PUTİN’İN GÜÇ STRATEJİSİ: ONU VAZGEÇİLMEZ KILAN NE?

upa-admin 03 Şubat 2025 77 Okunma 0
PUTİN’İN GÜÇ STRATEJİSİ: ONU VAZGEÇİLMEZ KILAN NE?

Giriş

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2000 yılından bu yana Rusya’nın siyasi sahnesindeki en etkili figürlerden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Kimi zaman sert politikaları, kimi zaman pragmatik yaklaşımlarıyla ulusal ve uluslararası arenada dikkat çeken bir lider olmuştur. 21. yüzyılın en güçlü liderlerinden biri olarak kabul edilen Putin, Rusya’nın iç ve dış politikasını şekillendiren temel aktör olarak konumlanmıştır.

Peki, Putin’in iktidarını bu kadar uzun süre boyunca korumasının ardındaki temel stratejiler nelerdir? Onu sadece bir lider değil, aynı zamanda Rusya siyasetinin vazgeçilmez bir figürü haline getiren unsurlar nelerdir? Bu noktada, onun uyguladığı güç politikalarını, halk desteğini nasıl sağladığını, güvenlik ve ekonomi alanlarında geliştirdiği stratejileri ve uluslararası sahnede nasıl bir denge politikası izlediğini değerlendirmek önem kazanmaktadır.

Bu makalede, Putin’in güç stratejisinin temel taşlarını inceleyerek, onun liderlik anlayışını, yönetim tarzını ve Rusya’daki siyasi sistem içindeki rolü mercek altına alınacak. Ayrıca, onun iktidarını sürdürmesini sağlayan dinamikleri ve bu stratejilerin Rusya’nın iç ve dış politikasına etkilerini ele alarak, Putin’i “vazgeçilmez” kılan unsurları tartışacağız.

1. Güçlü Lider İmajı: Halk ve Devlet Üzerindeki Etkisi

Vladimir Putin, iktidarda kaldığı sürece yalnızca Rus devletinin başındaki bir yönetici olarak değil, aynı zamanda halkın gözünde güçlü, karizmatik ve vazgeçilmez bir lider olarak konumlandırılmıştır. Bu imaj, sadece onun kişisel özelliklerinden kaynaklanmamakta, aynı zamanda dikkatle yürütülen sistematik bir stratejinin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Putin’in gücünü pekiştirmek, halk nezdindeki desteğini korumak ve devletin yönetim mekanizmasını sıkı bir şekilde kontrol altında tutmak için kullandığı başlıca yöntemler medya kontrolü, görsel propaganda ve milliyetçilik vurgusudur. Ancak bu unsurlar, çok daha geniş kapsamlı politikaların ve uzun vadeli bir yönetim anlayışının yalnızca görünen yüzünü oluşturmaktadır.

Öncelikle, Putin’in liderlik anlayışı, Rusya’nın tarihsel yönetim gelenekleriyle doğrudan bağlantılıdır. Rus halkı, yüzyıllar boyunca güçlü merkezi liderlerin yönettiği bir sisteme alışkın olmuştur. Çarlık döneminde mutlak monarşi ile yönetilen ülke, Sovyetler Birliği döneminde de otoriter bir yönetim anlayışına sahipti. Bu nedenle Rus toplumu, genellikle güçlü ve karizmatik liderleri bir istikrar kaynağı olarak görme eğilimindedir. Putin de bu kültürel mirastan faydalanarak, kendisini ülkenin istikrarını sağlayan, dış tehditlere karşı koruyan ve Rusya’nın yeniden küresel bir güç haline gelmesini sağlayan bir lider olarak konumlandırmaktadır.

Bu liderlik imajının inşasında en önemli araçlardan biri medya kontrolüdür. Rusya’da televizyon, radyo, gazeteler ve dijital medya büyük ölçüde Kremlin’in doğrudan ya da dolaylı etkisi altındadır. Devlete bağlı televizyon kanalları ve haber ajansları, Putin’in başarılarını sürekli olarak ön plana çıkarırken, muhalif sesleri bastırmak için çeşitli stratejiler uygular. Özellikle Russia Today (RT), TASS ve Rossiya 24 gibi büyük medya kuruluşları, ulusal ve uluslararası kamuoyuna yönelik içerikler üreterek Putin’in güçlü bir lider olduğu imajını yaymaktadır. Örneğin, Ukrayna krizi sırasında bu medya organları, Rusya’nın müdahalesini meşrulaştıran söylemler üretmiş ve Batı’yı Rusya’yı zayıflatmaya çalışan bir tehdit olarak sunmuştur.

