görüşün yanında yer almıştır. Fakat bu görüş, bazı kesimler tarafından tatmin edici bulunmamış, ülke içinde ve toplumsal hayat içinde –din, ırk ve milliyetçilik- ayrımlara neden olmuştur. Tan gazetesinin Türkçülük konusu üzerinde yapmış olduğu yorumlar ve yayınlar, Türkçüleri faşist unsur olarak görmeleri, Türkçülük hareketinin bastırılması için gerekli olan tüm radikal kararların alınması ve uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Türkçüleri Alman propagandası yapan bir kol olarak görmüş ve onları “5. Kol” olarak nitelemişlerdir.[24] Bu tanımlamalara bakılırsa, Türkçü-Turancı bir kesimin büyük tepkisini aldığı ve bu grupların Tan’a bilendiği çıkarımını yapmak yanlış olmayacaktır. Bu dönem içinde Tan gazetesinin eleştirel bir yapısının olduğunu söylemek mümkündür; fakat politik iktidar ile bu dönem içinde genel bir uyum halindedir.

Tan gazetesinin sol siyasi kadroları bünyesinde bulundurması ve bu doğrultuda yayınlar yapması, Tan’ın muhalif yanının temelini oluşturmaktadır. Tan’ın kadrosundan bahsetmek gerekirse; Behice Boran, Muzaffer Şerif, Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Esat Adil Müstecablıoğlu, Cami Baykurt, Adnan Cemgil, Sabahaddin Ali, Hulusi Dosdoğru ve Aziz Nesin gibi sol cenahın önemli isimlerini sayabiliriz.[25] İkinci Dünya Savaşı sonrasında muhalif tarafını sıklıkla gösteren Tan gazetesi, siyasal sisteme ve politik iktidara karşı bir tutum sergilemektedir. Bu sergiledikleri tutum, toplum içinde geniş bir kitle içinde yankı bulmuştur. Dönemin siyasal otoritesi, bu muhalif tutumundan ötürü Sabiha Sertel’in yazılarını yasaklamış ve Tan gazetesinin daha az eleştirel olmayı seçmesi gerektiğini belirtmiştir. Fakat Tan gazetesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan demokrasi ve özgürlük ilkelerinin Türkiye’de bulunan tüm kurumlar için olması gerektiğini belirtmiş ve kendisini bu demokrasinin savunucusu olarak görerek, tek parti ideolojisine ve sistemine karşı durmuştur. Bu karşı duruşun bir başka nedeni ise, dünya üzerinde ve uluslararası sistemin siyasal yapısının değişmesidir. Sovyetler ile gerginliğin artması ve Türkiye’nin Amerika tarafından desteklenmesi, Türkiye’nin hem iç siyaset, hem de dış politika anlayışında değişmelere neden olmuştur.[26]

Tan’ın eleştirel olarak baktığı konular; tek parti sistemi ve özgürlüklerin kısıtlanmasıdır. Tan’ın, İkinci Dünya Savaşı sonrası giyindiği eleştirel gömlek onların daha açık ve sınır tanımayan bir yayın dönemi içerisine girmesine neden olmuştur. Bu doğrultuda, mevcut siyasal sistemin yeterli olmadığını ve demokrasinin bütün kurumlar ve siyasal yapının içinde bulunup faaliyet göstermesi gerektiğini söylemişlerdir. 19 Mayıs 1945 tarihinde İsmet İnönü her ne kadar daha yaygın bir demokrasiye geçileceğine dair demeç verse de, yapılacak olan seçimlerin demokratik bir çerçeve içinde geçmeyeceği düşüncesinde olan Tan gazetesi, siyasal sistem hakkındaki eleştirel görüşlerine devam etmekte ve Türk basınının diğer yayın organları tarafından dikkat çekmekte ve onlarla karşılıklı olarak bir tartışma içine girmektedir. Bu siyasal sistem tartışması Akşam, Cumhuriyet, Ulus, Tan ve Tasvir gibi gazeteleri de kapsamış ve bu gazetelerin etkili olduğu kesimler üzerinde bir algı yaratıp halkı kışkırtmaya gittikleri gözlemlenmiştir.[27]

