Giriş
8 Aralık 2024, Ortadoğu tarihinin önemli dönüm noktalarından birinin tarihi oldu. Bu tarihte, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)/Suriye Milli Ordusu ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) önderliğinde muhalif grupların 27 Kasım’da başlattığı saldırılar sonunda Şam’a girerek Esad rejimini devirmesi, sadece Suriye için değil, tüm bölge için yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. Şam’ın düşüşü, sadece bir askeri zafer değil; 50 yıllık Baas rejiminin psikolojik ve politik çöküşünün de bir ilanı… Stratejik şehirlerin birbiri ardına muhaliflerin kontrolüne geçmesi ve halkın rejime karşı ayağa kalkması, zaferi kaçınılmaz hale getirdi. Bu süreçte cezaevlerindeki binlerce esirin serbest bırakılması ve rejimin baskıcı sembollerinin yıkılması ise, Suriye halkının yıllardır beklediği değişimin güçlü sembolleriydi.
13 yıl süren iç savaşın bu final perdesi, Suriye halkı için özgürlük umudu ve uluslararası toplum için yeni hesapların devreye girdiği bir an olurken, en önemli soru ise Rusya’nın sessiz kalıp Esad rejiminin devrilmesine neden göz yumduğu oldu. 13 yıl süren iç savaşta Rusya’nın desteğiyle ayakta duran, İran’ın milis güçleriyle hareket alanı sağlan Esad rejiminin yalnızca 12 gün içinde şehirleri teslim etmesi hâlâ bir muamma olarak kalırken, Rusya’dan şu ana kadar daha ziyade itidal ve iş birliği çağrıları geldi. Kremlin, muhalif güçlerin zaferini kabul ederek, geçiş sürecine uyum sağlama sinyali verirken, bu yaklaşım, Rusya’nın bölgede yalnızca askeri güce dayalı bir nüfuz stratejisinden, daha çok diplomasi ve ekonomik iş birliği odaklı bir stratejiye geçiş yaptığını gösteriyor. Muhaliflerin liderleriyle kurulacak ilişkiler, Moskova’nın bölgede tamamen izole olmasını engelleyebilir.
Bu makalede, 12 günlük sürede muhaliflerin elde ettiği zafere yönelik yansımalar özetlenecek ve tüm dünyanın merak ettiği Kremlin’in Esad rejimine yönelik neden sırt çevirdiği hususu analiz edilecektir.
Muhaliflerin Zaferinde Türkiye’nin Rolü
Muhalif güçlerin başarısı, aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki liderliğini de pekiştirdi. Türkiye’nin eğit-donat programları ve saha desteği ve siyasi hamleleri muhaliflerin zaferinde kilit rol oynarken, Ankara’nın sadece Suriye’de değil, tüm Ortadoğu’da güçlenen bir aktör olarak öne çıkmasına yol açmaktadır. Türkiye’nin bu başarıyı nasıl değerlendireceği ise merak konusu. Bazı askeri uzmanların analizlerine göre, Ankara, Suriye’nin kuzeydoğusunda yeni bir askeri harekâta yönelebilir ve Pençe-Kilit operasyonunu kapatarak güney sınırlarını daha güvenli hale getirebilir. Ayrıca, milyonlarca Suriyeli mültecinin ülkelerine dönüşü, Türkiye’nin iç politikası ve ekonomik yükleri açısından da önemli bir adım olabilir. Türkiye, muhaliflerin zaferine giden yolda hassas bir diplomasi yürüterek hem bölgesindeki değişime öncülük etti, hem de Rusya’nın tepkisine karşı itidalli açıklamalar yaparak mücadeleyi pekiştirdi.
Bugün itibarıyla Astana sürecinin tam anlamıyla rafa kalktığı bir ortamda Türkiye’nin kazanımlarını düşündüğümüzde, ciddi bir diplomasi başarısının ortaya konulduğunu söylememiz gerekiyor. Fakat Suriye’nin kuzeyindeki YPG/SDG varlığı hâlâ önemli ve stratejik bir tehdit olarak durmakta. Türkiye’nin bu bölgedeki güvenliğini sağlamadan veya bölgedeki unsurları bir konsensüs ile pasifize etmeden tam anlamıyla bir başarı sağladığını söylemek şu an için halen erken olabilir. Fakat Suriye iç savaşından bu yana, özellikle Rusya ile ilişkiler bağlamında askeri harekâtları düşündüğümüzde, Türkiye’nin doğru hamleler ile çözüme gittiğini söylememiz lazım.