Medya kontrolünün yanı sıra, Putin’in liderlik imajı görsel propaganda yoluyla da pekiştirilmektedir. Devlet destekli medya ve sosyal platformlar, Putin’i sadece bir devlet adamı olarak değil, aynı zamanda fiziksel ve ruhsal olarak güçlü bir figür olarak lanse etmektedir. Sıklıkla askeri tatbikatlarda, avcılık yaparken ya da doğada yalnız başına zorlu koşullarla mücadele ederken görüntülenen Putin, halkın gözünde yalnızca bir politikacı değil, aynı zamanda cesur, dayanıklı ve iradeli bir lider olarak şekillendirilmektedir. Çıplak göğsüyle at bindiği fotoğraflar ya da judo antrenmanı yaparken kaydedilen videolar, onun yalnızca masa başında oturan bir lider değil, gerektiğinde sahada da etkili olabilecek bir figür olduğu algısını pekiştirmektedir.

Bununla birlikte, Putin’in halk üzerindeki etkisini arttıran en önemli unsurlardan biri milliyetçi söylemleridir. Rusya, tarih boyunca büyük bir imparatorluk olarak var olmuş ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, halk nezdinde bir travma yaratmıştır. Putin, bu travmayı tersine çevirmek ve Rusya’nın yeniden bir süper güç haline gelmesini sağlamak için milliyetçi duyguları harekete geçiren bir liderlik anlayışını benimsemiştir. Kırım’ın ilhakı sürecinde “Kırım Rusya’dır!” söylemiyle halkın geniş kesimlerinin desteğini kazanmış, benzer şekilde Donbass bölgesindeki askeri operasyonları da “Rus halkının korunması” söylemiyle meşrulaştırmıştır. Ayrıca, Batı’nın Rusya’yı tehdit ettiği yönündeki açıklamaları, halkın Putin’e daha fazla bağlanmasını sağlamış ve dış tehdit algısını güçlendirerek ulusal birliğin pekişmesine yardımcı olmuştur.

Putin’in güçlü lider imajı, aynı zamanda onun devlet kurumları üzerindeki otoritesini de sağlamlaştırmaktadır. Rusya’da yürütme, yasama ve yargı arasındaki dengeler büyük ölçüde Kremlin’in kontrolü altındadır. Devletin en önemli kararları doğrudan Putin’in iradesiyle şekillenmekte ve bürokratik mekanizmalar, onun politikalarının uygulanmasını sağlayan araçlar olarak işlemektedir. Dolayısıyla, Putin’in liderlik imajı yalnızca halkın algısını değil, devletin yönetim mekanizmalarını da doğrudan etkilemektedir.

2. Medya Kontrolü: Kamuoyunu Şekillendirme Aracı

Putin’in güçlü lider imajını inşa etmesinde en önemli unsurlardan biri medya üzerindeki sıkı kontrolüdür. Rusya’da televizyon, radyo, gazeteler ve dijital medya büyük ölçüde Kremlin’in doğrudan ya da dolaylı etkisi altındadır. Devlete bağlı televizyon kanalları ve haber ajansları, Putin’in başarılarını ön plana çıkarırken, muhalif sesleri bastırmak için çeşitli stratejiler uygulamaktadır. Özellikle Russia Today (RT), TASS ve Rossiya 24 gibi büyük medya kuruluşları, ulusal ve uluslararası kamuoyuna yönelik içerikler üretmekte ve Putin’in güçlü bir lider olduğu imajını yaymaktadır.

Medya kontrolü, yalnızca Putin’in güçlü bir figür olarak sunulmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda siyasi rakiplerinin etkisini kırmak için de kullanılır. Muhalefet liderleri ya medya organlarında yer bulamaz ya da itibarsızlaştırıcı kampanyalarla karşı karşıya kalır. Özellikle Aleksey Navalny gibi muhalif isimler, yolsuzluk iddialarıyla hedef alınarak halk nezdinde güvenilirliklerini yitirmeleri için medya aracılığıyla sistemli bir şekilde itibarsızlaştırılmıştır. Hatta Navalny, bir dönem yalnızca bir blogger olarak anılarak küçümsenmiş ve siyasal etkisi azaltılmaya çalışılmıştır.

