Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer, 29 Ekim akşamı İstanbul Valiliği’nde katıldığı Cumhuriyet resepsiyonundan birkaç saat sonra gözaltına alındı. Ayrıca Özer’in evi mahkeme kararıyla kapsamlı bir şekilde arandı. 30 Ekim günü çok hızlı geçti. Eski Belediye Başkanı önce emniyette, ardındansa savcılıkta sorgulandı. O günün gecesi tutuklanarak cezaevine kondu. Savcılık tutuklama isteyip mahkemede bu isteği uygun gördüğüne göre, kendisi hakkında iddianame düzenleneceği ve bir yargılama sürecinin başlayacağı kesin. Savcılığının elinde tam olarak ne olduğunu dava açılıp yargılama başladığında göreceğiz. Şu aşamada ise suçlamanın ağır olduğunu ve Özer’in terör örgütü üyeliğiyle itham edildiğini söyleyebiliriz. Bu tür davalarda çok sık görüldüğü üzere, bazı kanıtlar, iddialar ve ifadeler daha şimdiden basında yer alıyor. Özer’in PKK yöneticileriyle sıklıkla telefonda görüştüğü ve PKK’ya yakın kişilerle para alış verişinde bulunduğu aleyhte ileri sürülen kanıtların başında yer almakta. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na göre ise bu yaşananlar bir kumpas; zira 10 yılı kapsayan bir izleme ve dinleme olamaz. Özer, daha 6 ay önce Belediye Başkanı seçildi. Kendisinin adli sicil kaydı bile yok. CHP liderlerine göre siyasi iktidar ana muhalefeti kendi çizdiği sınırlar içinde hizalanmaya zorluyor ve Özer aracılığıyla aslında CHP’ye gözdağı verilmekte.
Meselenin adli boyutunu parantez içine alarak, siyasi hayatta yarattığı dalgalanma üzerinde duralım. Öncelikle ana muhalefet partinin ideolojik bütünlüğüne dair bir şey söylemek lazım. CHP, biraz da konjonktürün zorlamasıyla, sağ ve sol muhalefeti aynı anda içinde barındıran bir yapıya dönüştü. Partinin en sol ucuyla en sağ ucu arasındaki fark da haliyle açıldı. Kürt hareketine yakın Ahmet Özer de Halk Partisi’nde Belediye Başkanı, Atatürk milliyetçiliğini Ümit Özdağ’ın dışlayıcı göçmen karşıtı diliyle birlikte hayata geçiren Tanju Özcan da… Pekala DEM veya TİP’te siyaset yapacak kişiler de, MHP veya İYİ Parti’ye yakışan figürler de CHP çatısı altında faaliyet göstermekte. Bu durum, CHP bir kitle partisi olduğu için bir yere kadar normal. Ama ideolojik karmaşa nedeniyle Ahmet Özer’in tutuklanması gibi kriz anlarında partiye dışarıdan eleştiri yapılması kolaylaşıyor. Ayrıca tüm CHP’lilerin aynı olayda benzer hissiyatı paylaşması da mümkün olmamakta. Şöyle düşünün; genel merkezin zorlaması olmasaydı tüm CHP’liler kendi gönül rızalarıyla Esenyurt Belediye Başkanı’nın tutuklanmasına tepki koyar mıydı? Tabii ki hayır…
İkinci mesele ise kayyum uygulaması. Türk idare hukukunda çok istisnai bir mekanizma olarak düzenlenmiş kayyum veya kayyım, bu iktidar döneminde yaygınlaştı. Normalde olması gereken Ahmet Özer tutuklandıktan sonra Belediye Meclisi’nin üyelerinden birini Başkan seçmesiydi. Bu yola gidilmedi. Diğer kayyum atama örneklerinde bir benzeri görüldüğü üzere, Belediye Başkanı geçici olarak görevden alındıktan sonra Belediye Meclisi’ne Başkan seçme olanağının tanınmaması millet iradesi bakımından sorun yaratıyor. Çünkü Başkanlar seçimle iş başına gelmekte. Şüphesiz ki seçimle yönetici olmak kişilere suç işleme özgürlüğü vermez. Yine de burada merkezin müdahalesine karşı yerinden yönetim ve halk iradesinin eş zamanlı olarak korunması gerekiyor.
Ahmet Özer’nin tutuklanmasını Özgür Özel liderliği ve Ekrem İmamoğlu bakımından da yorumlamak mümkün. 6 aydır tek taraflı bir normalleşme sürecini devam ettiren, anayasa ve çözüm süreci tartışmalarında iktidara yeterince mesafe koyamayan, daha bir ay önce meclis grubunu “makama saygı” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında ayağa kaldıran Özel, nihayet erken seçimden bahsetmeye ve AKP’ye karşı daha realist bir politika izlemeye başladı. Burada ironik olan husus CHP Genel Başkanı’nın çok tartışılan başka bir beyanatında saklı. Kendisini sıklıkla eleştiren kesimlere “hata yapıyorsam da bedelini ben ödeyeceğim” diye rest çekmişti partinin yeni Genel Başkanı. Ahmet Özer’in kolaylıkla tutuklanması ve İstanbul’un en büyük ilçesine kayyım atanması olgusu gösteriyor ki, Özel’in hatalarının bedelini sadece kendisi değil partisi de ödüyor. Ama ne yazık ki özeleştiri siyasetin içselleştirdiği bir mekanizma değil.
Ahmet Özer vakasının en hassas kısmi ise Ekrem İmamoğlu. Özer, İmamoğlu’nun danışmalarından biriydi. Kendisiyle Kürt hareketi arasındaki bağlantının güçlendirilmesinde kolaylaştırıcı bir rolü vardı. Pek çok yorumcuya göre her ne kadar davalar ve suçlamalar aynı olmasa da, bugün Özer’in başına gelenlerle yarın İmamoğlu’nun karşılaşacağı muamele aynı olabilir. İmamoğlu’nun cezasının önce istinafta, ardından da Yargıtay’da onandığı ve bu yolla Cumhurbaşkanlığı adaylığı olasılığının imkânsız hale getirildiği günleri yaşayabiliriz. Bu noktada CHP’nin artık paradigma değiştirmesi ve AKP’nin kurduğu oyunda sürekli bir şekilde savunmada kalan bir aparat olmaktan çıkması gerek. Halk Partisi, kendi oyununu kurmalı. Bu da ancak Cumhurbaşkanı adayının ilan edilmesiyle mümkün olabilir. Aday olmaksızın erken seçim çağrısında bulunmak yetersiz ve hatta anlamsız bir girişim. Çünkü Erdoğan erken seçim istemiyor. Muhalefetin iktidarı zorlamasının tek yolu İmamoğlu veya Yavaş’tan birinin Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesinden geçmekte. Bir önceki genel seçimde Kemal Kılıçdaroğlu kendi kişisel çıkarını muhalefetin kamusal çıkarının üstünde tuttu. İki popüler belediye başkanının adaylık yarışına girmesine izin vermedi. Bu hata bir daha tekrarlanmamalı. CHP’nin el yükseltmesi ve Cumhur İttifakı karşısında daha aktif bir pozisyona geçmesi gerek.
Son söz; taslak halindeki anayasa ve çözüm süreçleriyle ilgili olacaktır. İYİ Parti zaten her iki sürece de karşıydı. Belediye Başkanlarının tutuklanmasından sonra CHP ve DEM’in bu yeni siyasete katkı vermesi kendileri açısından çılgınlık olur. Yani bahar havası bitti. O popüler diziye atıfla Türkiye siyaseti “winter is coming” koşullarına doğru sürüklenmekte. Soğuk bir kış bizi bekliyor…
Doç. Dr. Armağan ÖZTÜRK
Artvin Çoruh Üniversitesi Sosyoloji bölümü