ABD SEÇİMLERİ VE SONRASINDA YAŞANAN GELİŞMELERİ ANLAMAK

upa-admin 19 Ocak 2021 2.630 Okunma 0
ABD SEÇİMLERİ VE SONRASINDA YAŞANAN GELİŞMELERİ ANLAMAK

2016 ABD Başkanlık Seçimlerini kazanan iş insanı Donald J. Trump, göreve gelme töreninde ilk olarak şu sözleri söylemiş ve gelecek dört senenin nasıl olabileceğinin sinyallerini vermişti: “Bugünkü törenin çok özel bir anlamı var. Çünkü bugün, biz gücü sadece bir yönetimden (hükümetten) diğer bir yönetime ya da bir partiden diğer partiye aktarmıyoruz. Biz gücü, Washington, D.C.’den aktarıp size geri veriyoruz, siz Amerikan halkına…[1] İçeride ve dışarıda, Başkan Trump’ın kararları, Trump destekçileri ve Cumhuriyetçi Parti’nin tavırları,  geleneksel ya da dar bir bakış açısı ile yorumlanıyor ve ABD siyasî sisteminin denet-denge mekanizmalarına duyulan güven, demokratik sistemin zarar görmeyeceğini telkin ediyordu. Ancak, bu bakış açısı ve güven, devam eden 4 sene boyunca, 2020 Başkanlık seçimleri öncesinde ve sonrasında yaşananların Amerikan halkı için şoke edici tarihî olaylara giden sürecin oluşmasına engel olamamıştır. Bu kısa görüş yazısının amacı, yaşanan süreci daha geniş bir perspektiften ele almak ve anlamlandırmaktır.

ABD’ye 2000 senesinde ABD Devlet Değişim Bursu Fulbright ile yüksek lisans eğitimimi yapmaya gitmeden önce bize verilen eğitimlerde ilk söylenen şu olmuştu: “Amerikalılar ile iki konu hakkında sohbet ya da münakaşa etmeyin: 1. Siyaset, 2. Din”. Verilen uyarıyı sonuna kadar dikkate almış ve geçirdiğim yaklaşık üç yılda herhangi sıkıntılı bir durum yaşamamıştım. ABD’ye ayak bastığımda Ağustos 2000 idi ve Başkanlık seçimleri dönemiydi. George W. Bush’un tartışmalı bir şekilde Başkanlığa gelişine ve tartışmaların devam edişine şahit oldum. 11 Eylül 2001 terör saldırılarının gerçekleştiği gün ABD’nin Kaliforniya eyaletindeydim. Kendi topraklarında bu derece planlı ve can kaybı yüksek bir terör saldırısına ilk kez uğrayan ve güvenlik duygusu sarsılan Amerikan halkının ilk tepkisi “öfke“, sonrasında ise “birlik” olmuştu. Marketlerde beklenmedik anlarda saldırıda ölenler için 1 dakikalık saygı duruşları yapılıyor, her mekânın camında ya da duvarında “United We Stand” afişleri görülüyordu. Dış düşmana verilen tepki, planlanabilir, uygulamaya konabilir ve yürütülebilir nitelikte idi. Saldırıların ardından bir “Anavatan Güvenliği” birimi kuruldu.