Tan’ın eleştirel ve muhalif olduğu diğer bir unsur ise tek parti yönetimi ve bu yönetimin tüm sosyal, ekonomik ve politik alanlardaki kısıtlayıcı ve kontrol altında tutucu yapısıdır. Çoğulcu yapıyı ve çok partili olmayı savunan Tan gazetesi, kurulacak olan parti ve partilerin CHP ideolojisinden gelişmemesi gerektiğini, farklı fikir, prensiplere dayalı olmasını ve buna bağlı olarak farklı zümrelere de hitap etmesi gerektiğini söyler ve kuşku altında oldukları durumları sıralar. Bunlar; siyasal alanda otoriter bu durumda olan CHP’nin kendi fikirlerini benimsemeyip, kendi ideoloji ve prensiplerine ters düşüncede olan herkesi ötekileştirmeye ve politik alanın dışına ittiğini belirten bu sebeplerden ötürü ise mevcut sistemin yeni parti ve partilere kapı aralamasının zor olduğu durumundan bahsetmişlerdir.[28] Sertel’e göre, 1943 senesinde kabul edilen CHP parti programı, özünde faşist bir yapıya işaret etmektedir. Zira Sertel’e göre; tek partili rejimin devamlılığın sağlanması gerektiği görüşünde olan bu parti programı ile yazı, yayın, düşünce özgürlüklerine de ket vurulmakta, gazetelerinin ömrünün partinin kontrolünde olması sağlanmakta, eğitim-öğretim hayatındaki kitapların polis kontrolleriyle toplandığı ve işçilerin, köylülerin örgütlenmesini engelleyen bir düzen kurulduğunu, dolayısıyla CHP’nin demokrat olamayacağını ve bunun faşistlik olduğunu belirtmiştir.[29] Bu bağlantılar sonucunda Tan gazetesinin CHP’ni totaliter bir anlayışa sahip olduğunu, bu sebepten dolayı demokrasinin işlevinin ne kadar yürürlükte ve kullanışlı olabileceği konusunda şüpheleri olduğu düşüncesini çıkartmaktayız. Tan’ın takınmış olduğu bu tutum ve söyledikleri, diğer yayın organlarının –Tanin ve Akşam– tepkilerini çekmiştir.[30]

Özgürlük-Hürriyet kavramı, dönemin basınının üzerinde durduğu bir konudur. Dünya savaşlarından sonra Türkiye’nin bu kavram üzerinde nasıl bir değişime gitmesi gerektiği üzerinde ülkede farklı yorumlamalar ve düşünceler gelişmiştir. Her basın organı özgürlük kavramına farklı bir yaklaşım içinde olmuştur. Bu kavramın ödün verilmeyecek bir kavram olduğunu ve demokratik siyasal sistemin kurucu unsuru olduğunu savunanların karşısında, genel bir görüş ise Türk halkına özgü bir özgürlük kavramının ortaya çıkarılması gerektiği düşüncesinde olmuşlardır.

Tan Olayı

Basın özgürlüğü ve demokrasi prensibinin her alan ve kurumda yaygınlaşması için mücadele veren Tan, Türk siyasal iktidarının basın üzerindeki egemenliğini 50. madde ile meşrulaştırmış olmasına karşı bir tutum sergilemekten vazgeçmemiş, bu maddeye rağmen sistem eleştirisi yapmaya ve siyasal otoritenin rejimine alternatif görüşler sunmaya devam etmiştir. Bu sırada “dörtlü takrir” ile CHP içinde yaşanan iç savaş ve gelişen iç muhalefet, Tan gazetesi tarafından da ilgi odağı olmuştur. CHP içindeki bu muhalefetin çıkış noktası halk temelli olduğunu ve örgütlenmenin iktidar tarafından ve dönemin iktidar taraftarı olan basın organları tarafından bir şekilde engellenmeye çalıştığını ilk kez Sabiha Sertel ileri sürmüştür.[31]

