St. Petersburg Devlet Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi’nden mezun olan Veronika Tsibenko, doktora tezini 2010 yılında Rusya Bilimler Akademisi’nde “Türkiye’de İslam ve İslam öncesi inançlar” üzerine yapmıştır. “Uluslararası İlişkilerde Ulus İnşası Faktörü: Türkiye’deki Çerkes Dernekleri Örneği” konulu ikinci doktora tezini 2022 yılında Rusya Dışişleri Bakanlığı bünyesinde kurulan Moskova Diplomasi Akademisi’nde savunmuştur. Türkolog ve etnolog olan Tsibenko, şu anda Güney Federal Üniversitesi Türkiye ve Kafkasya Makro-Bölgesi: Sosyo-Politik, Etnik ve Dini Süreçler isimli yüksek lisans programını yürütmektedir. Rusça, İngilizce ve Türkçe dillerinde yüzden fazla makalesi yayımlanan Tsibenko, 2013 yılından beri Güney Federal Üniversitesi’nde çalışmaktadır. Çalışma alanları içerisinde Rusya-Türkiye ilişkileri, Türkiye ve Kafkasya’da sosyo-kültürel ve siyasi süreçler ve Kafkas diasporası konuları yer almaktadır.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sayın Tsibenko merhaba, bize zaman ayırdığınız için teşekkürler. Senelerdir Türkiye’ye gidip-gelen bir Rus Türkolog olarak Türkiye’nin ve Türk halkının son yıllardaki değişim dönüşümü hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce Türkiye muhafazakârlaşıyor mu?
Doç. Dr. Veronika Tsibenko: Merhaba, ilk olarak beni davet edip görüşlerimi sizlerle paylaşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Tabii ki, Türkiye, neredeyse 25 yıl önce ülkenizi ilk ziyaret ettiğimden beri çok değişti. Belki de dışarıdan görülen en önemli değişiklik, bugünkü Türkiye’de İstanbul’un öneminin artmasıdır. Türkiye ve İstanbul, son yıllarda hayat enerjisiyle dolup dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların gelmek istediği bir merkez haline dönüştü ve bu da Ayasofya’ya camii statüsünün verilmesiyle daha da belirgin oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve onun başkenti olan İstanbul’un imajının yeniden romantikleştirildiği Ortadoğu’dan hem turist, hem de mülteci akınlarının gelmesi elbette bunu çok etkiledi. Türkiye’deki muhafazakârlaşma sürecine gelince ise, şu anda gelişmesinden hiç emin değilim. Aksine, Türkiye’nin eski ve yeni değerler arasındaki dengeyi aradığını, Doğu ile Batı arasındaki rolünü gözden geçirerek yeniden tanımladığını görüyorum. Nitekim son zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun kayda değer nostaljisine, Kemalizm’in altın çağının nostaljisi de açıkça eklenmiştir.
Doç. Dr. Veronika Tsibenko
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye-Rusya ilişkileri sorunlara rağmen gelişmeye devam ediyor. Siz, ilişkilerdeki pozitif faktörler olarak neleri değerlendiriyorsunuz?
Doç. Dr. Veronika Tsibenko: Rusya ve Türkiye komşular; aynı zamanda iki önemli bölgesel aktördürler. Tabii ki büyük bir nüfusa sahip Karadeniz ve Ortadoğu bölgelerindeki birçok ülkenin istikrarlı geleceği ülkelerimizin politikasına ve aramızdaki iyi ilişkilere bağlıdır. Sorunlara rağmen, Türk-Rus ilişkilerinin gelişmeye devam ettiğini söylediğinizde bence kesinlikle haklısınız. Son 30 yıldır birçok ciddi zorluğun ve tehditlerin üstesinden gelmeyi başardık ve bazı problemler halâ mevcut olmasına rağmen, genel dinamikler olumlu olmaya devam ediyor. İlişkimizin gelişiminin olumlu vektörünü belirleyen faktörler arasında, Rusya ve Türkiye’nin uzun süre egemen bir dış politika izlemesini vurgulamakta fayda görüyorum. Kendi stratejik çıkarlarına ve karşılıklı saygıya dayalı ortaklığın temellerini oluşturabildik. Bu, öncelikle ülkelerimizin bölgedeki stratejik istikrarı korumaya yönelik sistematik ve tutarlı çalışmalarının bir sonucudur. Son zamanlarda hem Rusya’da, hem de Türkiye’de, “karşılıklı saygı ve çıkarlara dayanan ilişkileri geliştirebilirsek kazanacağız” fikrini giderek daha çok insanın benimsediğini söyleyebilirim. Faktörlerin arasına birbirimizin kültürüne karşılıklı ilgiyi de ekleyebilirim. Kültürlerin karşılıklı zenginleşmesinin ortak bir alanı haline gelen Antalya’yı, ya da Rusların İstanbul’a olan sevgisini hatırlayalım. Birçok Türk de Moskova, St. Petersburg ve Rusya’nın birçok diğer şehirlerinin güzelliğini ve misafirperverliğini de kendi gözleriyle görebildi son yıllarda.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Rusya’ya ve Ruslara bakış konusunda Türkiye’de neler yaşadınız ve gözlemlediniz?
