BİRLEŞİK KRALLIK ESKİ BAŞBAKANI JOHN MAJOR’IN CHATHAM HOUSE SÖYLEŞİSİ

upa-admin 03 Temmuz 2019 1.621 Okunma 0
BİRLEŞİK KRALLIK ESKİ BAŞBAKANI JOHN MAJOR’IN CHATHAM HOUSE SÖYLEŞİSİ

Sir John Major (1943-)[1], 1990-1997 döneminde Muhafazakâr Parti Genel Başkanlığı ve Birleşik Krallık Başbakanlığı yapmış olan deneyimli bir İngiliz siyasetçidir. Margaret Thatcher gibi son derece güçlü bir Başbakan’ın ardından göreve gelmesine karşın, ülkesi ve dünyada saygın ve başarılı bir siyasetçi profili çizmeyi başaran Major, geçtiğimiz günlerde İngiliz düşünce kuruluşu Chatham House’un (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) düzenlediği bir söyleşiye katılmış ve güncel dünya siyaseti ile Brexit sürecindeki Birleşik Krallık iç siyaseti, dış politikası ve Avrupa Birliği ile ilişkiler gibi konularda ilginç fikirler seslendirmiştir. Bu yazıda, Major’ın katıldığı söyleşi özetlenecektir.

Söyleşinin kaydı

Chatham House Direktörü Robin Niblett’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşiye, eski Başbakan John Major, ilk olarak günümüz siyasetinde risklerin geçmişe kıyasla daha çok ekonomik alanda yoğunlaştığı tespitini yaparak başlamakta ve Soğuk Savaş süresince tehditlerin askeri ve güvenlik riskleri olarak ortaya çıktığını hatırlatmaktadır. Günümüz dünyasında, ayrıca, uluslararası sistemi ayakta tutan bazı büyük devletlerin (ABD’yi kastediyor) milliyetçi bir siyasi pozisyon almaya başladıklarını vurgulayan Major, bunun İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası düzeni istikrarsız hale getirdiğini ifade etmektedir. 1980’lerde var olan ticaret savaşları tehlikesinin günümüzde de geçerli olduğunu belirten Major, yine bu dönemde var olan bölgesel savaş risklerine ek olarak, günümüzde, Rusya Federasyonu’nun Ortadoğu (Suriye) ve Doğu Avrupa’dan (Ukrayna) başlayarak yeniden Batı dünyasına meydan okuması ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin silahlanması gibi yeni bazı riskli gelişmeler olduğunu düşünmektedir. Bu noktada, moderatör Robin Niblett’ın sorusu üzerine ABD-Çin rekabeti hakkındaki görüşlerini de açıklayan Major, iki ülke arasındaki bir tür rekabet ve çatışma yaşanmasının doğal olduğunu vurgularken, bunun askeri düzeyde bir çatışma olması gerekmediğini söylemektedir. İki ülke arasındaki çatışmanın daha çok ekonomik ve diplomatik düzeylerde devam edeceğini belirten Birleşik Krallık eski Başbakanı, Çin’in askeri modernleşmesi ve Güney Çin Denizi’nde uygulamaya soktuğu bazı politikalar ile fikri mülkiyet hakları konusundaki politikalarının Batılı ülkelerce eleştirilmeye devam edeceğini, ancak bunun askeri bir çatışmayı zorunlu kılmadığını düşünmektedir. Çin’in köşeye sıkıştırılmadığı sürece -iç siyasetindeki sorunların da etkisiyle- ABD ve diğer Batılı ülkelerle askeri bir çatışmaya girmek istemeyeceğini düşünen Major, ancak günümüzde dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri haline gelen bu ülkenin, doğal olarak askeri gücünü de arttırmayı amaçladığını söylemektedir. İki milyonun üzerinde askerin bulunduğu büyük bir orduya sahip olan Çin’in, özellikle deniz kuvvetleri bağlamında hızlı bir modernleşme sürecinden geçtiğini kaydeden İngiliz siyasetçi, buna karşın bu ülkenin askeri modernizasyonundaki temel saiklerin ofansif değil, defansif olduğunu düşünmektedir. ABD’deki Donald Trump yönetiminin Çin’i çevreleme (putting China into box) siyasetinin hatalı olduğunu da ifade eden Major, Çin’in Batılı ülkeleri rahatsız eden politikalar uygulayabildiğini, ancak aynı şeyi zaman zaman ABD’nin de yaptığını anımsatarak, Çin’in uluslararası sisteme dahil olmasının önemli bir kazanım olduğunu vurgulamaktadır. Batı dünyasındaki iki büyük ekonomik dev olan ABD ve AB’ye ilaveten, Doğu dünyasında Çin gibi bir diğer ekonomik devin bulunmasının dünya ekonomisi adına olumlu bir gelişme olduğunu da kaydeden konuşmacı, bu noktada riskin Çin’in Asya’da ne kadar hâkim (dominant) olmaya çalışacağı olduğunu düşünmektedir. Çin’in ekonomik gücü nedeniyle birçok Asya ülkesinin zamanla bu ülkenin yörüngesine girebileceğini ifade eden İngiliz siyasetçi, bu riske rağmen, Çin’in dünya ekonomisine entegre edilmesinin daha doğru bir strateji olduğunun altını çizmektedir.