Kremlin’e yakın medya kuruluşları, sık sık Batı’nın Rusya’ya karşı düşmanca bir tutum sergilediğini vurgulayan içerikler üretir. Böylece Putin, yalnızca ülkenin iç yönetimini güçlendiren bir lider olarak değil, aynı zamanda Batı karşısında Rusya’nın çıkarlarını koruyan bir devlet adamı olarak gösterilir. Bu tür medya stratejileri, özellikle kriz dönemlerinde halkın Putin’e olan bağlılığını arttırmaktadır. Ukrayna savaşı sonrası bu durum daha da artmış, Putin’in küresel tehditlere karşı bir kurtarıcı olduğu algısını güçlendirmeye yönelik propaganda faaliyetleri hız kazanmıştır.

3. Görsel Propaganda: Güçlü Lider İmajını İnşa Etmek

Putin’in halk üzerindeki etkisini güçlendiren bir diğer önemli unsur ise görsel propagandadır. Devlet destekli medya ve sosyal platformlar, Putin’i yalnızca siyasi bir figür olarak değil, aynı zamanda fiziksel ve ruhsal olarak güçlü bir lider olarak lanse etmektedir. Bu bağlamda, Putin’in kişisel imajı, halkın gözünde idealize edilmiş bir lider algısı oluşturacak şekilde sürekli olarak güncellenmektedir.

Putin, sıklıkla avcılık yaparken, judo antrenmanı sırasında veya askeri tatbikatlarda görüntülenmektedir. Çıplak göğsüyle at binerken çekilmiş fotoğrafları, vahşi doğada macera yaşarken kaydedilen videoları, onun fiziksel olarak güçlü, enerjik ve cesur bir lider olduğu algısını pekiştirmektedir. Bu tarz görseller, özellikle Rus halkının tarihsel olarak güçlü lider figürlerine duyduğu hayranlık göz önüne alındığında, oldukça etkili olmaktadır. Bu görseller, Putin’in yalnızca bir politikacı değil, aynı zamanda milli kimliğin bir parçası olduğu algısını yaratmaktadır.

Putin’in sıklıkla askeri tatbikatlara katılması, savaş uçaklarına binmesi ve silah teknolojileri hakkında bilgi alırken görüntülenmesi de onun liderliğini vurgulayan önemli görsel unsurlar arasında yer almaktadır. Halk nezdinde, Putin ülkenin yalnızca siyasi lideri değil, aynı zamanda güvenliğini sağlayan bir figür olarak da konumlandırılmaktadır. Kremlin tarafından hazırlanan birçok propaganda görselinde, Putin’in Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği’nin büyük liderleriyle özdeşleştirilmesine yönelik semboller de sıkça yer almaktadır. Ukrayna savaşı sonrası yayınlanan bazı görsellerde, Putin’in Büyük Petro veya II. Katerina gibi Rus tarihindeki önemli liderlerle karşılaştırıldığı açıkça görülmüştür.

4. Milliyetçilik Vurgusu: Halkı Bir Arada Tutma Aracı

Putin’in güçlü lider imajını pekiştirmesinin en kritik unsurlarından biri de milliyetçi duyguları harekete geçirme stratejisidir. Rusya, tarih boyunca güçlü liderler tarafından yönetilmiş ve halk, güçlü bir merkezi otoritenin ülkenin bekası için önemli olduğuna inanmıştır. Putin, bu algıyı başarılı bir şekilde kullanarak halkı etrafında kenetlemekte ve devletin sürekliliğini sağlamak adına güçlü bir liderliğin gerekliliğini vurgulamaktadır.

Putin, sık sık Rusya’nın tarihsel büyüklüğüne vurgu yaparak, ülkenin küresel sahnede tekrar süper güç haline gelmesi gerektiğini dile getirmektedir. Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ‘20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi’ olarak nitelendirmesi, bu stratejinin en önemli örneklerinden biridir. Geçmişin büyük Rus imparatorluklarına atıfta bulunarak Rus halkının milliyetçi duygularını harekete geçiren Putin, halkın desteğini kazanma noktasında tarihsel mirası bir araç olarak kullanmaktadır.

