Giriş
Dünya siyasetinde ağırlığını her geçen gün daha fazla hissettiren Çin Halk Cumhuriyeti, ekonomik büyümeye dayalı başarılı modelini sürdürebilmek için yeni, ucuz ve güvenli enerji kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Zira Çin’in hızlı yükselişi, ekonomik gelişiminin yavaşlaması durumunda kolaylıkla sekteye uğrayabilecektir. Bu nedenle, Çin’in dış politikası ve güvenlik politikasına yön veren en önemli unsur enerji politikalarıdır. Bu yazıda, Can Öğütçü ve Mehmet Öğütçü’nün OCP Policy Center için yazdıkları “China’s Expanding Energy and Geopolitical Linkages with Central Asia and Russia: Implications for Businesses and Governments” (Çin’in Orta Asya ve Rusya ile Genişleyen Enerji ve Jeopolitik Bağları: İşletmeler ve Hükümetler İçin İpuçları) raporu[1] doğrultusunda Çin’in enerji politikası anlaşılmaya çalışılacaktır.
Orta Asya: Çin, Rusya ve Bölge Ülkeleri
Harita 1: Yeni İpek Yolu
Orta Asya coğrafyası, günümüzde 1990’ların başındaki gibi bilinmeyen bir toprak parçası değildir. Tersine, bu bölgedeki zengin enerji kaynakları ve jeopolitik mücadeleler nedeniyle, Orta Asya, giderek dünyanın merkezi haline gelen bir coğrafyadır. Bu coğrafya, aynı zamanda çeşitli çatışma bölgeleri arasında bir tampon işlevi de görmektedir. Çin’i Avrupa’ya, Rusya’yı da Asya’ya bağlayan bu coğrafya, birçok farklı etnik gruba ev sahipliği yapmaktadır. Yine bu bölgede, dini fanatizm ve etnik milliyetçilik temelli birçok radikal grup ve hareket de bulunmaktadır. Can Öğütçü ve Mehmet Öğütçü’ye göre; her ne kadar coğrafi olarak bir bütünlük arz etseler de, Orta Asya ülkeleri siyasetleri bakımından birbirlerinden farklılaşmakta ve birçok noktada birlikte hareket etmemektedirler. Bu durum, Çin ve özellikle Rusya’nın bölge ülkeleri üzerindeki etkisini arttırmaktadır. Rusya, Sovyet döneminden miras kalan “böl ve yönet” politikaları ve sınır çatışmaları yoluyla bölgede gücünü muhafaza ederken, Çin de yoğun ekonomik yatırımları ile bölgede son yıllarda etkili olmaya başlamıştır. Öğütçülere göre; Orta Asya ülkeleri, Moskova ile ilişkileri bağlamında iki ana grupta incelenebilir. Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi ülkeler, “reluctant followers” (isteksiz takipçiler) olarak nitelendirilebilecek ve Moskova’nın Avrasya Ekonomik Birliği’ne -çok gönüllü olmasalar da- zorunluluktan katılan devletlerdir.[2] Bu ülkeler, kendi bağımsızlıklarının ve görece özerk dış politikalarının ancak bu şekilde devam edebileceği inancındadırlar. “Rejectionists” (retçiler) adı verilen Türkmenistan ve Özbekistan gibi ülkeler ise, Sovyet dönemindeki gibi Moskova’nın kontrolüne girmekten endişe etmekte ve bu nedenle daha çok kendi kendilerine yetebilen bir ekonomik model yaratarak, Avrasya Birliği gibi projelerin dışında kalmaya çalışmaktadırlar.