Uluslararası Toplumun Tepkisi
Şam’ın düşüşü, Batı ve bölge ülkelerinde genelde olumlu karşılandı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “Barbar rejim çöktü” açıklaması Avrupa’daki memnuniyetin ifadesini dile getirirken, ABD ve Avrupa ülkeleri, yeni Suriye yönetimiyle diplomatik ilişkiler kurma planlarını şimdiden gündeme aldılar. İsrail de benzer şekilde pozitif yönde açıklamalar yapıp Esad rejiminin yıkılmasını “tarihi bir fırsat” olarak nitelendirmekte. İsrail’in kısa bir süre içinde Golan Tepeleri’ndeki güvenliğini arttırmaya yönelik askeri politikaları kaçınılmaz olarak durmakta. Kuzeyini güvenli hale getirmiş bir İsrail’in Gazze’deki savaşa yönelik yaklaşımları da pozitif anlamda değişebilir ve belki bir barış anlaşması gündeme gelebilir. Suudi Arabistan ve Katar da Esad rejiminin devrilmesini memnuniyetle karşılarken, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde ekonomik yardımlarla sahada daha fazla rol almayı planlıyorlar.
Yeni Suriye: Umutlar ve Belirsizlikler
Muhaliflerin zaferiyle Suriye’de yeni bir dönem başladı. Hatta öyle ki, muhalifler ilk olarak ülkenin bayrağını değiştirdiler. Ancak bu zaferin sürdürülebilirliği, toplumsal uzlaşı ve yeniden inşa süreçlerinin başarıyla hayata geçirilmesine bağlı. İç savaşın yıktığı şehirlerin fiziksel olarak yeniden inşasının ötesinde, toplumsal bağların onarılması ve adalet mekanizmalarının devreye sokulması kritik öneme sahip. Bu doğrultuda HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani’den sağduyulu açıklamalar geliyor. Colani, “ülkenin tüm kamu kuruluşlarında güvenliği sağlayın, tüm etnik grup ve aşiretler bizim ülkemizin birer parçası. Herkesi kapsayacak bir rejimi inşa edeceğiz. Elde ettiğimiz bu başarıyı gölgelememek adına silahlarla sevinç gösterileri yapmayın ve ülkemizin yeni inşa sürecinde bize destek olun.” açıklamasını yaptı.
Elbette yeni süreçte uluslararası toplumun rolü büyük olacak. Ancak en büyük sorumluluk, Suriye’nin yeni liderlerinin halkın iradesine uygun bir yönetim inşa etmesinde yatıyor. Şam’ın düşüşüyle başlayan bu yeni sayfa, doğru yönetildiğinde yalnızca Suriye değil, tüm Ortadoğu için barış ve istikrar getirebilir. Yeni bir anayasa ve kapsayıcı bir yönetim biçimiyle Suriye’nin geleceği doğru bir yolda ilerleyebilir. Fakat bu yolun çok çetin olacağını tahmin etmek zor değil.
Rusya’nın Çıkışı: Stratejik Yeniden Konumlanma
Esad rejiminin devrilmesi, Suriye iç savaşının nihai sonucu olarak ortaya çıkarken, bu süreçte en dikkat çeken faktörlerden biri, Moskova’nın bu kritik dönemeçte izlediği politika değişikliği oldu. Rusya, iç savaşın büyük bölümünde Esad rejiminin en güçlü destekçisi olarak öne çıktı; ancak son dönemde “kontrollü bir geçiş” stratejisini benimseyerek farklı bir yol izlemeye karar verdi. Bu politika değişikliği, yalnızca Suriye’de değil, tüm Ortadoğu’da dengelerin yeniden kurulmasına yol açabilecek nitelikte.