Dış politikada milliyetçi söylemler de Putin’in halk desteğini arttırmasına yardımcı olan unsurlar arasındadır. Özellikle Ukrayna, Gürcistan ve Baltık ülkeleriyle ilgili gelişmelerde, Putin Rus halkının milliyetçi duygularını harekete geçirerek desteğini arttırmayı başarmıştır. Kırım’ın ilhakı sırasında kullanılan “Kırım Rusya’dır!” söylemi, halk arasında geniş yankı uyandırmış ve Putin’e olan desteği önemli ölçüde arttırmıştır. Benzer şekilde Donbass bölgesindeki çatışmalarda da Rusya’nın çıkarlarının savunulması, halkın Putin’e olan güvenini pekiştiren bir unsur olmuştur.

Putin, milliyetçiliği yalnızca siyasi bir araç olarak kullanmamakta, aynı zamanda dini değerlerle de harmanlamaktadır. Rus Ortodoks Kilisesi ile güçlü ilişkileri, onun geleneksel değerlere bağlı bir lider olarak algılanmasını sağlamaktadır. Kilisenin Putin’e verdiği destek, özellikle muhafazakâr kesimler arasında onun otoritesini pekiştirmektedir. Ortodoks Kilisesi’nin devlet politikalarına uyumlu bir söylem benimsemesi, halkın Putin’e olan sadakatini pekiştiren önemli bir faktördür.

Kısacası, Putin’in Batı karşıtlığı ve “düşman” algısı yaratma stratejisi, halkın milliyetçi duygularını körükleyen en etkili yöntemlerden biri olmuştur. Putin, Batı’nın Rusya’yı zayıflatmaya çalıştığını öne süren söylemler kullanarak halkın milliyetçi duygularını güçlendirmekte ve kendisini ülkeyi dış tehditlere karşı koruyan bir lider olarak konumlandırmaktadır. Özellikle ABD ve NATO karşıtı açıklamalar, Putin’in halk nezdinde ülkeyi dış tehditlere karşı koruyan bir lider olarak algılanmasını sağlamaktadır. Ukrayna savaşı sonrasında bu söylemler daha da artmış, Batı’nın Rusya’ya yönelik ekonomik ve siyasi baskıları, halkın Putin’in liderliğine daha sıkı sarılmasına neden olmuştur.

5. Rakiplerine Karşı Kullandığı Stratejiler

Vladimir Putin’in uzun yıllar boyunca iktidarda kalmasının en önemli sebeplerinden biri, rakiplerini etkisiz hale getirmekte gösterdiği başarıdır. Rusya’da güçlü bir muhalefet hareketinin oluşmasına izin verilmemesi, Putin’in otoritesinin sarsılmasını engelleyen temel faktörlerden biridir. Bu bağlamda Putin, muhalifleri bastırmak ve kontrol altına almak için farklı stratejiler kullanmaktadır.

Bu stratejiler, siyasi muhalefeti doğrudan bastırma, hukuki mekanizmaları kendi lehine kullanma ve dezenformasyon kampanyalarıyla rakiplerini itibarsızlaştırma gibi yöntemleri kapsamaktadır. Bu sistemli yaklaşım hem bireysel muhalifleri hem de muhalif grupları etkisiz hale getirmekte etkili olmuştur.

5.1. Siyasi Muhalefeti Bastırma: Muhalif Liderlerin Tasfiyesi

Putin’in en belirgin stratejilerinden biri, siyasi muhalifleri doğrudan baskı altına alarak onları etkisiz hale getirmektir. Rusya’da muhalefet partileri ve bağımsız siyasetçiler, genellikle büyük baskılara maruz kalmış, bazıları hapis cezasına çarptırılmış, bazıları ise suikastlarla veya şüpheli ölümlerle karşı karşıya kalmıştır.

Aleksey Navalny: En Güçlü Muhalif Liderin Susturulması: Aleksey Navalny, Putin’in en büyük siyasi rakiplerinden biri olarak bilinir. 2011’den itibaren Kremlin karşıtı protestoların öncüsü olan Navalny, yolsuzlukla ilgili hazırladığı raporlar ve sosyal medya kampanyalarıyla Putin ve çevresindeki oligarkları doğrudan hedef almıştır. Ancak Navalny, defalarca gözaltına alınmış ve çeşitli suçlamalarla hapis cezasına çarptırılmıştır. 2020 yılında Noviçok sinir gazıyla zehirlenmiş ve tedavi için Almanya’ya gittikten sonra Rusya’ya döndüğünde tutuklanmıştır. 2023’te hapishanede kötü koşullarda tutulduğu ve iletişim olanaklarının kısıtlandığı bildirilmiş ve sonrasında da hapishanede hayatını kaybetmiştir.