Çin’in bu coğrafyadaki temel motivasyon unsuru, siyasi emelleri devam eden Moskova’dan farklı olarak, daha çok ekonomiktir. Çin, bu coğrafyayı kendi ekonomik gelişimi ve enerji temini açısından stratejik görmektedir. Çin’in planlı olarak gerçekleşen barışçıl yükselme politikasında (peaceful rise), ancak -33 yıl sonra- 2050 yılında modern ve gelişmiş bir ülke olacakları öngörülmektedir. Buna karşın, bu süreçte Pekin’in (a) devasa ekonomisini sürdürebilmek için gerekli kaynakların kıtlığı (enerji, yiyecek ve içecek), (b) iklim değişikliği ve çevre kirliliği, (c) ekonomik, siyasi ve sosyal gelişimleri arasında koordinasyon eksikliği gibi sorunlar yaşaması beklenmektedir. ABD, Japonya, Hindistan ve Kore gibi ülkelerle yaşanabilecek jeopolitik gerginlikler ve iç politikadaki sorunlar da bu üçlüye dâhil edilebilir. Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping’in ortaya attığı ve “Tek Kemer Tek Yol” sloganıyla dünyaya duyurulan Yeni İpek Yolu vizyonunda, Orta Asya, Çin’i Avrupa, İran ve Orta Doğu’ya bağlayan en kritik bölge durumundadır.
Orta Asya devletleri, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ihracat pazarlarını çeşitlendirmeye gayret etmişlerdir. Buna karşın, Batı ülkelerinde bu devletlere yönelik olumsuz algılar devam etmiş ve genelde bu ülkelere tam olarak güvenilemeyecek riskli pazarlar gözüyle bakılmıştır. Dahası, Hazar Denizi’ndeki anlaşmazlığa bağlı olarak buraya bir boru hattının inşa edilememesi nedeniyle, bölge ülkelerinin ekonomileri stagnasyon yaşamaya başlamış ve Orta Asya enerji kaynakları verimli bir şekilde dünya pazarlarına aktarılamamıştır. Yakın gelecekte Kuzey Kore nükleer programına bağlı olarak gelişen uluslararası kriz nedeniyle bölgede bir askeri çatışma yaşanması durumunda, Orta Asya enerji kaynakları, Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler için de çok daha değerli hale gelecektir.
Çin-Rusya İlişkileri: Bir Tür Mantık Evliliği Mi?
Çin ve Rusya
Çin ve Rusya arasındaki ilişkiler, raporda yazarlar tarafından “mantık evliliği” (marriage of convenience) kavramı temelinde incelenmiştir. Çin’in Orta Asya’ya artan ilgisi, ancak Soğuk Savaş sonrasında Moskova ile Pekin arasında yaşanan yakınlaşma ve gelecekte bu iki büyük güç arasında yaşanabilecek güvensizlik ve rekabet temelinde tam olarak açıklanabilir. Can Öğütçü ve Mehmet Öğütçü’ye göre; şimdiye kadar bu işbirliği güçlü bir görüntü sergilese de, ilişkiler yeterince sağlam bir yapıda değildir. Aslında Moskova açısından, Çin, oldukça güvenilir bir ortaktır. Çin, Rusya için yalnızca büyük bir ekonomik ortak değil, aynı zamanda Rusya’dan önemli silah sistemleri satın alan bir askeri partnerdir. Ancak Çin’in bölgede artan ekonomik yatırımları ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi uluslararası kuruluşlar aracılığıyla güçlü bir aktör haline gelmesi, bölgeye hala Sovyetler Birliği döneminden kalma bir alışkanlıkla “arka bahçe” gibi yaklaşan Moskova’yı son yıllarda tedirgin etmeye başlamıştır.