Daha sonra Avrupa Birliği konusuna odaklanan John Major, öncelikle AB’nin çökeceği yönündeki dilek ve görüşleri reddetmektedir. Avrupalıların, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD, Çin ve Japonya gibi büyük devletler ve ekonomiler karşısında ulus-devlet olarak mücadele etmeye çalışmaları halinde “devler dünyasındaki pigmeler” gibi kalacaklarını anladıklarını söyleyen Major, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), ortak pazar ve diğer Avrupa bütünleşmesini amaçlayan kurum ve kuruluşların bu nedenle ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Buna karşın, AB’nin, ortak para birimi (euro-avro) gibi bazı kritik konularda çok aceleci davrandığını vurgulayan deneyimli konuşmacı, birçok AB üyesi ülkenin ekonomik dönüşümleri tamamlanmadan ortak para birimine geçilmesinin Almanya’yı bir ekonomik dev haline getirdiğini ve Güney Avrupa ülkelerini fakir ve işsizlik seviyesi çok yüksek ülkelere dönüştürdüğünü anlatmaktadır. AB’nin ikinci büyük hatasının, bu ülkeleri Sovyetler Birliği etkisinden kurtarmak amacıyla ve salt siyasi güdülerle Vişegrad Grubu ülkelerinin (Çek Cumhuriyeti-Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya) AB’ye hızlı bir şekilde dahil edilmeleri olduğunu belirten Major, bu durumun, birliği, içerisinde çok farklı ve muhalif görüşlerin yer aldığı daha karmaşık bir yapıya büründürdüğünü söylemekte ve 27 üyeli büyük bir birlik içerisinde uzlaşı sağlama ve karar almanın zorluklarına dikkat çekmektedir. AB’nin merkez ülkelerinde de popülist siyasetçilerin ulusal karar alma mekanizmalarını zayıf düşürmesi nedeniyle AB politikalarına karşı çıktığını hatırlatan Major, bu nedenle AB’nin reforme edilmesi ve yavaşlaması (pause) gerektiği görüşünü savunmaktadır. Bu noktada, krizi aşmak için Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un önerdiği şekilde daha fazla bütünleşme gerektiği görüşüne de katılmayan John Major, AB’nin mevcut siyasal ve ekonomik sorunlarına uygun gerçekçi öneriler geliştirmesi gerektiğini düşünmektedir. Kendisinin AB’nin dağılmasını ve Avrupa’nın parçalanmasını istemediğini de sözlerine ekleyen Major, AB’nin öncelikle hatalarını kabul etmesi ve sonrasında siyasal ve ekonomik sorunlarına çözüm geliştirmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Daha sonra, Birleşik Krallık halkının 2016 yılındaki referandum sonucunda yaptığı ve tüm Avrupa’da büyük tartışmalara neden olan Brexit tercihini ve bunun etkilerini değerlendirmeye başlayan John Major, öncelikle Brexit sürecinin AB’yi olumsuz etkileyeceği tespitini yapmaktadır. Bu bağlamda, ilk olarak, Brexit nedeniyle AB’nin -Almanya’nın ardından- kendi içerisindeki ikinci büyük ekonomiyi kaybedeceğini vurgulayan İngiliz konuşmacı, AB’nin bu süreçte Fransa ile birlikte ciddi nükleer kapasitesi olan yalnızca iki üyesinden birini kaybedeceğini de hatırlatmaktadır. Birleşik Krallık’ı kaybetmenin AB’yi dış politikada zayıf düşüreceğini iddia eden Major, bu noktada İngiltere’nin imparatorluk dönemlerinden kalma köklü dış politika geleneğine ve dünya genelinde etkili olan yumuşak gücüne referans vermektedir. Birleşik Krallık olmadan AB’nin kurumsal dengesinin de bozulabileceğini iddia eden eski Başbakan, Brexit sonrasında Avrupa’da yeniden korumacı ekonomik tedbirlerin yükselebileceğini (ki Major bunun Avrupa’yı felakete sürükleyeceğini iddia etmektedir) ve serbest piyasa ekonomisi fikrinin güç kaybedileceğini söylemektedir. Major, bunlara ek olarak, AB içerisinde daha fazla derinleşme fikrine zaman zaman açıkça karşı durarak “kötü adam” olmayı göze alan Birleşik Krallık’ın yokluğunda, AB içerisinde daha fazla bütünleşme konusunda çekinceleri olan, fakat AB’nin maddi getirileri nedeniyle bunu açıkça dile getiremeyen küçük ülkelerin de yeni dönemde zorlanabileceklerini ima etmektedir. Tüm bu nedenlerle, AB’nin, Britanya’nın birlik içerisindeki pragmatik ve sorgulayıcı tavrını özleyeceğini -gayet kibirli ve rahat bir şekilde- söyleyebileceğini ifade eden Major, ABD ve Çin’den sonra dünyanın üçüncü büyük ekonomik bloku olan AB’nin, Brexit sonrasında ciddi anlamda güç kaybedeceğini ve ekonomik büyüme anlamında zor bir döneme gireceğini bu gerekçelerle açıklamaktadır. Bu bölümde Brexit sonrasında Birleşik Krallık-AB ilişkilerinin nasıl şekillenebileceği sorusuna da cevap arayan John Major, öncelikle Brexit sonrasında da AB ile yakın ilişkiler kurmanın gerekli olduğunu söylemektedir. Bu noktada  Britanya halkının verdiği Brexit kararına katılmadığını da açıkça belirten Major, Birleşik Krallık’ın AB’nin en büyük komşusu olduğunu; dolayısıyla AB içerisinde yer alsın veya almasın, ülkesinin AB’nin geleceği ve başarısında büyük rol oynayacağını ifade etmektedir. Major, bunun dışında, özellikle güvenlik bağlamında AB-Birleşik Krallık işbirliğinin devamının çok önemli ve gerekli olduğunun altını çizmektedir.

Daha sonra Birleşik Krallık siyaseti ve Britanyalıların politik zihninin Avrupa ülkelerinden daha farklı olduğunu dair bazı önemli saptamalarda bulunan John Major, öncelikle, Birleşik Krallık’ın bir ada olması sebebiyle, İngilizler ve diğer ada uluslarının anakarada (kıtada) yaşayan insanlardan daha farklı düşünebileceğini vurgulamaktadır. AB ile ilişkiler bağlamında Birleşik Krallık kadar istisna elde edebilmiş başka bir Avrupalı devlet olmadığını da vurgulayan Major, birbirine komşu olan Avrupalı devletlerin liderlerinin haftasonlarında bile birbirleriyle Avrupa’nın geleceği hakkında çeşitli konularda konuşabildiklerini, ancak Birleşik Krallık’ın ancak konu Avrupa Konseyi’ne getirildiği zaman bundan haberdar olabildiğini aktarmaktadır. Bu örnekle, Major, AB-Birleşik Krallık ilişkileri bağlamında coğrafi koşullar ve siyasal kültür farklılıklarının yarattığı zorluklara dikkat çekmektedir. Ayrıca Britanya demokrasisinin zorlu yapısına da dikkat çeken İngiliz konuşmacı, Birleşik Krallık’ta Bakan olmanın zorluklarının dünyanın hiçbir ülkesiyle kıyaslanamayacağını, zira başka hiçbir ülkede bu kadar acımasız şekilde sorgulayıcı bir parlamentonun (Avam Kamarası) olmadığını söylemektedir. Birleşik Krallık’ta siyasetçilerin ve hatta Bakanların dar bölgeli seçim sistemi nedeniyle seçim bölgelerinde de ağır yüklerinin olduğunu belirten deneyimli siyasetçi, bu bağlamda Avrupa’da ve Birleşik Krallık’ta siyasetin doğasının daha farklı olduğunu açıklamaktadır. Hatta öyle ki, Major’a göre, Britanyalı siyasetçiler, Avrupa meseleleriyle ancak AB önemli bir gündem maddesiyle karşılarına geldiği zaman ilgilenmekte ve -iç politikadaki yoğunlukları nedeniyle- bu gündem maddelerinin oluşum sürecine katkıda bulunmamaktadırlar.

Brexit referandumu sonrasında güncel Birleşik Krallık siyasetinin dağınık bir yapıda olduğunu da samimiyetle ifade eden eski Başbakan, yapısal dönüşümler yaşanabilecek önemli bir dönemden geçtiklerini; ancak Birleşik Krallık siyasetinde yapısal dönüşümlerin çok zor ve nadiren gerçekleşebildiğini vurgulamaktadır. İngiltere’de siyasi partilerin kurulmaları ve dağılmalarının nesiller aşan uzun süreçleri gerektirdiğini de vurgulayan İngiliz siyasetçi, buna karşın ana akım siyaset ve siyasetçilere karşı -İngiltere, Avrupa geneli ve ABD’de- bu kadar hoşnutsuzluk duyulan başka bir dönem yaşanmadığını da açıkça söylemektedir. Daha sonra bu durumun sebeplerini açıklamaya başlayan Major, ilk olarak 2007-2008 finansal ekonomik krizinin etkilerini öne çıkarmaktadır. Bu dönemde yaşanan ekonomik krizin Britanya’yı çok kötü etkilediğini ve krizin etkilerinin bazı kesimler açısından halen bile devam ettiğini söyleyen Major, ayrıca kemer sıkma (austerity) politikalarıyla yetişen nesillerin gelecek umutlarının azaldığını ve bu nedenle siyasete karşı büyük bir öfke biriktiğini anlatmaktadır. Siyaset kurumunun halka yeniden umut vermeye başlaması durumunda sistemin de yeniden istikrarlı hale geleceğini düşünen John Major, bu sözleriyle Nigel Farage liderliğinde 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük bir çıkış gerçekleştiren ve ülkedeki en büyük parti durumuna gelen Brexit Partisi’nin ana akım siyasette yer alması ve Muhafazakâr Parti’nin yerine geçmesinin kolay olmadığını ima etmektedir.

Sonraki bölümde küreselleşmenin ekonomik etkileri, yeni nesil teknoloji ve otomasyon sistemleri nedeniyle işlerin değişen doğası gibi konulara değinen Birleşik Krallık eski Başbakanlarından John Major, özellikle eğitim alanında bu konuda vakit kaybetmeden harekete geçmek gerektiğini ve yeni nesilleri yeni teknolojilere uygun şekilde yetiştirmek gerektiğini söylemektedir. Yeni nesil teknolojiye karşın, Britanya ve dünya genelinde eski tip mesleklere de ihtiyaç duyulmaya devam edeceğini düşünen Major, ancak bu süreçte yeni mesleklerin ortaya çıkabileceğini, bu nedenle akademinin kendisini bu yeni döneme hazırlaması gerektiğini ifade etmektedir. Bu süreçte özellikle beyaz yakalı kesimde iş kayıplarının yaşanabileceğini de vurgulayan Major, ayrıca yine bu sürecin yetenekli ve yüksek maaş alan elit bir beyaz yakalı çalışan kesim ile düşük maaşlı beyaz yakalı çalışan kesim ayrımına yol açabileceğinin de altını çizmektedir. Bu bölümde değişen teknoloji ve sosyoekonomik koşulların siyasete etkisini de değerlendiren İngiliz siyasetçi, günümüzde gençlerin geçmişe kıyasla daha az partizan (bir parti ile kendisini özdeşleştiren kişi), daha ılımlı (aşırı sol ve aşırı sağa destek verenlerin sayıca daha az olması) ve siyasete daha ilgili olduklarını düşünmektedir. Son dönemde siyaset kurumuna dair önemli bir tehlikenin profesyonel siyasetçilerin çoğalması olduğunu da belirten Major, siyasetin farklı meslek gruplarından gelen kişilerin kolektif çabalarıyla ve aktif katılımlarıyla yapılması gerektiğini anlatmaktadır. Bu durumun sadece Muhafazakâr Parti’de değil, solcu ve halkçı kimliğiyle bilinen İşçi Partisi’nde de görülebildiğini ifade eden konuşmacı, buna karşın günümüzde etnik açıdan çok daha çoğulcu bir parlamentoya sahip olduklarını söylemektedir. Major, ayrıca sadece başkent Londra ve gelişmiş şehirlere/bölgelere değil, Birleşik Krallık’ın kuzeyi ve güneyindeki tüm geri kalmış bölgelere de yeni yatırımlar yapılması gerektiğini söyleşinin bu bölümünde ifade etmektedir. Bu bağlamda, deneyimli siyasetçi, bilhassa sosyal demokrat ideolojinin vurguladığı “fırsat eşitliği” kavramını gündeme getirmektedir. Major, ayrıca Britanya’da son dönemde sosyal geçişkenliğin (social mobility) azaldığını ve bunun demokrasi adına olumsuz bir gelişme olduğunu belirtmektedir.

Söyleşinin son bölümünde, Chatham House gibi kuruluşların hangi konuda yoğun olarak araştırma yapmaları gerektiğinin sorulması üzerine geleceği işaret eden John Major, gelecekte diplomasinin nasıl olacağı, nasıl ekonomik ve sosyal sorunların ortaya çıkabileceği ve toplumların hangi yönde evrime uğrayacağı gibi sorulara yanıt aranması gerektiğini söylemektedir. Bu nedenle, güncel sorunlara odaklanmak kadar geleceği de tasarlamak gerektiğini ifade eden İngiliz siyasetçi, özellikle Afrika’nın sosyoekonomik ve kentsel gelişiminin bu noktada çok önemli bir konu olacağına dikkat çekmektedir. Major, ayrıca son dönemde demokrasilerin yaşadığı başarısızlıklara dikkat çekmekte ve bunun da önemli bir sorun kaynağı olabileceğini ifade etmektedir.

Söyleşinin genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; 1990-1997 döneminde Birleşik Krallık Başbakanlığı yapmış olan John Major’ın, bu konuşmasında, engin deneyimlerinden de yararlanarak, gelecek adına genel bir siyasi perspektif çizmeye çalıştığı belirtilebilir. Muhafazakâr Partili bir siyasetçi olmasına karşın, ekonomi politikaları ve siyasal önerileri açısından daha çok liberal-sosyal demokrat çizgide öneriler yapan Major, ayrıca AB’nin çökeceği tezini reddetmesi, Brexit kararının yanlış olduğunu vurgulaması, ABD-Çin rekabetinin bir savaşa dönüşmeyeceğini öngörmesi ve Britanya siyasetinde yapısal dönüşümlerin gerçekleşmesi ve yeni partilerin başarılı olmasının zor olduğunu ifade etmesi bağlamında, bu konuşmada önemli bazı saptamalar da yapmıştır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Hakkında bilgiler için; https://www.gov.uk/government/history/past-prime-ministers/john-major.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.