Moskova’nın bu tavrını birkaç ana sebeple açıklayabiliriz:
Ekonomik Yük ve Sürdürülebilirlik Sorunu: Rusya’nın Suriye politikasındaki bu değişimin temelinde, ülke ekonomisini derinden etkileyen Ukrayna Savaşı ve bu savaşın tetiklediği jeopolitik baskılar yatıyor. Batı’nın ağır ekonomik yaptırımları, enerji ihracatına getirilen kısıtlamalar ve mali kaynakların Ukrayna’daki savaş çabalarına yönlendirilmesi, Kremlin’in dış politika önceliklerini yeniden değerlendirmesini zorunlu kıldı. Özellikle Suriye’deki Esad rejimine yıllardır sağlanan askeri ve ekonomik desteğin ağır mali yükü, Rusya için giderek daha az sürdürülebilir hale geldi.
Kremlin, 2015 yılında Esad rejimini desteklemek için müdahalede bulunurken, Ortadoğu’da güçlü bir askeri varlık inşa etme ve Batı’nın bölgede gerileyen nüfuzundan yararlanma stratejisi güdüyordu. Bu strateji, Suriye rejiminin askeri anlamda ayakta kalmasına büyük ölçüde yardımcı oldu ve Rusya’nın Akdeniz’deki Tartus ve Hmeymim üslerini genişletmesine olanak tanıdı. Ancak aradan geçen yıllarda Esad rejiminin halk desteğini tamamen kaybetmesi, ekonomik krizler ve İran ile artan rekabet, Rusya’nın sahadaki çıkarlarını koruma çabalarını zorlaştırdı.
Ukrayna Savaşı’nın 2022’den itibaren yoğunlaşması, Moskova’nın ekonomik kaynaklarını giderek daha fazla bu çatışmaya yönlendirmesine neden oldu. Savaşın uzamasıyla birlikte, Kremlin içindeki eleştiriler de belirginleşmeye başladı. Bazı Rus politikacılar ve askeri uzmanlar, Suriye’de devam eden yüksek maliyetli destek politikalarının ülkenin stratejik önceliklerine zarar verdiğini ve Esad rejiminin artık bir yük haline geldiğini savundu. Bu eleştiriler, Esad’ın yönetimindeki yozlaşma, ekonomik çöküş ve halk desteğinin sıfıra inmesiyle birleşerek Moskova’nın Suriye’deki pozisyonunu yeniden düşünmesine neden oldu.
Rusya’nın bu süreçteki tutum değişikliği, aynı zamanda Batı’nın uyguladığı diplomatik ve ekonomik izolasyonla da bağlantılıdır. Batı ile artan gerilim ve yaptırımlar, Moskova’nın uluslararası arenada yalnızlaşmasına yol açarken, Kremlin’i daha pragmatik ve esnek bir dış politika benimsemeye itti. Moskova, Esad rejimine verdiği desteğin bölgedeki çıkarlarını koruma konusunda yeterince etkili olmadığını fark etti ve bu nedenle, muhalif gruplarla ilişkiler kurarak Suriye’deki nüfuzunu yeni bir formata dönüştürme yoluna gitti. Bu strateji, Suriye’nin yeni yönetimiyle iş birliği yapmayı ve böylece hem ekonomik, hem de siyasi açıdan daha sürdürülebilir bir yol haritası oluşturmayı hedefliyor.
Moskova’nın bu stratejik yeniden konumlanması, sahada bazı somut değişikliklerle kendini göstermeye başladı. Esad rejiminin Şam’daki nihai çöküşüne kadar geçen süreçte, Rusya’nın askeri operasyonlarını büyük ölçüde azalttığı ve yalnızca kritik altyapıların korunmasına odaklandığı gözlemlendi. Ayrıca, 27 Kasım’da başlayan muhalif saldırılar sırasında Kremlin’in sessiz bir diplomatik yaklaşım sergilemesi, bu geçiş sürecinde “tarafsız bir arabulucu” rolüne soyunma isteğini yansıtıyordu.