Harita 2: Orta Asya haritası
Buna karşın, raporun yazarlarına göre, Çin ve Rusya ilişkileri hala rekabetten daha çok tamamlayıcı (complementary) niteliktedir. Zira Rusya askeri teknoloji açısından gelişmiş ve enerji kaynakları açısından zengin, Çin ise seri üretim konusunda gelişmiş ve nakit para anlamında zengindir. Bu tamamlayıcı ilişki doğası, Orta Asya ülkelerine yönelik politikalarda da görülebilmektedir. Çin, bölge ülkelerine altyapı hizmetleri sağlarken, Rusya da rejimlerin istikrarını sağlamaktadır. Bu nedenle, aralarında zaman zaman sorunlar yaşamalarına ve Batı’dan gelen baskılara rağmen, bu iki ülkenin ilişkilerinin şeklini yakın bir gelecekte değiştirmesi beklenmemektedir. Nitekim iki ülke arasındaki enerji işbirliği giderek derinleşmektedir. 2009 yılında imzalanan büyük enerji anlaşmasının ardından, 2014 yılında başlayan Ukrayna krizi de Rusya’yı Batı’dan uzaklaştırmış ve Çin’e yaklaştırmıştır. Kırım ilhakı sonrasında Batı ülkelerinin uyguladığı ekonomik yaptırımlar, ekonomik darboğazdaki Rusya’yı Çin’le yakınlaşmaya bir anlamda mecbur bırakmıştır. Nitekim 2014 yılı içerisinde Moskova ile Pekin arasında 400 milyon dolarlık yeni bir enerji anlaşması da imzalanmıştır.[3] Bu bağlamda, ikili ilişkilerin son dönemde gönülsüz birliktelikten enerji anlaşmaları odaklı bir mantık evliliğine dönüştüğünü söylemek mümkündür. Bu durum, Endonezya ile Malezya arasında bulunan ve Çin’in enerji başta olmak üzere deniz taşımacılığı yoluyla ithalat yapmasına olanak sağlayan Malakka Boğazı’na olan bağımlılığını da azaltmakta ve Pekin’i rahatlatmaktadır. Zira ABD ile bir zıtlaşma durumunda, ABD’nin bölgede bulunan Deniz Kuvvetleri’ne bağlı 7. Filo’su aracılığıyla Malakka İkilemi (Malacca Dilemma) kozunu kullanması olasıdır. Dolayısıyla, Sibirya ve diğer bölgelerden Çin’e doğru uzanacak Moskova denetimindeki boru hatları, Pekin için çok önemli bir açılımdır. Rusya penceresinden bakıldığında ise, Avrupa Birliği ve Batı ülkeleri ile bu kadar sorun yaşanılan bir dönemde, Çin, ideal ekonomik partner durumundadır. Ancak düşen enerji fiyatları Çin’in işine gelirken, Rusya ve diğer petrol ve doğalgaz ihraç eden ülkeler için büyük bir sorundur. Ayrıca sanılanın aksine, Rusya, sadece hidrokarbon kaynaklara yatırım yapan bir ülke de değildir. Son yıllarda, Moskova, alternatif enerji projeleri üzerinde de ciddi çalışma ve girişimler yapmaktadır. Bu konuda da iki ülke arasında yakın gelecekte yoğun işbirlikleri gelişebilir. Bunların yanı sıra, iki ülke, diğer BRİCS ülkeleri Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika ile beraber 2016 yılında BRİC Kalkınma Bankası’nı da birlikte kurmuşlardır. Bunlar, Pekin ve Moskova ilişkilerin ne denli stratejik ve önemli olduğunun somut göstergeleridir.
Çin ve Rusya’nın Orta Asya’ya Yönelik Politikaları
Geleneksel olarak, Orta Asya, Rusya’nın çok güçlü olduğu bir coğrafyadır. Rusya, Sovyetler Birliği döneminde bölgede siyasi nüfuzu tam olarak sağlamasının yanında, kültür ve dil anlamında da bölgede büyük bir hâkimiyet kurmuştur. Ayrıca Kazakistan başta olmak üzere, bölge ülkelerinde hatırı sayılır bir Rus nüfus da halen mevcuttur. Bu gibi unsurlar, bölge ülkelerinin ve halklarının Rusya’ya olumlu bakışında önemli etkenlerdir ve bir anlamda Rusya’nın yumuşak gücü olarak değerlendirilebilir. Rusya, ayrıca bu bölgede sert gücünü de göstermekten çekinmeyen bir devlettir. 2008’de Gürcistan ve 2010’da Kırgızistan’da yaşanan süreçler ve son olarak Ukrayna Krizi ve Kırım ilhakı gibi olayların ispatladığı üzere, Moskova, bölgede üstün konumunu korumak istemektedir. Bu strateji, özellikle Vladimir Putin döneminde iyice netleşmiş ve “yakın çevre” (near abroad) doktrini olarak adlandırılmıştır. Ancak bu gibi hamleler, uluslararası hukukta yer alan ülkelerin toprak bütünlüğü gibi ilkelerle örtüşmemekte ve Rusya’yı hem korkulan, hem de bir anlamda güvenilmeyen bir aktör haline getirmektedir. Buna karşın, bölge ülkelerinin Moskova’yı marjinalleştirmesi de kolay değildir. Örneğin, Hindistan, kendisine stratejik silahlar sağlayan Moskova’yı dışlamayı hiçbir zaman göze alamaz.