CHP içindeki bu muhalif hareket, Adnan Menderes’in, Celal Bayar’ın, Fuat Köprülü’nün ve Refik Koraltan’ın partiden ayrılmasına neden olmuş, Tan’ın bu muhalif hareketi destekleyen yapıda olması sonucunda, Tan gazetesi yöneticileri olan Serteller bu dörtlü takrir ekibi ile görüşmelere başlamış ve otoriter rejime karşı yeni bir parti kurulması gerektiği ve çok partili demokratik bir sisteme geçilmesi gerektiği görüşlerinde mutabık olmuşlar ve işbirliği içine girmişlerdir.[32] Bu beraberlik sonrasında Sabiha Sertel’in kontrolünde olan “Görüşler” adında siyasal iktidara karşı bir sol cenah dergisi çıkarmışlardır. Yaptıkları görüşmeler sonucunda bu dergi içinde bu dönemin eleştirel olan sol yazarların ve Sertellerle işbirliği içine giren CHP muhaliflerinin yazıları olacak, böylece tek parti rejimine karşı bir muhalefet oluşacaktır.[33]

Parti programı hazırlığı içerisinde olan Demokrat Parti, özgürlük ve demokrasi bayrağını taşıyan iki yayın organı –Tan ve Vatan gazetesi– tarafından desteklenmekteydi. Sol cenah, kurulacak olan yeni partinin ideolojik olarak kendilerine benzemesi gerektiğini düşünüyor ve parti ideolojisinin sol çerçeve içerisinde olması için ellerinden geleni yapıyorlardı.[34] Dönemin gazeteleri Tan gazetesine karşı bir görüş içinde olmuşlardır. Tanin gazetesi, bir nevi CHP ve hükümetin danışmanlığı ve sözcülüğünü yapan bir yayın organı olmuş, iktidara karşı girişilen bu muhalefet için iktidarın rahatsızlığını dile getirmiştir. Tanin gazetesinin başyazarlığını yapan Hüseyin Cahit Yalçın ile dost toplantısında bulunan Sertel, 3 Aralık 1945 tarihinde Cahit Yalçın’ın “Kalkın Ey Ehli Vatan”[35] başlığıyla yayınladığı yazıyla tüm okları üstünde toplamıştır. Görüşler dergisinin komünizm ideolojisini yaymaya çalıştığını, bunu yaymak için demokrasi ve özgürlük ilkeleri kullandıklarını, bu eylemi önlemek ve vatanın bütünlüğünü korumak için Türk halkını mücadeleye girmelerine teşvik etmişlerdir. Cahit Yalçın’ın yazısı[36] yayınlandıktan sonraki gün -4 Aralık 1945- üniversiteli gençler Tan matbaası önüne gelmişlerdir ve burada “Kahrolsun Komünizm”, “Kahrolsun Serteller”, “Yaşasın İnönü”, “Ne Faşistiz Ne Komünist”, “Millet Demokrattır”, “Bundan Fazla Hürriyet mi İstiyorsunuz?” sloganları atmış ve sol yayın yapan matbaa, kitabevleri ve gazeteleri basıp, tahrip etmişlerdir.[37]

Zekeriya Sertel 4 Aralık gününü şu şekilde aktarıyordu: “Ertesi gün sabah gazetelerini açtım. Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit Yalçın’ın ‘Kalkın ey ehli vatan’ başlığı ile halkı bize karşı kışkırtan bir yazısı vardı. Tan gazetesini ve Tancıları komünistlikle suçluyor ve halkı matbaamızı yıkmaya çağırıyordu. Demek ki, bu sabah yapılacak gösteri önceden hükümet tarafından hazırlanmıştı ve Hüseyin Cahit’e böyle bir yazı yazması için emir verilmişti”[38]

