Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990’lı yılların başından itibaren ciddi bir şekilde gündeme gelen su meselesi, başta kuraklığın yoğun olarak yaşandığı Afrika olmak üzere bu sorunu yaşayan ya da yaşaması muhtemel olan ülke ve bölgelerde konuşulmaya başladı. Bu dönemde, özellikle Ortadoğu ülkelerinden Suriye ve o dönem başında bulunan Hafız Esad ve Irak o dönemde başında bulunan yöneticisi Saddam Hüseyin aracılığı ile sıkça bu sorundan söz edildi. Türkiye’nin başta GAP projesi olmak üzere, sınır aşan sularından[1] olan Fırat ve Dicle nehirleri üzerine kurmuş olduğu barajlar sebebiyle bu iki komşu ülkesiyle sıkça karşı karşıya geldiği ve suyun silah olarak kullanıldığı dönemlerden geçildi. Bu iki akarsudan Fırat nehri, Türkiye’de doğduktan sonra önce Suriye, akabinde Irak sınırlarına girmekte ve yine Türkiye’de doğduktan sonra Irak topraklarına giren Dicle ile birleşerek Şattülarap su yolundan Pers Körfezi’ne dökülmektedir. İklim olarak yazları daha sıcak ve kurak olan bu iki ülkenin bu iki nehrin suyuna ne denli ihtiyacı olduğu yapılan araştırmalar ve tarihsel veriler ışığında bilinmektedir. Tarihin ve medeniyetin topraklar olan Mezopotamya’nın bu iki nehir arasında kalan bölge olması ve bu iki nehrin suyu ile sulanan topraklarda ilk medeniyetlerin gelişmesi şüphesiz bugünlere de bir mesajdır.
Türkiye’nin halen devam eden, su tutmaya başlayan ve daha önceden yapmış olduğu barajlar, her daim bu iki ülke tarafından sıkıntı edilmiş ve gündeme getirilmiştir. Bir dönem su karşılığı petrol kavramı dahi gündeme gelse de, özellikle Irak’ın petrolü kendi malı, suyu ise ilahi ve insani değer olarak gören yaklaşımı sebebiyle çok da değerlendirilen bir durum olarak gündemde kalmadı. İki ülke yetkililerinin zaman zaman sadece su konusunu konuşmak adına bir araya geldiği toplantılarda, iki nehrin akış hızı, gelen su miktarı ve kaynağından sonuna giden su miktarında kullanım hakları gibi konular konuşulmakta ve özellikle son yıllarda iyice hissedilen kuraklığa bağlı olarak bu konular gündemde yer tutmaktadır. İçinde bulunduğumuz kış mevsiminin (2022 Ocak-Şubat ayları) kar ve yağmur yağışlarında meydana gelen artış ile yüzleri güldürmesi, barajlarda doluluk oranlarının artması ve nehirlerin akış hızlarının değişmesi sadece Türkiye’yi değil, bu iki komşu ülkeyi de sevindirmektedir. Zira ciddi kuraklığın yaşandığı 2020 ve 2021 senelerinde sadece Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu değil, Irak ve Suriyeli çiftçiler de tarım alanlarında ciddi zararlar gördüler ve verim düşüklüğü yaşadılar.
Bu iki nehrin bahsettiğimiz üzere sadece bugün değil, tarih boyunca yaşamın kaynağı oluşu şüphesiz gelecekte de önemli bir yeri olacağını göstermektedir. Yine tarihin en kanlı savaşlarının da bu bölgede yaşandığını unutmamak gerekir. Günümüzde Irak ve Suriye’de yaşanan iç savaş ve siyasi belirsizlikler, şüphesiz su meselesinin de yeni bir yöne evrilmesine neden olmaktadır. Suriye’de bugün var olan unsurların gelecekte Suriye siyasetinde ne denli hâkim olacağı bilinmemekle birlikte, kuzey Suriye’de tıpkı kuzey Irak benzeri bir federal yapılanma olması halinde su meselesine yeni bir uluslararası siyasi aktör katılacağı anlamına gelir ki, Suriye’de tek faktörün bu olmadığı ve başta Rusya ve Türkiye destekli grupların da yaşadığı bölgelerde birer siyasi figür ve aktör olarak yer alacağı görülmektedir.
Yine Irak’ta, Saddam sonrası anayasal bir statü kazanan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi de, bu yönetimin komşusu olan İran İslam Cumhuriyeti de Dicle’nin kolları üzerinden karşı karşıya gelmektedir. Zap suyu başta olmak üzere Dicle nehrini besleyen kollar üzerinden İran’ı suçlayan Kürt Bölgesel Yönetimi’nin, yöre halkının özellikle yaz aylarında İran’ın suyu kesmesi sebebiyle su sıkıntısı çektiği ve tarım arazilerinin kuruduğu yolunda iddialarına İran yönetiminden resmi bir cevap gelmese de, bu mesele özellikle kurak geçen senelerde bu iki yönetim arasında mesele olmaya devam edecek gibi görünmektedir[2].