Rusya ile Çin’i bölgede bir araya getiren bir diğer faktör de, ABD’nin bölge politikalarına karşı işbirliği yapma eğilimidir. Özellikle ABD’nin demokratikleşme vurgusu, zaman zaman bölgedeki ülkelerin yöneticilerinin korkularını tetiklemekte ve Çin ve Rusya’yı da avantajlı bir konuma getirmektedir. Lakin iki ülkenin bölgedeki vizyonları aslında birbirinden farklılaşmaktadır. Rusya, 2015’te hayata geçen Avrasya Birliği vizyonuyla bölgede büyümek isterken, Çin’in hedefi Yeni İpek Yolu projesini hayata geçirmektir. Bu iki projenin birbiriyle tam olarak örtüşmesi de beklenemez. Ayrıca Çinli analistlere göre, Avrasya Birliği, Moskova’nın etki alanını genişletmek ve yeniden süper güç konumuna dönmek için geliştirdiği bir stratejik vizyondur. Chatham House’un hazırladığı bir raporda da bu projenin Sovyetler Birliği’ni canlandırma girişimi olduğu vurgulanmıştır.[4] Moskova, bu proje sayesinde Avrupa ile bağlarını koparmak ve kendi bölgesinde yeniden hegemon bir güç olmak isterken, Pekin’in Yeni İpek Yolu stratejisinin amacı, tam tersine, bu bölge vasıtasıyla Avrupa ile ekonomik olarak daha fazla entegre olmaktır. Çin, bu proje ile kendi sorunlu Sincan bölgesini daha güvenli hale getirmeyi ve Avrupa’ya kadar geniş bir transit ticaret hattı kurmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla, bu iki vizyon arasında ciddi farklılıklar söz konusudur.
Bu anlamda, bölge ülkeleri açısından da Çin’in vizyonu daha caziptir. Zira Pekin, ilişki kurduğu devletlere milyon dolarlık yeni altyapı hizmetleri sunmakta ve demiryolları ve otoyolları ile ulaşım imkânlarını genişletmektedir. Tacikistan ve Kırgızistan gibi ülkeler başta olmak üzere, tüm bölge ülkeleri, bu yolla ekonomilerini geliştirmeyi ummaktadırlar. Ancak Çinli işadamları ve yatırımcılara yönelik büyük önyargılar ve yabancı düşmanı yaklaşımlar da bölgede halen oldukça yaygındır. Örneğin, Çinli şirketlere yönelik çevre kirliliği ve yolsuzluk eleştirileri nedeniyle yakın geçmişte Kazakistan’da bazı tatsız olaylar yaşanmıştır. Ayrıca Çin’in kalkınma modelinin Batılı kalkınma modelinden farklı olması da bu ülkeye zaman zaman dezavantaj, zaman zaman da avantaj sağlamaktadır. Avrupa ülkeleri, yapısal dönüşüm üzerinde yoğunlaşır ve eğitim ve sağlık gibi sektörlere yoğun olarak yatırım yaparken, Pekin’in önceliği neredeyse tamamen kamusal altyapı hizmetlerine (ulaşım hizmetleri ve yatırımlar) odaklanmaktadır. Yine Batılı başkentlerde demokrasi vurgusu otokratik ya da yarı-otokratik bölge ülkelerine sıklıkla hatırlatılırken, Çin için demokrasi ve insan hakları neredeyse sadece ekonomik gelişmişlikle özdeş hale gelmiştir. Yeni İpek Yolu projesi başarılı olabilirse, Çin’in dünya siyasetine yön vereceği yeni bir dönemin başlayabileceği bile iddia edilmektedir. Zaten Çin’in bu proje için bu kadar devasa yatırımlar yapması, bu projeye verilen önemin somut göstergesi olarak da anlaşılabilir. Çin’in kurduğu Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) da bu projeye finansman sağlanması açısından çok kritik bir kurumdur. Sonuç olarak, yazarlara göre Çin ile Rusya’nın Orta Asya vizyonları farklıdır; ancak birbirleriyle yoğun ekonomik ilişkileri nedeniyle bir rekabet algısı da henüz oluşmamıştır.