Rusya’nın Suriye politikasındaki bu değişiklikler, sadece ekonomik ve askeri nedenlerle sınırlı değil; aynı zamanda Moskova’nın bölgesel stratejisinde uzun vadeli bir vizyona dayanmaktadır. Kremlin, Suriye’deki yeni yönetimle iş birliği yaparak, Batı’ya kıyasla daha avantajlı bir konum elde etmeyi planlıyor. Özellikle Suriye’nin enerji kaynakları ve yeniden inşa projeleri, Moskova için büyük bir fırsat olarak görülüyor. Ancak bu planların hayata geçirilmesi, Türkiye gibi bölgesel aktörlerle iş birliğine bağlı. Türkiye’nin Suriye muhalefeti üzerindeki etkisi, Rusya’nın hesaplarını karmaşıklaştıran önemli bir faktör.
Rusya’nın bu dönemde uyguladığı diplomatik söylemler, Moskova’nın çıkarlarını garanti altına alma çabasını açıkça ortaya koyuyor. Kremlin’in muhalif güçlerin geçiş sürecine liderlik etmesine itiraz etmemesi, Moskova’nın bölgede nüfuz kaybını en aza indirme çabasının bir göstergesi. Bunun yanı sıra, Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen açıklamalar, Kremlin’in yeni yönetimle ortak projeler geliştirme ve bölgede siyasi dengeyi koruma amacını yansıtıyor. Özellikle, petrol rezervleri gibi stratejik alanlarda Rusya’nın pozisyonunu koruma isteği, bu diplomatik çabaların temelini oluşturuyor.
Sonuç olarak, Rusya’nın Suriye politikasındaki değişim, küresel ve bölgesel dinamiklerin kesişim noktasında gerçekleşen bir stratejik zorunluluk olarak değerlendirilebilir. Kremlin, Esad rejimine verdiği desteği sınırlayarak, daha az maliyetli ve daha uzun vadeli çıkarlarına hizmet edecek bir stratejiye yöneliyor. Ancak bu yeni strateji, Moskova’nın Ortadoğu’daki etkisini tamamen kaybetmek yerine, bu etkiyi farklı bir zemine taşıma çabasını ifade ediyor. Rusya, Suriye’deki bu yeniden yapılanma sürecinde, hem bölgesel aktörlerle iş birliği yaparak hem de uluslararası topluma karşı daha uyumlu bir tavır sergileyerek kendisini yeni bir jeopolitik denge içinde konumlandırma niyetinde. Bu süreç, hem Rusya’nın, hem de Suriye’nin geleceğini şekillendirecek kritik bir dönemeç olarak karşımızda duruyor.
Uluslararası İzolasyon ve Diplomasinin Yeniden Yükselişi: Batı’nın Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’ya uyguladığı diplomatik ve ekonomik yaptırımlar, Moskova’yı uluslararası sistemde daha pragmatik ve esnek bir çizgiye çekmeye zorladı. Bu yaptırımlar, enerji ticaretinden finansal işlemlere kadar geniş bir alanı kapsayarak, Rusya’nın küresel ekonomik ve siyasi stratejilerini yeniden şekillendirmesine neden oldu. Kremlin, bir yandan Ukrayna’daki savaşın mali ve askeri yüklerini omuzlarken, diğer yandan Ortadoğu’daki varlığını koruma ve güçlendirme çabalarını sürdürmek zorunda kaldı. Ancak bu süreç, Rusya’nın bölgedeki politikalarını yeniden değerlendirmesini kaçınılmaz kıldı. Özellikle Suriye’deki Esad rejimine verilen ekonomik ve askeri desteğin sürdürülebilirliği sorgulanmaya başlandı.