Boris Nemtsov: Suikastle Ortadan Kaldırılan Bir Muhalif: Boris Nemtsov, Sovyetler sonrası Rusya’da reformcu bir siyasetçi olarak ön plana çıkmış ve Putin’in politikalarını sert bir şekilde eleştirmiştir. Nemtsov, 2015 yılında Moskova’da Kremlin’e yakın bir noktada silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmüştür. Cinayetle ilgili resmi soruşturmalar yürütülmüş olsa da bugün dahi suikastin arkasında kimlerin olduğu konusundaki şüpheler hiçbir zaman tam anlamıyla giderilememiştir. Nemtsov’un öldürülmesi, Rusya’da siyasi cinayetlerin bir baskı aracı olarak kullanıldığını gösteren önemli durumlarda bir tanesidir.

Gazeteci ve Aktivistlerin Baskı Altına Alınması: Sadece siyasetçiler değil, Putin karşıtı gazeteciler, insan hakları savunucuları ve aktivistler de baskılardan paylarını almıştır.  Örneğin, Anna Politkovskaya, Çeçenistan Savaşı’ndaki insan hakları ihlallerini yazdığı için 2006 yılında suikasta kurban gitmiştir. Sergey Magnitsky, Rus devlet görevlilerinin yolsuzluklarını ortaya çıkardıktan sonra hapishanede hayatını kaybetmiştir.

Bu tür suikastlar ve baskılar, Putin’e muhalefet etmeye cesaret eden herkes için bir mesaj niteliği taşımaktadır.

5.2. Hukuki Araçlar: Yasaları Kullanarak Muhalefeti Engelleme

Putin yönetimi, muhalifleri doğrudan zor kullanarak değil, aynı zamanda hukuki mekanizmalar aracılığıyla da etkisiz hale getirmektedir. Bu yöntemler, muhalif hareketleri bastırmak için Kremlin’e hukuki bir zemin sunmaktadır.

Muhaliflerin Yargı Yolu ile Susturulması: Muhalif siyasetçiler ve aktivistler, genellikle yolsuzluk, vergi kaçırma veya yasa dışı örgüt faaliyetleri gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Örneğin, Aleksey Navalny’nin resmi olarak “yolsuzluk” suçlamasıyla yargılanıp hapsedilmesi ve birçok bağımsız gazeteci ve aktivist, “yabancı ajan” olarak damgalanarak Rusya’da faaliyet göstermeleri zorlaştırılmıştır.

“Yabancı Ajan” Yasası ve Sivil Toplum Üzerindeki Baskı: 2012 yılında çıkarılan “Yabancı Ajan Yasası”, yabancı fon alan medya kuruluşlarını ve sivil toplum örgütlerini doğrudan Kremlin kontrolüne sokmuştur. Bu yasa kapsamında birçok bağımsız medya kuruluşu ve insan hakları örgütü ya kapatılmış ya da faaliyetlerini ciddi şekilde sınırlamak zorunda kalmıştır. 2021’de, en büyük insan hakları örgütlerinden biri olan Memorial kapatılmıştır.

Seçim Sisteminin Manipüle Edilmesi: Seçimler, Putin’in yönetimi için ciddi bir tehdit oluşturmamak adına dikkatle yönetilmektedir: Bağımsız adayların seçimlere girmesi zorlaştırılmıştır. Seçim hileleri ve usulsüzlükler sıkça AGİT tarafından rapor edilmiştir. Muhalif partiler bölünerek etkisiz hale getirilmiştir. Bu tür hukuki düzenlemeler, Putin’in siyasi rakiplerinin yarışa girmesini engelleyerek iktidarını daha da sağlamlaştırmasını sağlamaktadır.