Bölgede su meselesine taraf olan ve ciddi zararlar veren bir diğer faktör, devlet yada bölgesel yönetimlerin dışında kalan terör grupları yada örgütleridir. Bunların başında şüphesiz Fırat ve Dicle nehirlerinin içinden geçtiği en önemli kentleri uzun süre hâkimiyeti altında tutan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD/DEAŞ) gelmektedir. İçinden Fırat nehrinin geçtiği Suriye’nin Rakka ve Deyr ez zor şehirleri ve Dicle nehrinin geçtiği Irak’ın Musul kentlerini hâkimiyeti altında tutan IŞİD, uzunca bir süre bu nehirlerin suları üzerinden de tehditler savurmaktan geri durmadı. Özellikle barajları patlamakla tehdit eden IŞİD, bölgenin her konuda kabusu olduğu gibi su meselesinde de bir aktör olmaya çalışarak bu durumu perçinledi. Nihayetinde Irak merkezi ordusunun Musul ve çevresini, Suriye’de de merkezi hükümet kuzey Suriye güçlerinin IŞİD’i bu şehirlerden çıkarması ve hâkimiyetini noktalaması nedeniyle rahat bir nefes aldı.
Bölgenin en önemli akarsuları ve barajları üzerinde bir terör devletinin söz sahibi olması şüphesiz tüm bölge ülkeleri adına bir sorundu ve uzun zaman alsa da bu terör devletinin etkisini kırmayı başardılar. Günümüzde bazı kentlerin kırsalında varlık göstermeye çalışsa da, IŞİD ve örgüt militanları eski gücüne dönecek gibi görünmemektedir.
Su meselesi konusunda şu an halihazırda ciddi bir savaş tehdidi ya da çatışma riski bulunmasa da, 1990 lı yıllardan beri bölge literatüründe yer alan bu kavramın üzerinde durmak ve bölge ülkeleri ile koordineli bir şekilde çalışarak neticeye varmak gerekmektedir. Türkiye, başta Irak olmak üzere tüm komşu ülkelerine bu doğrultuda teknik ve siyasi destek vermeye hazır olduğunu her daim gerek Ankara’dan, gerekse Bağdat’ta bulunan diplomatik temsilcileri aracılığıyla Bağdat yönetimine iletmektedir. Türkiye’nin bu noktada suyun tamamına sahip olmadığı ve sınır aşan sular olarak varlığını sürdüren bu iki nehirden diğer ülkelerinde yararlanmasına sıcak baktığı bilinmekle birlikte, bu nehirler üzerinde var olan barajların su tutulumu ve bu süreçte bu ülkelere giden su miktarında azalmalar yaşanması diyalogla çözülecek ve akan su miktarında hiçbir ülkeyi zarara sokmayacak şekilde düzenleme yapılabileceği bilinmektedir.
Bölgemizin kaynayan bir kazan olduğu ve çatışma riskinin her daim var olduğu göz önünde bulundurulduğunda ve bölgede sürekli yeni siyasi/silahlı aktörlerin devreye girdiği de göz ardı edilmeksizin adımlar net bir şekilde atılmalı ve bu konudaki politikalar duyurulmalıdır. Bir sabah uyandığımızda bölgede ciddi kuraklık nedeniyle su savaşı çıktığını belki görmeyebiliriz, ancak bunun ilerleyen on yıllarda üstelik bu kuraklık seviyesiyle devam etmesi halinde, yaşanmayacağını kim garanti edebilir.
Bölge ülkelerinde yaşanan iç savaş ve siyasi kargaşalar bitmeden merkezi hükumetlerle bu konuda kalıcı bir plan üzerinde anlaşmak belki mümkün olmasa da, Bağdat ve Erbil yönetimleri ile en azından bu konuda diyaloğa devam etmek en doğru olanı gibi durmaktadır. Nitekim sınır aşan sular yada uluslararası sular kavramı uluslararası hukukun alanına girse de, bölgede ciddi bir şekilde yer tutan ve her ülkenin kendi çıkarı üzerinden tanımlama yaptığı bir konu haline gelmektedir.
Ali İzzet KEÇECİ
[1] Fırat ve Dicle nehirlerinin sınır aşan sulardan mı? Yoksa uluslararası akarsu mu olduğu konusu taraf ülkeler arasında tartışmalıdır.
[2] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/-ikby-irani-bolgeye-akan-nehirlerin-suyunu-kesmekle-sucladi/1946469.