Moskova, bu yeni dönemde Esad rejimine olan desteğini kademeli olarak çekerek, Suriye’deki muhalif güçlerle yeni bir ilişki kurma sinyalleri verdi. Bu stratejik dönüşüm, yalnızca mali ve askeri bir gereklilikten ibaret değil; aynı zamanda Rusya’nın Ortadoğu’da uzun vadeli çıkarlarını koruma ve Batı ile olan güç mücadelesinde elini güçlendirme çabasını da yansıtmaktadır. Esad rejiminin zayıflaması ve Şam’ın düşüşü, Kremlin’e bu yeni stratejiyi daha açık bir şekilde uygulama fırsatı sundu.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, Şam’ın düşüşünün ardından yaptığı ilk açıklamalarda, Suriye’deki muhalif güçlerle iş birliği yapmaya açık olduğunu ve bu güçlerle barışçıl bir geçiş sürecini desteklediğini belirtti. Bu açıklama, Moskova’nın bölgedeki etnik, mezhepsel ve siyasi dengeleri gözeten bir yaklaşım benimsemeye çalıştığını göstermektedir. Kremlin, Suriye’nin parçalanmasını önlemek ve bölgedeki istikrarı yeniden sağlamak adına, taraflar arasında bir uzlaşı zemini yaratmayı hedefliyor. Özellikle, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde aktif bir rol üstlenmek isteyen Rusya, bu geçiş sürecinde hem uluslararası alanda güven tazelemeyi, hem de kendi stratejik çıkarlarını garanti altına almayı amaçlamaktadır.
Bu stratejik hamle, Moskova’nın uluslararası izolasyonu kırma çabalarının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Batı’nın yaptırımları ve Ukrayna Savaşı’ndan kaynaklanan baskılar, Kremlin’i daha esnek bir diplomatik pozisyon almaya yöneltmiştir. Rusya, Suriye’de yeni bir yönetimle iş birliği yaparak, bölgedeki çıkarlarını koruma konusunda daha etkili bir yol izlemeyi planlıyor. Bunun yanı sıra, Moskova’nın bu adımı, Batı’nın Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı bir dengeleme politikası olarak da görülmektedir. Suriye’nin jeopolitik önemini göz önünde bulunduran Kremlin, bölgedeki etkinliğini kaybetmek yerine, bu etkinliği farklı bir formata dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Kremlin’in Suriye muhalefetiyle yakınlaşma hamlesi, bölgedeki etnik ve mezhepsel dengelere özel bir önem atfetmektedir. Suriye’nin karmaşık toplumsal yapısı ve iç savaşın yarattığı derin kutuplaşma, Moskova’yı daha dikkatli ve hassas bir politika izlemeye zorlamaktadır. Bu bağlamda, Moskova’nın taraflar arasında dengeleyici bir rol üstlenme çabası, yalnızca bir güç mücadelesi değil, aynı zamanda bölgesel istikrarı sağlama girişimi olarak da değerlendirilebilir.
Rusya’nın bu politika değişikliği, aynı zamanda Moskova’nın enerji kaynakları ve yeniden inşa projeleri üzerindeki etkisini koruma çabasıyla da bağlantılıdır. Suriye’nin petrol ve doğalgaz rezervleri, Kremlin için stratejik bir öneme sahiptir. Moskova, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde etkin bir rol oynayarak, bu kaynaklardan pay almayı ve bölgedeki ekonomik çıkarlarını sağlamlaştırmayı hedeflemektedir. Ancak bu süreç, Türkiye ve İran gibi bölgesel aktörlerle iş birliği yapılmasını gerektirmektedir. Özellikle Türkiye’nin Suriye muhalefeti üzerindeki etkisi, Moskova’nın stratejik hesaplarını daha karmaşık bir hale getirmektedir. Rusya’nın Suriye politikasındaki bu dönüşüm, ekonomik ve siyasi zorunlulukların yanı sıra, Moskova’nın Ortadoğu’daki nüfuzunu koruma ve yeniden şekillendirme çabasını da yansıtmaktadır. Kremlin, Şam’ın düşüşünden sonra sergilediği esnek diplomatik tutumla, hem uluslararası alanda güven tazelemeyi, hem de bölgedeki stratejik çıkarlarını daha az maliyetli bir şekilde sürdürmeyi hedeflemektedir. Bu yaklaşım, Moskova’nın uluslararası sistemde yeniden konumlanma çabasının bir parçası olarak görülmektedir ve Suriye’nin geleceği açısından da kritik bir dönemeç niteliği taşımaktadır.