5.3. Dezenformasyon Kampanyaları

Putin’in rakiplerini etkisiz hale getirme stratejilerinden biri de dezenformasyon ve propaganda kampanyalarıdır. Devlet medyası ve Kremlin’e yakın sosyal medya platformları, muhalif liderleri itibarsızlaştırmak için çeşitli yöntemler kullanmaktadır. Örneğin, muhalif liderler, Batı yanlısı, ajan veya hain olarak gösterilmektedir. Muhalifler, sıklıkla “Rusya’nın istikrarını bozmak isteyen dış güçlerin ajanları” olarak lanse edilir. Benzer şekilde Kremlin, sosyal medya platformlarında troll orduları ve bot hesaplar aracılığıyla kamuoyunu yönlendiren propagandalar yürütmektedir. Devlete bağlı medya kuruluşları, muhalif hareketlerin arkasında “Batı destekli komplolar” olduğunu iddia eden haberler yapılmaktadır. Ayrıca 2014’ten itibaren, internet üzerindeki bağımsız haber siteleri ve sosyal medya platformları kısıtlanmaya başlanmıştır. Twitter, Facebook ve YouTube gibi platformlar zaman zaman sansüre uğramış, Kremlin karşıtı içeriklerin yayılması engellenmiştir.

6. Dış Politika ve Oyun Kurucu Rolü

Vladimir Putin, sadece Rusya içindeki gücünü pekiştirmekle kalmamış, aynı zamanda küresel siyasette de etkili bir oyuncu olma stratejisini benimsemiştir. Putin’in dış politika hamleleri, Rusya’yı bir büyük güç olarak konumlandırmayı hedeflerken, aynı zamanda Batı’ya meydan okuyan ve bağımsız hareket eden bir devlet imajını güçlendirmeye yönelik olmuştur.

Bu doğrultuda Putin’in dış politika stratejisini üç temel başlık altında inceleyebiliriz: Ukrayna Krizi ve Savaş, Ortadoğu’daki rolü, Batı ile gerilim ve küresel güç dengesi.

6.1. Ukrayna Krizi ve Savaş: Küresel Dengeleri Değiştiren Hamle

Ukrayna, coğrafi konumu ve tarihi bağları nedeniyle Rusya’nın dış politikasında stratejik bir öneme sahiptir. Rusya için Ukrayna yalnızca bir komşu devlet değil, aynı zamanda eski Sovyetler Birliği’nin merkezi unsurlarından biri olarak görülen ve Moskova’nın nüfuz alanı içinde tutulması gereken bir bölgedir. Soğuk Savaş sonrası süreçte Batı ile entegrasyon arayışında olan Ukrayna, Rusya’nın güvenlik algısını derinden sarsmış ve Moskova’yı sert politikalar izlemeye itmiştir. Putin yönetimi, Ukrayna’nın NATO ve Avrupa Birliği (AB) ile yakınlaşmasını Rusya’nın jeopolitik çıkarlarına doğrudan bir tehdit olarak değerlendirmiş ve bu doğrultuda Ukrayna üzerindeki baskısını arttırmıştır.

6.2. 2014 Kırım İlhakı: Batı’ya İlk Büyük Meydan Okuma

2013 yılında Ukrayna’da Batı yanlısı gösteriler patlak vermiş, halk Viktor Yanukoviç’in AB ile ortaklık anlaşmasını imzalamamasına tepki göstermiştir. Protestoların ardından Yanukoviç iktidardan düşürülmüş, Batı yanlısı bir yönetim iş başına gelmiştir. Rusya, bu gelişmeyi yalnızca Ukrayna’nın iç meselesi olarak görmemiş, aksine Batı’nın Rusya’nın etki alanına doğrudan müdahalesi olarak değerlendirmiştir. Bu bağlamda Putin, 2014 yılında Kırım’ı ilhak ederek Batı’ya karşı en büyük meydan okumalarından birini gerçekleştirmiştir.

Rusya, Kırım’ın ilhakını meşrulaştırmak için tarihsel ve kültürel bağları öne sürmüş, bölgedeki Rus nüfusunun korunması gerektiğini savunmuştur. Ancak, uluslararası hukuk çerçevesinde bu ilhak, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne yönelik açık bir ihlal olarak değerlendirilmiş ve başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere Batılı ülkeler tarafından ekonomik ve siyasi yaptırımlarla karşılanmıştır. Buna rağmen, Kırım’ın kontrolü Rusya’nın elinde kalmış, bu durum Moskova’nın eski Sovyet coğrafyasındaki nüfuzunu koruma konusundaki kararlılığını göstermiştir. Neorealist uluslararası ilişkiler teorisine göre bu hamle, Rusya’nın bölgesel hâkimiyetini sürdürme ve Batı karşısında caydırıcılığını koruma stratejisinin bir yansımasıdır.

6.3. 2022 Ukrayna Savaşı: Büyük Çatışmanın Başlangıcı

Rusya’nın Ukrayna üzerindeki baskısı Kırım’ın ilhakı ile sınırlı kalmamış, 2022 yılında geniş çaplı bir işgal hareketine dönüşmüştür. 24 Şubat 2022’de başlayan savaş, Putin’in dış politika stratejilerinde en riskli hamlelerden biri olarak tarihe geçmiştir. Putin, bu müdahaleyi “özel askeri operasyon” olarak tanımlarken, temel hedeflerinin Ukrayna’nın NATO üyeliğini engellemek, Rusya yanlısı bir yönetimi iktidara getirmek ve ülkenin doğusundaki Rus etnik nüfusunu korumak olduğunu savunmuştur. Defansif realizm perspektifinden bakıldığında, bu savaş, Rusya’nın güvenlik kaygılarının bir sonucu olarak değerlendirilebilir; çünkü Moskova, NATO’nun doğuya genişlemesini varoluşsal bir tehdit olarak algılamaktadır. Bununla birlikte, savaşın ilk aşamasında Rusya’nın hızlı bir zafer kazanma beklentisi gerçekleşmemiştir. Kiev’in kısa sürede düşeceği yönündeki varsayım yanlış çıkmış, Ukrayna’nın güçlü direnişi ve Batı’nın verdiği askeri destek, savaşın beklenenden daha uzun sürmesine yol açmıştır. Geleneksel jeopolitik kuramlara göre, bu durum, asimetrik savaş koşullarının değişkenliği ve modern savaş stratejilerinin dinamik yapısı ile açıklanabilir.

6.4. Savaşın Sonuçları ve Küresel Etkileri

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali küresel çapta geniş kapsamlı sonuçlar doğurmuştur. Birincisi, Batı’nın ekonomik yaptırımları Rus ekonomisini derinden etkilemiş, özellikle enerji sektörü ve finans piyasaları üzerinde ağır baskılar oluşturmuştur. ABD ve Avrupa Birliği, Rusya’nın petrol ve doğalgaz ticaretini kısıtlayan tedbirler alarak Moskova’nın gelir kaynaklarını daraltmaya çalışmıştır. Ancak, Rusya bu duruma Çin ve Hindistan gibi alternatif pazarlarla yanıt vermiş, küresel enerji dengelerinde yeni bir dönüşüm süreci başlamıştır.

İkincisi, Ukrayna’ya Batı’dan sağlanan destek savaşın seyrini önemli ölçüde değiştirmiştir. NATO ülkeleri, Ukrayna’ya milyarlarca dolarlık askeri ve mali yardım yaparak Ukrayna’nın savunma kapasitesini arttırmış, özellikle modern silah sistemlerinin tedariki Rusya’nın ilerleyişini zorlaştırmıştır. Bu durum, savaşın yalnızca iki ülke arasındaki bir çatışma olmaktan çıkarak, Batı ile Rusya arasında bir vekâlet savaşına dönüştüğünü göstermektedir.

Üçüncüsü, savaş Rusya’nın uluslararası arenada izole olmasına yol açmıştır. Pek çok ülke, Moskova ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sınırlandırırken, uluslararası örgütler de Rusya’ya yönelik yaptırım kararları almıştır. Buna karşılık, Rusya küresel güney ülkeleriyle ekonomik ve siyasi bağlarını güçlendirme çabasına girişmiş, özellikle BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlar aracılığıyla Batı’ya karşı alternatif ittifaklar geliştirmeye yönelmiştir.

Son olarak, savaşın insani boyutu büyük yıkımlara yol açmıştır. Binlerce sivil ve asker hayatını kaybetmiş, milyonlarca Ukraynalı mülteci durumuna düşmüştür. Ukrayna’daki altyapı büyük zarar görmüş, ülke ekonomisi ciddi bir krizle karşı karşıya kalmıştır. Liberal uluslararası ilişkiler kuramına göre, savaşın bu denli yıkıcı etkileri, uluslararası iş birliği ve diplomatik müzakerelerin gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Ancak mevcut koşullar altında taraflar arasında kalıcı bir barışın sağlanması kısa vadede zor görünmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna savaşı sadece bölgesel bir kriz olmanın ötesinde, küresel güvenlik mimarisini yeniden şekillendiren ve uluslararası sistemde yeni güç dengeleri yaratan bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Buna rağmen, Putin geri adım atmadı ve savaşın devam etmesi, Rusya’nın küresel sahnede belirleyici bir aktör olarak kalmasını sağladı. Çin ve İran gibi ülkelerle ilişkilerini güçlendirerek Batı’ya karşı alternatif bir blok oluşturma çabasına girdi.