Tasvir gazetesinde o dönemde şeflik yapan Tekin Erer ise olayı şöyle anlatmıştır: “CHP İstanbul İl Teşkilatı tarafından 3 Aralık 1945 Pazartesi akşamı talebe yurtlarına gerekli talimat verilmiş ve ertesi sabah Tan Gazetesi aleyhinde büyük bir nümayiş yapılacağı bildirilmişti. O zaman ben Tasvir Gazetesi’nde istihbarat şefliği yapıyordum. Yazı işleri müdürü rahmetli Necdet Baytok, ertesi sabah gazeteye erkenden gelmemi, komünist neşriyatı yapan gazeteler aleyhinde büyük bir nümayiş hazırlandığını duyduğunu, bu haberin bir balon da olabileceğini, binaenaleyh kimseye bir şey söylemememi tembih etmişti. 4 Aralık 1945 Salı sabahı erkenden üniversite bahçesine gittim. Ellerinde bayraklar olduğu halde talebeler yavaş yavaş toplanıyordu. Birçoklarının ellerinde de Atatürk ve İnönü’nün çerçeveli fotoğrafları vardı. Kısa zamanda kalabalık 10-15 bin kişiyi buldu. Saat 9.30’da kalabalık bir sel gibi Beyazıt Meydanı’ndan Çarşıkapı istikametinde yürüyüşe geçti. Tan Gazetesi’ne giderken, Cağaloğlu yokuşunun başında bulunan ve komünizme ait kitaplar satan ABC Kitabevi birkaç dakika içinde yok edildi. Bundan sonra Tan Gazetesi’ne girildi. Bir taraftan ‘Kahrolsun Komünizm, Kahrolsun Serteller, Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti’ diye bağırıyor, bir taraftan da gençler akın akın taşlarla, demirlerle pencereleri kapıları aşağıya indiriyorlardı. Gazetenin birinci katında o zaman Türkiye’nin hemen hemen en büyük rotatifi vardı. Oradaki demir parçaları ile bu rotatife hücum başlamıştı. Rotatifin kırılabilen bütün parçaları tuzla buz edildi. İkinci katta linotip dizgi makineleri, hurufat ve mürettiphaneye ait malzemeler ve makineler mevcuttu. Bunların kırılması ve parçalanması çok daha kolay oldu. Ayrıca kapılar, pencereler, masalar, sandalyeler yerden yere çarpılarak parçalanıyordu. Masaların gözlerindeki yazılar, evraklar, kitaplar lime lime ediliyordu. Diğer bir grup gazetenin rotatif dairesinin yanındaki kâğıt deposundan bobinleri sokağa çıkararak Sirkeci’ye doğru yuvarlıyordu. Bazı gençler binayı ateşe vermek için tutuşturmak istedilerse de kalabalığın çokluğundan bu mümkün olamıyordu. Gazetenin içindeki personelden bir kısmı geceden hadiseyi haber aldıkları için matbaaya gelmişlerdi. Gelenlerden bazıları da Beyazıt bahçesindeki toplantıyı haber alır almaz gazeteden uzaklaşmışlardı. Gazetenin sahiplerinden Halil Lütfü Dördüncü meşhur tutumluluğu dolayısıyla binanın yanından yegâne uzaklaşamayan kimse olmuştu. Tan Gazetesinin karşısındaki HOFER İlancılık şirketinin penceresinden gazetesinin ve binasının nasıl tahrip edildiğini kalbi sızlayarak seyrediyordu. Tanin Gazetesinin yazı işleri müdürü Murat Sertoğlu da oradan durumu telefonla başmuharrir Hüseyin Cahit Yalçın’a bildiriyordu. Bir aralık Halil Lütfü