Stratejik Hesaplar
Rusya’nın Esad rejiminden vazgeçmesi, Moskova’nın Ortadoğu’daki etkisinin sona erdiği anlamına gelmiyor. Kremlin, aksine, Suriye’de yeni bir yönetimle ilişkiler geliştirerek bölgede daha esnek ve etkili bir nüfuz stratejisi izlemeyi planlıyor. Bu strateji, Suriye’nin petrol rezervleri gibi ekonomik kaynaklarını hedef almakta. Moskova, bu bölgelerdeki enerji kaynakları üzerinde bir etki alanı oluşturmayı, uzun vadeli çıkarlarını garanti altına almanın bir yolu olarak görüyor. Ayrıca, yeniden inşa sürecine dahil olarak, hem ekonomik kazançlar sağlamayı, hem de bölgedeki diplomatik etkisini artırmayı hedefliyor.
Ancak bu strateji, Rusya için bazı riskler de barındırmakta. Muhalif güçlerin Türkiye’nin etkisi altında olması, Moskova’nın bölgedeki planlarını karmaşık hale getirebilir. Türkiye’nin bölgede güçlü bir aktör olması ve muhaliflerin büyük ölçüde Ankara’nın desteğiyle hareket etmesi, Kremlin’in Suriye’deki etkisini doğrudan sınırlayabilecek bir faktör olarak öne çıkıyor.
Rusya’nın bu stratejik yeniden konumlanması, Kremlin’in Ortadoğu politikasında askeri güce dayalı geleneksel yaklaşımdan daha diplomatik ve ekonomik ağırlıklı bir yaklaşıma geçtiğini gösteriyor. Bu değişim, Moskova’nın yalnızca Suriye’de değil, tüm bölgede varlığını sürdürme amacına hizmet etmekte. Ancak bu yeni stratejinin başarısı, Rusya’nın sahadaki karmaşık dinamikleri ne kadar etkin bir şekilde yönetebileceğine bağlı. Türkiye’nin bölgedeki etkisi, muhalif gruplar arasındaki iç uyum ve Batı’nın Suriye üzerindeki politikaları, Moskova’nın bu süreçte karşılaşacağı temel zorluklar olarak öne çıkıyor. Kremlin’in bu engelleri aşması durumunda, Suriye’deki yeni dönemde ekonomik ve diplomatik kazançlarını arttırması mümkün olabilir. Kısacası Moskova, Esad rejiminin devrilmesini bir yenilgi olarak değil, Ortadoğu’da etkisini farklı bir formatta yeniden inşa etmek için bir fırsat olarak görüyor. Rusya, bu süreçte diplomasi, enerji kaynakları üzerindeki nüfuz ve ekonomik iş birlikleri üzerinden yeni bir Suriye stratejisi geliştirme arayışında. Ancak, bu stratejinin hayata geçirilmesi, bölgesel ve uluslararası dinamiklerin dikkatlice yönetilmesini gerektiriyor.
Beşar Esad’ın Durumu
Suriye’de muhalifler, ülkenin batı ve güney kesimlerinde kontrolü ele geçirerek önemli bir ilerleme kaydetti. Bu gelişmelerin ardından, kamuoyunda devrik lider Beşar Esad’ın durumu merak konusu oldu. Muhalif kaynaklardan gelen bilgilere göre, Esad’ı taşıyan bir uçak, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) tarafından düzenlenen bir saldırı sonucu düşürülmüştü. Bu iddialar gün boyunca uluslararası basında da geniş yankı buldu. Reuters, muhalif kaynakların verdiği bilgilere dayanarak, Esad’ın uçağının radar kayıtlarından kaybolduğunu ve düşürüldüğünü öne sürdü. Haberde, radar sisteminden elde edilen verilere dikkat çekildiği belirtildi. Rus güvenlik kaynakları da uçağın düşürüldüğüne dair bazı veriler sundu. Bu kaynaklara göre, Esad’ı taşıyan ve Syrian Air’e ait olduğu bildirilen Il-76 tipi uçak, yerel saatle 04:55’te Şam’dan havalandı. Uçağın rotası, Rusya’nın Suriye’deki Tartus ve Hmeymim gibi stratejik hava ve deniz üslerinin bulunduğu kıyı bölgeleriydi. Ancak uçak, saat 05:32 UTC’de ani bir dönüş yaparak irtifa kaybetmeye başladı. 05:39’da, uçak 500 metre irtifadayken radar bağlantısı tamamen kesildi. Rus istihbarat kaynaklarından bir yetkili, bu olay hakkında yaptığı açıklamada, “Esad’ı taşıdığı düşünülen uçağın radar bağlantısı kayboldu ve transponder kapandı. Uçağın teknik bir arıza nedeniyle düşmüş olabileceği ihtimali mevcut olsa da, saldırıya uğramış olma ihtimali çok daha güçlü görünüyor.” ifadelerini kullandı.
