Osmanlı İmparatorluğu sonrası Ortadoğu’da kurulan tüm devletlerde gerek kuruluş süreci, gerekse kurulduktan sonra bir takım sorunlar ortaya çıkmış ve manda yönetimleri ile çatışmadan tutunda yerel güçlerin ve aşiretlerin kavgasına kadar bir dizi olay vuku bulmuştur. Bu sıkıntılı süreci yaşayan ülkelerin komşusu başka bir ülke vardı ki, onun sorunları Osmanlı sonrası kuruluş sürecine değil, Osmanlı idaresinde bulunduğu yıllara kadar uzanır.
Lübnan, Ortadoğu’nun diğer sorunlu ülkelerinden daha farklı sorunlara sahiptir; bir gözlemcinin sözleriyle, Lübnan, “şizofrenik doğum” yapmıştır.[1] İçerdiği Maruni Hristiyan, Ermeni Ortodoks ve Katolik, Rum Ortodoks ve Katolik, Dürzi, Nusayri, Şii ve Sünni Müslüman kitlelerle tam bir denge oyununa sahne olan Lübnan, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında artan sorunlarına getirilen idari çözümle bir dönem nefes alma şansı bulmuştur. Osmanlı idaresi sonrası başlayan Fransız mandası döneminde yapılan 1932 tarihli nüfus sayımı esas alınarak, anayasasında da yer alan düzenleme kalıcı hale gelmiştir. Şöyle ki; Cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyan, Başbakan Sünni Müslüman, Meclis Başkanı ise Şii Müslümanlardan seçilmektedir. Resmen tanınan mezhep sayısının 15 ten fazla olduğu (Hristiyan ve Müslüman mezhepleri) ülkede, dengenin ne denli ince bir ipliğe bağlı olduğu açıktır. Bu sebeple, “Ortadoğu’nun aynası” olarak da adlandırılan Lübnan, her zaman bu renkli kimliğinin olumsuz tarafları ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. Fransız mandası sonrası Suriye ve Lübnan devletleri oluşturulurken, Osmanlı idaresinde Suriye sancağına ait olan ve Müslüman nüfusun daha yoğun olduğu kimi yerler “Cebeli Lübnan” olarak adlandırılan bölgede kurulan Lübnan Cumhuriyeti’ne bağlanmış ve nüfus dengesi bir anda değişmiştir.
İsrail devletinin kurulması ve bölgede yaşanan Arap-İsrail Savaşları neticesinde yoğun bir Filistinli mülteci akınına uğrayan ülke, giderek sosyal dokusunu kaybetmiş ve her ne kadar anayasasında çizilen sınırlar olsa da, kendisini şiddetli bir iç savaşın içinde bulmuştur. Sadece Lübnan siyaseti değil, Lübnan Ordusu da bu siyasi kriz sonucu kendi içinde mezhepsel dengeye göre bölünmüş ve iç savaşın tarafı olmuştur. Nitekim bir dönem bölgenin tüm çalkantılarına aldırmadan “Ortadoğu’nun Paris’i” olarak anılan başkent Beyrut, bir harabe haline gelmekten kurtarılamamıştır. İç savaşın önemli dönüm noktalarından biri de, ülkeye yapılan Suriye müdahalesidir. Öyle ki; Suriye, geleneksel müttefiki FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) ve Filistinli mültecileri destekleyen grupları karşısına alıp, Maruni Hristiyanlar lehine iç savaşa müdahalede bulunmuştur. Suriye müdahalesinin yanı sıra, kuruluşundaki dengeye nispeten gücü ve nüfusu giderek artan Şii nüfus da önemli bir ayrıntı olarak durmaktaydı. Özellikle Hizbullah etrafında örgütlenmiş olan Şii Müslümanlar, İsrail sınırına yakın güneyde yer almaları ve Lübnan siyasetinde aktif rol oynamaları ile geleceğin Lübnan’ında önemli aktörlerden biri olduklarını işaret etmişlerdi.[2]
Lübnan siyasetinin en sıkıntılı konularından biri de Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Geçmişte gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri olsun, seçimler sonrası gelen darbe dönemleri ya da iç savaş dönemi kaosları olsun, Lübnan’da her daim Cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimleri tartışmalı olmuştur. Nitekim bir önceki Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın (Maruni Hristiyan) görev süresinin 2014 yılı Mayıs ayında dolmasına rağmen, 31 Ekim 2016 tarihine kadar devam eden onlarca tura karşılık yeni bir Cumhurbaşkanı seçilememiştir.[3] Bu tarihte tüm Lübnan tarihinde görülmeyecek derece karmaşık ittifaklar ağı ile Cumhurbaşkanı seçilen Mişel Avn (Maruni Hristiyan) ise, Lübnan siyasetini bilen ve takip edenlerin hiç de yabancı olmadığı bir isimdir. Asker kökenli olan yeni Cumhurbaşkanı, geçmişte generallik ve geçici başbakanlık görevlerinde bulunmuş olan önemli bir aktördür.
İç savaş öncesi ve iç savaş döneminde Filistinli mülteciler sorunu ile ciddi manada uğraşan Lübnan’ın son 7 yıldır da Suriyeli mülteciler sorunuyla uğraştığı bir dönemde seçilen yeni Cumhurbaşkanı, istikrar kelimesini uzun yıllar önce siyasi kitabından çıkaran Lübnan için bir umut ışığı olabilecek midir? İç dengelerin her ülkeden daha hassas olduğu bir ülke olan Lübnan için mezhep dinden daha önce gelen bir kavram olduğundan dolayı, Araplık ya da Arapçılık birleştirici bir unsur değildir. Mişel Avn’ın Cumhurbaşkanlığı makamında olduğu ilk günlerde herhangi bir umut ışığı belirmemiş olması da gelecek adına kaygı vericidir. Başbakanlık makamına getirilen Saad Hariri’nin, geçmiş hükumet tecrübelerinden yola çıkıldığında Cumhurbaşkanı Avn ile çatışacağı aşikardır. Nitekim ülkede en son genel seçimlerin 2009 yılında yapıldığını ve meclisin görev süresinin sürekli uzatıldığını da göz önünde bulundurursak, iç siyasette istikrarın ne denli yetersiz olduğu iyice anlaşılmaktadır.
İç siyasetinde çatışma kelimesinin uzlaşı kelimesinden daha sık kullanıldığı Lübnan’da, barış ve huzurun ne zaman geleceği belli olmadığı gibi, yeni Cumhurbaşkanı’nda bu konuda ne denli çaba sarf edeceği meçhuldür. Komşusu olan diğer Arap ülkelerinde de çok çeşitli etnik ve dini unsurlar bulunmasına rağmen, bu farklılıkları bir zenginlik olarak değil de bir çatışma unsuru olarak her daim önünde bulması, şüphesiz Lübnan’ın kaderi olmamakla birlikte tarihinin önemli bir kısmını bu sorunlarla geçirdiği ortadadır. Lübnan için Ortadoğu’nun “üvey oğlu” dememizin sebebi de işte tam budur!
Ali İzzet KEÇECİ
[1] Cleveland, W. L., Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Kitaplığı, s. 251, İstanbul 2008.
[2] Öyle ki; 2006 yılındaki İsrail işgalinde tek savunma organı Şii Hizbullah örgütü olmuş ve bir nevi Lübnan’ın kurtuluşunu Hizbullah sağlamıştır.
[3] 1980 askeri darbesi öncesi Türkiye Cumhuriyeti’nde de TBMM Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde onlarca tur yapılmasına rağmen netice çıkmaz, çok uzun bir süre sonra bu makamlara yapılan seçimler olumlu sonuçlanırdı.
One Comment »