Verilen tepkinin en önemli sonuçları, Afganistan ve Irak’a yapılan harekatlar, ve bu ülkelerde bir süre konuşlu kalacak ABD askerlerinin gönderilmesi idi. Devam eden yıllarda bu operasyonların mâlî yükü hissedilmeye başlandı ve 2008’deki ekonomik kriz sonucunda içeride bu savaşların ve dış politikanın sürdürülebilirliği tartışıldı. 2008’deki Başkanlık seçimlerini kazanan Barack Obama, ABD’nin ilk siyahî (Afrikalı Amerikalı) Başkanı oldu. Seçim kampanyalarında kullandığı sloganlardan biri “Umut”, diğeri de “Değişim” idi. Obama, George W. Bush yönetiminin özellikle Irak’a düzenlediği operasyon nedeniyle ABD’ye duyulan güvenin sarsıldığı bir dönemde ülkenin yeni söylemini duyurmak ve imajını yenilemek üzere önce Mısır’a daha sonra Türkiye’ye ziyaretlerde bulundu. Başkan Obama, ikinci ismi Hüseyin, ailesi Kenyalı bir ABD Başkan olarak, dışarıda kendisi ve ülkesi için hayranlık toplarken, içeride basınç birikiyordu. ABD tarihi ve sosyolojik yapısını eğilmemiş olanlar için içerideki direnci ve bu direncin yarattığı basıncı görmek pek mümkün olmadı. Dış politikada başarılı olduğunu söyleyebileceğimiz Obama, ikinci dönem seçimlerini zorlanarak ama sosyal medyayı iyi kullanarak kazandı.

Obama’nın ikinci dönemi biterken, Başkan olma hedefini 2000 senesinden beri ortaya koyan eski Başkan Bill Clinton’un eşi Hillary Clinton, 2016 seçimlerini, emlak kralı Donald Trump’a karşı, ülke genelindeki oyların çoğunu almasına rağmen kaybetti. Trump’ın seçimleri kazanması, pek çoğu için bir sürprizdi, ancak o zaman pek görülemeyen ve 6 Ocak Kongre kalkışmasına kadar da perdesi tam kaldırılmayan bir gerçek vardı: ABD halkının içinde şiddete başvuran köktenci grupların, ırkçılığın (beyaz ırkın üstünlüğünü savunan bir kesimin) ve nefret söyleminin varlığı, ve Trump’ın bu gruplara hitap ederek onlara “Amerika’yı yeniden büyük devlet yapacak olan özel insanlar” olarak bir statü ve kimlik kazandırması.

Donald Trump’ın siyasî bir pozisyon işgal etmesi, onun kendi olduğu gibi davranmasına hiçbir zaman engel teşkil etmedi. ABD Başkanlarının kullandığı resmî Twitter hesabı olan @POTUS (President of the United States) yerine kendi kişisel hesabından attığı tweet’ler ile, görüşlerini basit ve zaman zaman argo bir dille paylaştı. Siyaset Bilimi perspektifinden bakıldığında normlara aykırı davranan bu Başkan, aslında kişisel altyapısından getirdiği “pazarlama ve satış” becerilerini siyasi mecraya taşımıştı. Trump için Başkanlık, yapımcısı ve sunucusu olduğu “Çırak(The Apprentice) yarışmasındaki patron tavrı ile sürdürebileceği bir yönetici pozisyonundan çok farklı değildi.

ABD’nin kuruluş felsefesinde olan liberal düşünce ve onun çıkış noktası olan serbest piyasa ekonomisi, Trump’ın Başkanlığı ile kendine ayna tutmuş gibiydi: Şirketler, serbest piyasa ekonomisinin en önemli oyuncusudur. Bir şirketin ayakta kalması için gereken aşamalar, üretim, satış, kâr etmek ve bu kârın bir kısmını yeni yatırımlar ve üretimin devamı için kullanmaktır. Bu döngünün devam etmesi için anahtar aşama ise “satış”tır. Bir ürünün satılması için de talep ediliyor olması ve doğru pazarlanması gerekir. D. Trump, kendine ve siyasi düşüncelerine bir “ürün” muamalesi yaparak, bu “ürünün” alıcı kitlesini tespit etmiş, pazarlama yöntemini ve dilini de kurgulayarak onlara en hızlı ulaşabileceği kitle iletişim aracını seçmiştir: Twitter. Zira, günümüz dünyasında çoğu şirket, ürünü hakkındaki düşünce ve geri dönüşleri Twitter’dan elde etmektedir. Bu noktada bireylerin sosyal medyadaki bilgi kirliliğine ve kolektif sindirme hareketlerine maruz kaldığını da hatırlamalıyız.