Bu gelişmeler yaşanırken, Esad’ın durumuyla ilgili belirsizlik devam etti. 8 Aralık akşam saatlerinde, Kremlin’e yakın bir kaynaktan gelen bir açıklama, durumu biraz netleştirdi. Rusya’nın resmi haber ajansı TASS’a konuşan kaynak, Beşar Esad’ın ailesiyle birlikte Rusya Federasyonu’na sığındığını söyledi. Bu açıklamayı daha da güçlendiren bir bilgi, Rusya Federasyonu’nun Viyana’daki uluslararası kuruluşlardaki daimi temsilcisi Mikhail Ulyanov’dan geldi. Ulyanov, Telegram hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı: “Beşar Esad ve ailesi şu anda Moskova’da. Rusya, zor durumdaki dostlarına asla ihanet etmez. Başları belada olduğunda müttefiklerimize sadakatimizi göstermeye devam ederiz.”
Sonuç Yerine
Şam’ın düşüşü ve Esad rejiminin devrilmesi, Rusya için Ortadoğu’daki stratejik planlarını yeniden şekillendirmek zorunda kaldığı bir dönüm noktası oldu. Kremlin, bu süreçte savaşın ağır maliyetleri, uluslararası yaptırımlar ve içeride artan eleştirilerle yüzleşerek, Esad rejimine olan desteğini yeniden değerlendirdi. Ancak, bu adım Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu kaybettiği anlamına gelmiyor.
Moskova, “kontrollü bir geçiş” stratejisiyle Suriye’deki etkisini farklı bir boyuta taşımayı hedefliyor. Esad’a olan desteğin çekilmesi ve muhaliflerle iş birliğine yönelik sinyaller, Rusya’nın askeri güce dayalı dış politikadan daha pragmatik ve diplomasi odaklı bir yaklaşıma yöneldiğini gösteriyor. Bu, bölgedeki çıkarlarını koruma ve Batı ile rekabetinde avantaj sağlama amacı güden bir hamle.
Kremlin’in yeni Suriye yönetimiyle ekonomik ve siyasi ilişkiler kurma isteği, enerji ve altyapı projelerinde rol alma fırsatını barındırıyor. Özellikle petrol rezervlerinin bulunduğu bölgelerde nüfuz sahibi olma çabası, Rusya’nın bölgedeki varlığını ekonomik boyuta taşıma planını güçlendiriyor. Ancak bu süreçte, Türkiye’nin bölgedeki etkinliği ve muhalif gruplar üzerindeki etkisi, Moskova’nın hedeflerini karmaşıklaştırabilir.
Rusya’nın bu yaklaşımı, uluslararası toplum nezdinde stratejik bir manevra olarak görülebilir. Kremlin, Şam’ın düşüşünü bir yenilgi değil, yeni fırsatlar için bir zemin olarak değerlendiriyor. Suriye’deki yeni yönetimle iş birliği yaparak hem bölgedeki askeri yükünü hafifletmeyi, hem de diplomasi masasında elini güçlendirmeyi amaçlıyor.
Sonuç olarak, Rusya için Şam’ın düşüşü, geçmişteki politikaların bir sonu değil, Ortadoğu’da yeni bir stratejik dönemin başlangıcıdır. Moskova, bu süreçte proaktif bir tutum sergileyerek, Suriye’deki etkisini farklı bir formatta sürdürme ve uluslararası dengelerde güçlü bir oyuncu olarak kalma arayışını sürdürüyor. Ancak bu yeni stratejinin başarıya ulaşıp ulaşmayacağı, Rusya’nın sahadaki değişkenleri ne kadar etkili yöneteceğine bağlı olacak.
Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı