İKİNCİ TRUMP DÖNEMİNDE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE YAŞANMASI MUHTEMEL GELİŞMELER

upa-admin 10 Kasım 2024 169 Okunma 0
İKİNCİ TRUMP DÖNEMİNDE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE YAŞANMASI MUHTEMEL GELİŞMELER

60. ABD Başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Parti adayı ve 45. ABD Başkanı olan iş insanı Donald Trump kazanarak, 2025-2029 döneminde 47. ABD Başkanı olarak -Ocak ayından itibaren- görev yapma başarısı ve şerefine erişti. Aslında oldukça öngörülebilir bir durum olan Trump’ın seçilmesi, büyük ölçüde Türkiye’deki iktidarın ve devlet yapılanmasının da tercih ettiği bir durumdu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başkan seçildikten sonra aylarca kendisiyle telefonda dahi görüşmeyen ve sonra da kendisini Beyaz Saray’a davet etmeyen 46. ABD Başkanı Joe Biden ve Demokrat yönetime tepkisini geçtiğimiz yıl içerisinde Amerikalı yetkililerden gelen davete icap etmeyerek zaten belli etmiş ve tüm kartlarını Trump’ın seçilmesi için oynamıştı. Bu anlamda, Ankara, Trump’la yeni dönemde bazı sorunları aşabilme konusunda kuşkusuz çok daha istekli ve kararlı davranacaktır. Şimdi bu konular üzerinden olası gelişmeleri yorumlayalım.

Demokrat yönetimlerin aksine, müttefik devletlerin iç işlerine karışmayı daha az tercih eden Cumhuriyetçilerden Başkan seçilen Donald Trump, yeni dönemde Türkiye’nin iç meselelerinde Ankara’ya yönelik eleştiri dozunu azaltarak, kendisi için önemli olan Amerikalıların güvenliği ve Amerikan karşıtlığının körüklenmemesi, İsrail’in güvenliğine yönelik tehditlere izin verilmemesi, gayrimüslim nüfusun korunması ve Hıristiyanların dini özgürlüklerine engeller çıkarılmaması vs. gibi konular dışında yeni dönemde Ankara’ya daha az eleştirel yaklaşabilir ve bu da ilişkilerde bir nebze olsun ısınmaya neden olabilir. İki liderin de kurumsal temelleri daha zayıf türde lider diplomasisini sevmeleri ve güçlü Başkan profili sergilemeye çalışmaları da birbirleriyle kimyalarının tutmasına neden olabilir ki Trump’ın ilk Başkanlığı döneminde de (2017-2021) bunun izlerini bulmak mümkündür.

Bir diğer önemli konu ise silah satışlarıyla alakalıdır. Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliklerini geciktirerek sağlamaya çalıştığı F-16 satışı Ankara’ya verilen sözlere rağmen halen gerçekleşmemişken, Trump yönetimi, bu konuda çok daha hızlı ve istekli davranarak savaş jetlerinin Türkiye’ye satışını sonuçlandırabilir. Trump yönetimi, NATO güvenliği açısından sakıncalı görülen S-400 meselesinin bir şekilde çözülmesi halinde, Türkiye’nin F-35 programına geri kabulü için de yeşil ışık yakabilir. Zira Amerikan ekonomisinin canlandırılması hedefiyle iktidara gelen Trump için silah satışları ekonomiyi geliştirecek önemli bir husustur.

Suriye’de ABD’nin yıllardır Esad yönetimi ve IŞİD’e karşı destek verdiği PKK uzantısı PYD/YPG grupları konusunda ise, Trump, Türkiye’nin hayal ettiği ölçüde bölgedeki terörle iltisaklı Kürt varlığını tamamen ortadan kaldıracak politikaların icra edilmesine izin vermese de, Ankara’nın bölgedeki askeri varlığının devamı ve IŞİD karşıtı iki Amerikan müttefikinin diyalog yoluyla belli ölçülerde uzlaştırılması gibi bir yönelimi tercih edebilir. Zira Trump için NATO üyesi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) sahadaki varlığı ABD ile uyumlu hareket edilmesi halinde avantajlı bir durum olarak değerlendirilecektir. Bu durumu TSK’nın Kıbrıs’ın kuzeyindeki de facto varlığı için de söylemek mümkündür.