Hem iç, hem de dış politikadaki aldığı kararlarda, Trump’ın karakterinin baskın olduğu görülmektedir: Dikey yapılanmış firmalarda ana yönetici ya da kurucu patron olmanın sosyal psikolojisi başka bir çalışmanın konusudur. Ancak bu yazıda şu kadarı söylenebilir: ABD demokrasisinin kural ve normları ile kurucu patron psikolojisinin dikte ettiği davranış kalıpları çoğu zaman zıtlaşmaktadır. Bunlardan en önemlisi, kurulan yapının bozulmaması ya da zarar görmemesi için karşıt görüşlerin yönetim seviyesinde kolaylıkla kabul görmemesi ya da kulak ardı edilmesidir. Bunun nedeni, şirketin “yanlış yöne” götürüleceği ve kayba uğrayacağı korkusudur. ABD yönetim geleneğinde, Başkan, Başkan Yardımcısı, danışmanlar ve ilgili Bakanlarla (Sekreterler) meseleler üzerinde tartışarak bir karar verme eğilimi vardır; ancak Trump’ın Başkanlık döneminde bundan farklı bir tablo görünmektedir. Her ne kadar danışmanlar ve çekirdek ekibi ile çalışsa ve danışmanlarını kendi görüşünden seçse bile, zıtlaştığı noktada onlarla yolunu ayırmaktan çekinmemiştir.

Şirket yöneticileri, mâlî bakımdan zor zamanlarda şirketi olabildiğince ayakta tutmaya çalışırlar. Başvurdukları yöntemler arasında küçülme, personel sayısını azaltma ve tasarruf tedbirleri almak vardır. Trump’ın siyaseti her ne kadar Başkan Andrew Jackson geleneğine benzetilse de, Trump’ın ABD ekonomisi ve güvenliğine bakışı genel olarak “zararı azaltma” ve “ek kaynak yaratma” üzerine yoğunlaşmıştır. Örneğin, devletin para kaynaklarını “gereksiz yere” harcayan işleri sonlandırmak (yurtdışındaki askerlerin geri çekilmesi, uluslararası kuruluşlara yapılan hibeler) ve çevre koruma hassasiyetleri için “gereksiz yere” harcanan fonlar ya da kullanılmayan kaynakların kullanıma açılması (kömür madenleri) gibi. Bunu yapabilmek için, Trump, Paris Anlaşması’ndan bile çekilmiştir.

Siyasal söylem olarak benimsediği ve taraftarlarınca pekiştirilen “Make America Great Again” yani “Amerika’yı tekrar büyük devlet yap” sloganının alt metni, “Birileri, iç ya da dış tehditler, bizi ve ülkemizi zayıf ve küçük hâle getiriyorlardı ve biz buna dur demeliyiz”dir. Yeni popülist politikacıların -ki bunlara Avrupa’da rastlıyoruz- az önce bahsedilen “satış ve pazarlama” yöntemlerinden biri de “alıcı hedef kitle”yi tespit etmek  ya da dağınık halde olan bu kitleyi biraraya getirmektir. Bunun en kestirme yollarından biri ise insan psikolojisini kullanmaktır: Yani korkuları ya da travmaları tetiklemek, yansıtma mekanizmasını harekete geçirmek (sorun sende değil başkasında, hata sende değil başkasında) ya da bu kitlede haksızlığa veya değersizliğe uğramış hissi uyandırmaktır. Bu sayede, kendini itilmiş, değersiz hisseden, sosyal onay ihtiyacı olan ya da geçmişe saplanıp kalmış bireylerin kendilerini değerli görmeleri sağlanarak ya da onlar için adaletin sağlanacağı düşündürülerek oy kazanılmıştır. Bu söylemin siyasetteki uygulamaları, özellikle Çin ve diğer ticaret ortakları ile ticaret duvarlarını yükselterek içerideki üretimi artırmak, göçmen karşıtlığını canlı tutmak için Meksika sınırına duvar örmek, ve 11 Eylül saldırılarını yarattığı travmadan hareketle Ortadoğu’daki çatışmalar sonucunda ortaya çıkan sığınmacı ve göçmen akınına karşı Müslüman ülkelere ABD’ye seyahat yasağı konmasıdır. Kendinden önceki yönetimlerin ve özellikle Obama yönetiminin siyasi ve ekonomik kararlarının yanlış ya da eksik olduğu ve Amerikan çıkarlarına zarar verdiğini de söylemlerinde dile getirmiştir. Son olarak Trump, Kasım 2020 seçimlerinde küresel salgın nedeniyle posta ile gönderilen oyların geçersiz sayılması gerektiği söyleyerek ve yanlış sayılmış olduğunu iddia ederek, “seçimlerde hile yapıldığı” duygusunu tabanına benimsetmiştir.

Nitekim 6 Ocak 2021 ABD Kongresi baskınında yaşananlar ve kalkışmaya katılanların söylemleri/sloganları içinde “Burası bizim ülkemiz”, “Vatana ihanet ediliyor” ve “adalet eninde sonunda tecelli edecek” görülmüştür.[2] ABD Başkanlık seçimlerinde Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin gündem başlıkları ve seçmen kitleleri az çok bilinirken, Trump dönemi boyunca “Trump destekçileri” denebilecek konsolide bir grubun ortaya çıktığı söylenebilir. Bir diğer okuyuşla, bu kitleye D. Trump’ın, varlığını görüp bir araya getirebildiği köktenci gruplar da denebilir. Kongre baskını soruşturmasında bu gruplar “yerel köktenciler” (domestic extremists) olarak anılmaktadır. 11 Eylül saldırılarından sonra kurulan Anavatan Güvenliği birimindeki bakış, tehdidin ve köktenciliğin dışarıdan geldiği üzerine idi. Ancak zaman içinde görülmüştür ki, iç tehdidin çoğu ABD’nin içinden, devam eden ırkçı, beyaz üstünlüğünü savunan ve şiddete başvuran köktenci gruplardan gelmektedir.[3]

Önümüzdeki dönemde iç politikada en önemli sıkıntıyı yaşayacak olan Cumhuriyetçi Parti gibi görünmektedir: Donald Trump seçmen beklenti çıtasını o kadar yükseltmiştir ki, Cumhuriyetçi Parti’nin 2024 seçimleri için ılımlı bir ton benimsemesi iki uçlu kılıçtır: Bir yandan bu tonu yetersiz bulan ve Biden’in seçimi “hile ile” kazandığını düşünen seçmen daha sert bir söylem için baskı yapacak, diğer yandan Trump’ın mirası ile devam edilirse partiden kopuşlar yaşanacaktır. Zira, Trump, kendi popülaritesinin partinin oy beklentisini ne kadar etkilediğinin farkındadır. 6 Ocak kalkışması sonucu ikinci kez azledilen Trump, eğer Senato tarafından bu suç nedeniyle hüküm giyerse tekrar federal bir göreve gelemeyecektir.

Önümüzdeki dönemde, içeride güvensizlik ortamı oluşturan protestocular, göstericiler ya da marjinal grupların yaratacağı istikrarsızlık, küresel salgın nedeniyle darbe yemiş ekonomiye daha da zarar verecektir. Dışarıda ise, Kongre Baskını ve sonrasında yaşananlar ABD’nin imajına büyük zarar vermiş, liderlik rolüne meydan okumuştur. Ancak Biden Yönetimi’nin kucağında, problemler kadar fırsatlar da vardır: En önemlisi de Joe Biden’ın 50 yıllık kamu görevi tecrübesi ve Başkan Yardımcılığı’dır.

Doç. Dr. Şebnem UDUM

 

[1] “The Inaugural Address, January 20, 2017”, White House, https://www.whitehouse.gov/briefings-statements/the-inaugural-address/.

[2] “A Reporter’s Video from Inside the Capitol Siege”, The New Yorker, 17 Ocak 2021, https://www.newyorker.com/video/watch/a-reporters-footage-from-inside-the-capitol-siege.

[3] Anavatan Güvenliği Eski Bakanı Jeh Johnson ile röportaj, 18 Ocak 2021, CNN International.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.