dayanamamış Murat Sertoğlu’na sert bir ifadeyle: ‘Hüseyin Cahit’e söyle, 31 Mart’ta kendi başına neler gelmişse benim başıma da onlar geliyor’ demişti. Murat Sertoğlu bu sözleri aynen nakletti. Bu muhavereden sonra telefon konuşması kesilmişti. Saat 10.30’da Tan Gazetesi’nin ve matbaasının tahribi tamamıyla bitmişti. Artık burada gazete çıkarılamayacağı, hiç olmazsa altı ay hiçbir neşriyat yapılamayacağı kanaati hâsıl olduktan sonra gençler köprüyü geçerek Beyoğlu’ndaki Rus sefarethanesinin tünele bakan köşesindeki sokak içinde faaliyette bulunan Yeni Dünya Gazetesi’ne doğru yürüyüşe geçtiler. Burada Yeni Dünya’dan başka La Turquie isimli Fransızca bir gazete daha yayınlanıyordu. Bunlar da Tan Gazetesi’nin neşriyatına muvazi olarak komünizmi benimseyen yazılar yayınlıyorlardı. Polis, Rus sefarethanesine bir tecavüz olur düşüncesiyle itfaiye vasıtalarıyla yolları iyiden iyiye tutmuştu. Bundan dolayı Yeni Dünya Gazetesine hücum etmek teşebbüsü önce akamete uğruyordu. Fakat bir müddet sonra toplum heyecanı içinde kendinden geçen gençler, itfaiyecilere hücum ettiler, onların ellerinden hortumları alarak bizzat itfaiyecilerin üzerine sıkmağa başladılar. Bunu fırsat bilen gençler Yeni Dünya Matbaası’na yürüdüler. Birkaç dakika içinde bu matbaa da yerle bir edilmişti. Makineler, mobilyalar, kitaplar, gazeteler, arşivler sokaklara dökülmüş, parça parça edilmişti. Bu arada tünelde sol neşriyata ait kitaplar satan Berrak Kitabevi de tahrip edilerek, ticaret hayatından silinmişti. O zaman bazı bakkaliye ve mağazaların isimleri Tan levhalarını taşıyordu. Bunlar Babıali’deki hadiseyi duyar duymaz levhalarını indirmişler veya kazımışlardı. Karaköy’deki Tan mezecisi Petro, buna meydan bulamadığı için baştaki T harfinin üzerine yağlı boya ile C harfini yazmış, böylece Tan mezecisi Can mezecisi olmuştu. …Gençler daha sonra Tasvir Gazetesi’ne geldiler. Cihat Baban’ı, Ziyad Ebuzziya’yı, Orhan Seyfi Orhon’u ve Peyami Safa’yı istiyorlardı. Tesadüfen gazetede Mithat Perin’le benden başka kimse yoktu. Balkona çıktık. Mithat kısa bir iki cümle ile kendilerine gösterdikleri yakın ilgiden ve tezahürattan dolayı teşekkür etti ve istedikleri yazarların şu anda gazetede bulunmadıklarını söyledi. Gençler buradan Tanin’e giderek Hüseyin Cahit’i istediler. Fakat Cahit Bey de gazetede bulunmuyordu. Gençler sabahleyin Tan’a doğru yürüyüşe geçtikleri zaman Vatan Gazetesi’ne de yürümek istemişlerdi. Fakat emniyetin aldığı çok şiddetli muhafaza tertipleri dolayısıyla Vatan’ın sokaklarına dahi girmeye muvaffak olamamışlardı. Öğleden sonra saat 15’te tezahürat ve bu büyük miting tamamıyla bitmişti… Tan’ın tahribi ile Mehmet Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel’in Türkiye’deki gazetecilik hayatları sona ermiş bulunuyordu.[39]

Sonuç

İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Türkiye’nin iç politikasının gelişim süreci dış politikayla paralellik göstermekteydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında otoriter rejimlerin dünya genelinde güç kaybetmesi ve bu doğrultuda demokrasi ve özgürlük gibi kavramların tüm ülkeleri etkisine altına almış ve bu etki Türkiye içinde önem atfetmekteydi. Bu akımlar, Türkiye’nin iç siyasetinde ve tek Parti rejimine karşı bir muhalefetin doğmasına neden olmuştur. Türkiye’de çok partili siyasal ve demokratik hayata geçiş sürecinde yaşanan bu gelişmeler, siyasi iktidarın anti-demokratik bir yapıya büründüğünü göstermiştir. Demokrasinin varlığı ve gelişmesi ülke içindeki tüm siyasal, ekonomik ve toplumsal hayata yayılması gerekmektedir; buna basın özgürlüğü de dâhildir. Bu rejim ve siyasal iktidarın politika değişimleri kolay ve acısız olmamıştır. 1939-1945 yılları arasında egemen siyasal gücün tekelinde olan basın yönetimi, kendisine karşı muhalefet yapan gazete ve dergileri kapatmıştır. Buna ek olarak, birçok gazete yazarı cezaya çarptırılmış ya da mahkeme önüne çıkarılmıştır. Siyasal otoritenin kendi ideolojisi ve prensiplerini belirlemiş olan gazete ve yazarlarını kendisine karşı olan kişi ve kuruluşlara karşı doğrudan ya da dolaylı bir şekilde meşruiyetini sağlaması için yetki vermiş ya da görmezden gelmiştir. Bu durum, iktidarın basın ve gazeteler üzerinde siyasal şiddet uyguladığının göstergesidir. Milli Şef döneminde döneme ait bir adalet tanımı olmuş ve bu adalet tanımının temelini de devletin ve CHP’nin ideolojisi oluşturmuştur. Tan Olayı öncesi ve sonrasında yaşanan olaylar, sistem değişikliği çabaları Türk siyasal hayatında önemli dönüm noktalarına neden olmuştur. Siyasal şiddet, iktidarın ya da güç elde etmek isteyen kişi ya da kurumların siyasal alanda amaçlarına, hedeflerine ulaşmak için uyguladıkları şiddet biçimidir. Bu dönem içerisinde ‘kamu yararı ve devlet bekası ve bütünlüğü’ gibi konular içerisinde meşruluk kazandığını ve siyasal şiddetin içinde bulunan meşruiyet ve adalet algısının somut örnekleri gözükmektedir. Bu dönemde meydana gelen iktidar politikaları, rejim, kanunlar, Tan matbaasının basılmasını siyasal şiddet çerçevesinde düşünebileceğimizin alt yapısını oluşturmaktadır.

 

Göktürk KIZIL

 

 

KAYNAKÇA

  • Acar, Ayla (2012), “Basında ‘Tan Olayı’ – 4 Aralık 1945”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi.
  • Çavdar Tevfik (1999), Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, Ankara.
  • Çebi, Murat Sadullah (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara.
  • Demir Şerif (2012), “İktidar-Basın İlişkilerinin Türkiye’de Görünümü (1918-1960)”, The Journal of Academic Social Science Studies, Cilt 5, Sayı: 6, Aralık 2012.
  • Deringil Selim (1994), Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
  • Erer Tekin (1965), Basında Kavgalar, Yeni Matbaa, İstanbul.
  • Goloğlu Mahmut (1982), Demokrasiye Geçiş 1946-1950, Kaynak Yayınları, İstanbul.
  • Kabacalı Alpay, “Türkiye’de Basın Sansürü”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c. IV.
  • Kabacalı Alpay (1998), Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Matbaa ve Basın Sanayii, Cem Ofset Matbaacılık Sanayii A.Ş., İstanbul.
  • Kocabaşoğlu Uygur (2001), Türkiye İş Bankası Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
  • Koç, İ. Ceyhun (2006), Tek Parti Döneminde Basın İktidar İlişkileri (1923-1938), Siyasal Kitabevi, Ankara.
  • Koçak Cemil (1996), Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt 2, İletişim Yayınları, Ankara.
  • Koçak Cemil (2011), “Siyasal Tarih (1923-1950)”, Türkiye Tarihi 4: Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yön. Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul.
  • Öztekin Hülya (2013), Tan (1938-1945): Serteller Yönetiminde Muhalif Bir Gazetenin Tarihi, Kayseri.
  • Öztekin Hülya (2015), “Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde Muhalif Bir Dergi: Görüşler”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 41, Güz 2015.
  • Sertel, Zekeriya, Hatırladıklarım, Gözlem Yayınları, 2. Basım, İstanbul.
  • Sertel Zekeriya (2001), Hatırladıklarım, Remzi Kitabevi, İstanbul.
  • Tanör Bülent (1998), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
  • Topuz, Hıfzı (1973), 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınları, İstanbul.
  • Türker Hasan (2000), Türk Devrimi ve Basın 1922-1945, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir.
  • Yetkin Çetin (1983), Türkiye’de Tek Parti Yönetimi 1930-1945, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.

 

GAZETE VE DERGİ

  • Tan
  • Cumhuriyet
  • Tanin
  • Akşam

 

İNTERNET KAYNAKLARI

 

 

EKLER

Kalkın ey ehli vatan!

Görüşler

DİPNOTLAR

[1] Cemil Koçak (2001), “Siyasal Tarih (1923-1950)”, içinde Türkiye Tarihi 4: Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yay. Yön. Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul, ss. 157-163.

[2] https://ataturktoday.com/CHP/1938Inonu1OlaganustuKurultayKonusmasi.htm, Erişim Tarihi: 27.04.2017.

[3] Çetin Yetkin (1983), Türkiye’de Tek Parti Yönetimi 1930-1945, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, ss. 160-161

[4] Tevfik Çavdar (1999), Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, Ankara, s. 357.

[5] Cemil Koçak (1996), Türkiye’de Milli Şef Dönemi, Cilt 2, İletişim Yayınları, Ankara, s. 96.

[6] Selim Deringil (1994), Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

[7] Cemil Koçak (1996), Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt 2, İletişim Yayınları Ankara, s. 548.

[8] Bülent Tanör (1998), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 335.

[9] https://books.google.com.tr/books?id=Z0hGqp2SjnwC&pg=PA11&lpg=PA11&dq=ismet+in%C3%B6n%C3%BC+19+may%C4%B1s+1945+konu%C5%9Fmas%C4%B1&source=bl&ots=ZWhfWf2emo&sig=n7ZREY3i2734_iweimgqZxdcXT8&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwjp0Lqn_MnTAhUKJpoKHRjmDPIQ6AEIXTAJ#v=onepage&q&f=false, Erişim Tarihi: 29.04.2017.

[10] Hasan Türker (2000), Türk Devrimi ve Basın 1922-1945, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, s. 12.

[11] Alpay Kabacalı, “Türkiye’de Basın Sansürü”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c. IV, s. 973.

[12] İ. Ceyhun Koç (2006), Tek Parti Döneminde Basın İktidar İlişkileri (1923-1938), Siyasal Kitabevi, Ankara, s. 11.

[13] Murat Sadullah Çebi (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara, s. 2.

[14] Murat Sadullah Çebi (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara, s. 3.

[15] Murat Sadullah Çebi (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara, s. 10.

[16] Şerif Demir, “İktidar-Basın İlişkilerinin Türkiye’de Görünümü (1918-1960)”, The Journal of Academic Social Science Studies, Cilt 5, Sayı: 6, Aralık 2012,  ss. 129-130.

[17] https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d07/c024/tbmm07024064ss0169.pdf, Erişim Tarihi: 30.04.2017.

[18] Murat Sadullah Çebi (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara, ss. 11-12; Hıfzı Topuz (1973), 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınları, İstanbul, ss. 153-154.

[19] http://www.ktu.edu.tr/dosyalar/iletisimarastirmalari_a5e4c.pdf, Erişim Tarihi: 30.04.2017.

[20] Uygur Kocabaşoğlu (2001), Türkiye İş Bankası Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 150.

[21] Alpay Kabacalı (1998), Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Matbaa ve Basın Sanayii, Cem Ofset Matbaacılık Sanayii A.Ş., İstanbul, s. 190

[22] Ayla Acar (2012), “Basında ‘Tan Olayı’ – 4 Aralık 1945”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, s. 4.

[23] Murat Sadullah Çebi (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara, ss. 21-24.

[24] Murat Sadullah Çebi (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara, s. 35.

[25] Hülya Öztekin (2013), Tan (1938-1945): Serteller Yönetiminde Muhalif Bir Gazetenin Tarihi, Kayseri, s. 128.

[26] Murat Sadullah Çebi (1988), Siyasal Bir Muhalefet Aracı Olarak Tan Gazetesi (1935-1945), I. Bölüm, Ankara, ss. 36-38.

[27] Yavuz Abadan, “Rejim ve Hürriyetimizin Korunması”, Cumhuriyet, 06.09.1945.

[28] Zekeriya Sertel, “Niçin Yeni Partiler Kurulmuyor”, Tan, 24.10.1945.

[29] Sabiha Sertel, “Halk Düşmanları”, Tan, 18.6.1945

[30] Bkz. Hüseyin Cahit Yalçın, “Hükümette İnkılapçılık”, Tanin, 23.11.1945;  Demokrat, “Yok Siz Yapamazsınız”, Akşam, 25.11.1945.

[31] Sabiha Sertel, “Muvafakatin Feryadı”, Tan, 03.09.1945.

[32] CHP’den ayrılan ve ‘Dörtler’ olarak da bilinen Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü’den oluşan muhalif grup, 1945 yılının son aylarında CHP iktidarına karşı ülkedeki birtakım muhalif kesimlerle işbirliği yapmıştır. Bunlar arasında tek parti iktidarına karşı sert bir muhalefet yürüten Tan gazetesinin sahipleri M. Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel de vardır. Grubun lideri olarak görülen Celal Bayar, o günlerde Sertel çiftini Moda’daki evlerinde ziyaret etmiş, çeşitli arkadaş toplantılarına onları da davet ederek bundan sonraki süreçte Serteller’le beraber çalışma niyetini dile getirmiştir. Hatta M. Zekeriya Sertel’in aktardığına göre,  Serteller’in eski dostu Dışişleri Eski Bakanı Tevfik Rüştü Aras, tek parti rejimine karşı mücadele etmek ve ikinci partiyi kurmak üzere M. Zekeriya Sertel’e teklifte bulunmuş ve Celal Bayar’la Adnan Menderes’in de onlarla beraber çalışacağını söylemiştir. Yine Sertel’in aktardığına göre, Demokrat Parti kurulmadan önce Celal Bayar, Adnan Menderes, Tevfik Rüştü Aras ve kendisi Ankara’da birkaç toplantı yaparak kurulacak partinin amacı ve programı üzerine görüşmeler yapmışlardır. Bu toplantılar sonunda partinin ‘Cumhuriyet Demokrat Partisi’ adını taşıması kararlaştırılmış ve böylece ileride kurulacak olan Demokrat Parti’nin temelleri atılmıştır. (Hülya Öztekin, “Türkiye’de Çok partili Hayata Geçiş Sürecinde Muhalif Bir Dergi: Görüşler”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 41, Güz 2015, s. 175.

[33] Hülya Öztekin (2013), “Tan (1938-1945): Serteller Yönetiminde Muhalif Bir Gazetenin Tarihi”,  Kayseri, s. 94.

[34] Mahmut Goloğlu (1982), Demokrasiye Geçiş 1946-1950, Kaynak Yayınları, İstanbul, s. 130.

[35] Namık Kemal’in bu ifadesinin Yalçın’ın başlığında yer verilmesine Sertel şunu söylemiştir: “Namık Kemal ‘Kalkın ey ehli vatan’ dediği zaman, milleti Abdülhamit saltanatına diktatörlüğe karşı harekete çağırmıştı. Hüseyin Cahit Yalçın ise vatandaşları hürriyet için, demokrasi için savaşanlara karşı kıyama çağırıyordu.” (Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2001, s. 306).

[36] “Kalkın Ey Ehli Vatan” tam yazı için bkz. Ek.

[37] Hülya Öztekin, a.g.m., s. 362.

[38] Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Gözlem Yayınları, 2. Basım, İstanbul, s. 258; Bkz: http://aykiriakademi.com/haber/haber-goster/463-sabiha-ve-zekeriya-sertel-in-kaleminden-tan-olayi-.html, Erişim Tarihi: 30.04.2017.

[39] Tekin Erer (1965), Basında Kavgalar, Yeni Matbaa, İstanbul, ss. 172-175.

One Comment »

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.