Trump’ı Türkiye açısından cazip kılan bir diğer faktör de Rusya-Ukrayna Savaşı’nı sonlandırmak istemesidir. Türkiye’nin savaş boyunca Batı dünyasından gelen tüm baskılara rağmen Rusya ile ekonomik ilişkilerini kesmeyip daha da geliştirdiği düşünülürse, ABD-Rusya uzlaşısı, Moskova ile çok yoğun ticari, enerji ve siyasi ilişkileri olan Ankara’yı yeni dönemde rahatlatabilir. Bu, Erdoğan yönetiminin yüksek enflasyon ve liranın hızlı değer kaybı nedeniyle zor durumda olan ekonomisini de geliştirmesine olanak sağlayacağı için, Rusya ile ticaretin kolaylaştırılması Türkiye’deki mevcut iktidar açısından Trump’ı iyi bir Başkan haline getirebilir. Zira ekonomistlerin söylemeye imtina ettiği bir gerçek, uluslararası piyasaların yatırım konusunda halen ABD’den sinyallere göre hareket ettiğidir.

Yine Türkiye açısından Trump’ı cazip kılan bir diğer faktör de, ABD Başkanı’nın dış politika söylem ve eylemlerinde daha ziyade İran ve Çin gibi ülkeleri hedef alması olabilir. İran’la yakın ilişkilerine karşın bölgesel politikalarda rakip olarak da konumlanabilen Ankara, Trump’ın İran’la gerilimi arttırması durumunda bölgeye yönelik jeopolitik tasavvurlar ve stratejik hamlelerde kendisinin önem kazanacağını bildiği için, bu durumu olumlu karşılayabilir. Erdoğan yönetimi, son dönemde Çin’le iyi gelişen siyasi ve ekonomik ilişkileri riske atmayı istemeyecek olsa da, ABD ile Çin arasındaki gerginliğin artması ve Uygur Türkleri veya Doğu Türkistan konusunun Amerikalı yetkililer tarafından gündeme getirilmesinden de hoşnutsuzluk duymayabilir. Zira Çin’i rahatsız etmemek için bu konu son yıllarda pek gündeme getirilmese de, aslında Ankara’nın resmi politikası Uygur Türkleri’nin kültürel özerklikleri ve dini özgürlüklerinin korunması yönündedir.

Trump’ın ikinci dönemi için seçeceği Dışişleri Bakanı veya Amerikalıların ifadesiyle “Secretary of State” de bu bağlamda kritik bir husustur. Bu makam için adı geçen ve Avrupa’daki sağ/aşırı sağ grup ve partilere yakınlığıyla bilinen eski Almanya Büyükelçisi Richard Grenell Ankara için ideal bir aday olmayabilirken, eski Dışişleri Bakanı ve CIA Direktörü Mike Pompeo da Türkiye’ye yönelik geçmişteki eleştirileri nedeniyle tercih edilmeyebilir. Senatör Marco Rubio ise şimdilik Türkiye konusunda daha renksiz bir isimdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la kişisel ilişkileri olan Elon Musk ise kabinede yer alması pek beklenmeyen bir isimdir. Sonuç olaak, Türkiye’ye daha olumlu bakan bir Sekreter’in seçilmesi durumunda, Ankara-Washington eksenindeki toparlanma daha hızlı ve güçlü olabilir.

Sonsöz, her şekilde Türk-Amerikan ilişkilerinde hızlı bir düzelme ve yeni bir bahar havası beklemek henüz gerçekçi değildir. Zira sorunlar yapısal nitelikli ve ilişkiler yıpranmıştır. Buna karşın, yeni bir yönetim her zaman yeni bir şans demektir ve dileğimiz iki devletin bu fırsatı kaçırmamalarıdır. İsrail-Filistin konusu ise iki devleti zorlayacak en zorlu mesele olacaktır. ABD’nin İsrail’in acımasız politikalarına desteğinin devamı halinde, Türkiye’de yükselen alternatif İslamcı partiler (Yeniden Refah Partisi/YRP) de düşünüldüğünde, Erdoğan’ın sessiz kalması beklenmemelidir. Ancak Trump’ın makul bir barış planı ile gelmesi (Asrın Anlaşması’nın revize edilmiş versiyonu) ve İsrail’in askeri operasyonlarını durdurması halinde, bu konuda kriz yaşanmayabilir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.