Doç. Dr. Veronika Tsibenko: Rusya ve Ruslara karşı hep büyük bir ilgi gördüm Türkiye’de. Rusum ya da Rusyalıyım ifadeleri Türkiye’nin her köşesinde çekinmeden söylenebilir. Sadece birkaç kez Soğuk Savaş döneminden kaynaklanan ön yargı ve negatif söylemlerle karşılaştım. Ama günümüzde bile Türkiye’de yaşayan insanların Rusya’nın coğrafyasının, ikliminin ve insanlarının tüm çeşitliğinin farkında olmadığını söyleyebilirim. Birçoğu, federal düzenimizi ve nüfusumuzun etnik ya da dinsel bileşiminin özelliklerini tam olarak anlamamakta, ya da doğru bir şekilde anlatamamaktadır. Çoğu zaman, Rusya vatandaşları veya Rusça konuşanları etnik Rus olarak görüyorlar Türkiye’deki insanlar. Oysa Rus kültürü, farklı farklı kültürlerin eşsiz bir sentezidir. Ülkemizin Türk halklarının Rus kültürüne ne kadar büyük katkılarda bulunduğunu hayal bile edemezsiniz. Örneğin, Rusça’da çok sayıda Türkçe kelime olduğunu biliyor muydunuz? Anayasamız bile “Biz, Rusya Federasyonu’nun çok uluslu halkı olarak kendi topraklarımızda ortak bir kaderle birleştik” sözleriyle başlıyor. Birbirimizi ne kadar çok tanırsak, ülkelerimizin ilişkilerinin de o kadar sıcak ve sağlam olacağına inanıyorum. Bu doğanın yasasıdır ki, bilinmeyenler, insanlarda endişe ve tehlike hissine neden olur. Birbirimizin kültürünü tanıyarak iyi komşuluk ilişkilerinin temelini oluşturuyoruz. Ve Türkiye’de Rusya ve Rus kültürünü tanımak için böyle bir talebi açıkça görüyorum. Rusya’da da benzer bir talep var aynı zamanda.
Doç. Dr. Ozan Örmeci ve Doç. Dr. Veronika Tsibenko, İstanbul Kent Üniversitesi’ndeki konferans sırasında (2021)
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Rusya-Ukrayna Savaşı devam ediyor. Savaşın Rusya’ya etkileri neler oldu? Akademisyenler olarak size yansıyan olumsuzluklar oldu mu?
Doç. Dr. Veronika Tsibenko: Ukrayna’da yaşayan insanlarla ortak bir kültürümüz ve geçmişimiz var, aynı ülkede doğmuş insanlarız biz. Ülkemizdeki pek çok insan gibi ben de şahsen Ukrayna’da olanları bir trajedi olarak görüyorum. Bir tarihçi olarak ise, bu olayların nedenleri Sovyetler Birliği’nin dağılmasında görüyorum; yani milyonlarca Rusun bir anda beklemeden yeni ulus devletlerin vatandaşlarına dönüşmesinin uzun vadeli sonuçlarıdır bunlar. Türkiye’de de bunun gibi şeyler iyi biliniyor, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hatırlatmama gerek yok eminim. O günlerde böyle problemler nüfus değişim programları ile; mesela Türkiye-Yunanistan (Türk-Yunan) nüfus mübadelesi ile çözülürdü. Ve hatta o şekilde bile, herkesi tatmin eden ve uygun bir çözüm bulunamamıştı; kaldı ki Kıbrıs, Suriye ve Irak’ta yaşananları düşünelim.
Rusya’nın hayati önem taşıyan bir bölge ve ulusal güvenliğinin en önemli meselesi olarak gördüğü Ukrayna’daki olaylara gelince; ABD’nin ve onların en yakın müttefiklerinin, Sovyet sonrası bu coğrafyadaki yaşamın her tarafına ve süreçlere önceden görülmemiş müdahalesinin sonucudur bunlar… Rusya’nın endişelerini ve yüzyıllar boyunca kurulmuş olan bölgesel ve insani bağlantıları kesinlikle dikkate almayan bu müdahale, SSCB’nin dağılmasından bu yana sürekli artmıştır ve doğal olarak büyük çaplı bir çatışmayla sonuçlanmıştır. Türkiye’de ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının ve eylemlerinin sonuçlarını gayet iyi bilirsiniz. Ancak Rusya, Irak değildir ve kendisini küresel politikanın kurbanı olarak görmemektedir. Ülkemiz bağımsız varoluş hakkını ve ulusal çıkarlarını savunmaya hazırdır. Bu ilke, Rusya’nın bin yıllık varlığı süresince ihlal edilmemiştir. Bana ve aileme dair bir örnek vereyim isterseniz. 80 yıl önce, yani 18 Ocak 1943’te Sovyet Ordusu Nazi Almanyası’nın ve müttefiklerinin memleketim olan Leningrad şimdiki adıyla St. Petersburg’un ablukasını kırdı. 872 gün, 28 ay süren Leningrad kuşatmasında bir milyondan fazla kahraman insanlarımız açlıktan ve bombandırmadan ölmüştü ama yine de dik durduk ve galip çıktık bu hayati mücadeleden.
Ukrayna’daki olayların akademik alan üzerindeki etkisini de sordunuz. Tabii ki, Rusya’nın özel askeri operasyonu yürütmesinin belli bir etkisi vardır. Ancak Avrupa ve Amerikan medyasında bunun kapsamı büyük ölçüde abartılıyor. Durum Batı gazetelerinden anlayabileceğinizden çok farklıdır. Evet, mevcut sözleşmelere aykırı olarak tüm üniversitelerimiz Scopus ve Web of Science gibi uluslararası bilim endekslerinden ayrılmıştı. Birçok Batılı ülkeyle akademik iş birliği, Batı’daki ortakların inisiyatifiyle askıya alınmış veya engellenmiştir. Aynı zamanda bir bilim insanı olarak, ülkemize karşı uygulanan bilim ve eğitim yaptırımlarının ilk önce dünya bilimine büyük zarar verdiğini sanıyorum; çünkü bu şekilde bilimin en temel açıklık ilkesi ihlâl ediliyor. Siyaset, akademik hayata müdahale etmeye başladığında, dünya biliminin zayıflamasına yol açılır. Ayrıca Rusya’nın Sovyetler Birliği döneminde kendi kendine kapalı koşullarda bile başarılı bir bilim geleneği gelişmesi konusunda muazzam bir deneyime sahip olduğunu hatırlatmak isterim. Çoğu Sovyet bilim insanının dünya bilimsel dergilerindeki atıf endeksi uzun zamandır sıfırdı. Bu, ilk insanı uzaya fırlatmamıza, dünyanın önde gelen nükleer enerjisini yaratmamıza ve yüzlerce bilimsel alanda lider olmamıza engel olmadı.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye’de takip ettiğiniz önemli Rusya ve küresel siyaset uzmanları kimlerdir?
Doç. Dr. Veronika Tsibenko: Güney Federal Üniversitesi’nde sadece takip etmekle kalmıyor, aynı zamanda Rusya ve uluslararası politika alanındaki Türk uzmanlarla iş birliği yapmaya çalışıyoruz, onları uzman etkinliklerimize veya öğrencilerle toplantılarımıza davet ediyoruz. Bu yönde de çalışmaya devam etmeyi planlıyoruz. Bölgesel meseleler ve Türk-Rus ilişkilerini iyi bilen uzmanların sayısı Türkiye’de her geçen yıl daha da arttığını büyük bir memnuniyetle belirtiyorum.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Bu keyifli sohbet için size teşekkür eder, ülkemize daha sık bekleriz.
Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 19.01.2023