Sonuç
Sonuç olarak, Can Öğütçü ve Mehmet Öğütçü’nün OCP Policy Center için yazdıkları “China’s Expanding Energy and Geopolitical Linkages with Central Asia and Russia: Implications for Businesses and Governments” (Çin’in Orta Asya ve Rusya ile Genişleyen Enerji ve Jeopolitik Bağları: İşletmeler ve Hükümetler İçin İpuçları) başlıklı rapor, Orta Asya siyasetinde ağırlıkları giderek artan Çin ile Rusya Federasyonu’nun birbirleriyle bazı noktalarda çelişen politikalarını gözler önüne seren aktüel ve faydalı bir çalışmadır. Çalışmada eksik kalan unsur ise, dünyada neredeyse tüm coğrafyalarda çok etkili bir aktör olan ABD’nin bölgeye yönelik politikaları ve bu iki ülkeye yaklaşımıdır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Rapor buradan okunabilir; http://www.ocppc.ma/sites/default/files/OCPPC-PP1710_0.pdf.
[2] Avrasya Ekonomik Birliği’ne (AEB) giden süreç, Rusya ile Belarus (Beyaz Rusya) arasında 1995 yılında imzalanan Gümrük Birliği anlaşması ile başlamıştır. Bunun ardından, 2000 yılında Rusya, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, Avrasya Ekonomik Topluluğu’nu kurdu. 2010 yılındaysa, Rusya, Kazakistan ve Belarus arasında gümrük birliği kuruldu ve bu üç ülke, yoğun ekonomik entegrasyona yöneldi. Gümrük Birliği’ni oluşturan bu üç ülkenin liderleri, Mayıs 2014’te Avrasya Ekonomik Birliği’nin kuruluşuna ilişkin anlaşmayı imzaladı. Belarus’un başkenti Minsk’te 10 Ekim 2014’te düzenlenen zirvesinde Ermenistan’ın Avrasya Ekonomik Birliği’ne üye olmasına ilişkin anlaşma imzalandı. Avrasya Ekonomik Birliği’nin kuruluşuna ilişkin anlaşma ise 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. Avrasya Ekonomik Birliği’nin, Avrasya coğrafyasındaki ülkelerin pek çoğunu kapsayacak şekilde, Avrupa Birliği’ne benzer uluslarüstü (supranational) bir birlik olması hedefleniyor. Birlik üyeleri arasında mal, hizmet, sermaye ve işgücü dolaşımının serbest hale gelmesi planlanıyor. Kırgızistan’ın da son olarak üye olduğu AEB’ye Tacikistan ise halen aday ülke konumundadır. Kaynak için bakınız; https://tr.sputniknews.com/trend/avrasya_ekonomik_birligi/.
[3] Bu konuda bir analiz için bakınız; http://politikaakademisi.org/2014/05/22/rusya-cin-enerji-ittifaki/.
[4] Bakınız; https://www.chathamhouse.org/publication/eurasian-economic-union-deals-rules-and-exercise-power.