6.5. Ortadoğu Politikaları: Suriye’de Güç Gösterisi

Putin yönetimindeki Rusya, Ortadoğu’yu jeopolitik açıdan büyük bir stratejik öncelik olarak görmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Moskova’nın bölgedeki etkisi zayıflamış, ancak 2015 yılından itibaren Suriye iç savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunarak bu kaybı telafi etmeye çalışmıştır. Neorealist teorilere göre, Rusya’nın Suriye hamlesi yalnızca Beşar Esad yönetimini ayakta tutmayı değil, aynı zamanda küresel güç dengesinde ABD ile rekabetini arttırarak uluslararası arenada daha güçlü bir aktör haline gelmeyi hedeflemiştir.

2015 yılına gelindiğinde, Suriye’deki savaşın seyrini değiştiren en önemli gelişmelerden biri Rusya’nın doğrudan askeri müdahalesi olmuştur. Esad rejimi, iç savaşın başlangıcında muhalif gruplar ve IŞİD karşısında büyük kayıplar vermiş, iktidarını kaybetme noktasına gelmiştir. Bu durum, Rusya açısından ciddi bir tehdit olarak değerlendirilmiş, çünkü Esad’ın devrilmesi Suriye’de Batı yanlısı bir yönetimin ortaya çıkmasına yol açabilecekti. Bu riski bertaraf etmek amacıyla Rusya, Suriye’de doğrudan hava saldırıları ve askeri operasyonlar başlatarak Esad rejimini desteklemiş ve muhalif grupların ilerleyişini durdurmuştur.

Bu müdahale, Rusya’nın bölgesel ve küresel düzeyde çeşitli kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Öncelikle, Moskova’nın Ortadoğu’daki nüfuzu önemli ölçüde artmış ve ABD’nin bölgedeki etkinliği sınırlanmıştır. Suriye’deki askeri varlığı sayesinde Rusya, Akdeniz’deki stratejik pozisyonunu güçlendirmiş ve Tartus deniz üssü ile Hmeymim hava üssü gibi kalıcı askeri tesisler elde etmiştir. Bu üsler, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını pekiştirerek NATO’nun güney kanadına baskı yapmasına olanak tanımıştır. Ayrıca, Suriye savaşı Rus silah endüstrisi için de bir vitrin işlevi görmüş, savaş sahasında kullanılan Rus yapımı savaş uçakları, füzeler ve insansız hava araçları küresel silah pazarındaki rekabet avantajını arttırmıştır.

Öte yandan, Rusya’nın Suriye’deki varlığı İran ve Çin ile olan ilişkilerini de güçlendirmiştir. İran, Esad rejiminin desteklenmesi konusunda Rusya ile ortak bir strateji izlemiş, Çin ise Batı’nın bölgedeki hegemonyasını sınırlama çabalarında Moskova ile örtüşen çıkarlar gütmüştür. Ancak Suriye müdahalesi Rusya açısından önemli maliyetler de doğurmuştur. Uzayan savaş, ekonomik ve askeri kaynaklar üzerinde ciddi bir yük yaratmış, ayrıca Batı ile olan diplomatik gerilimleri daha da arttırmıştır. Beşad Esad Rejiminin çökmesi, ve bu durumun Suriye’deki çıkarlarına paralel olmamasına rağmen Moskova, uzun vadeli çıkarları doğrultusunda muhaliflerle diplomatik ilişkileri kesmeden askeri varlığını sürdürerek bölgedeki gücünü pekiştirmeye devam etme politikasını sürdürecektir.

6.6. Batı ile Gerilim: NATO ve ABD’ye Karşı Strateji

Rusya’nın dış politikası büyük ölçüde Batı ile olan güç mücadelesi çerçevesinde şekillenmiştir. Defansif realizm perspektifine göre, Moskova Batı’nın genişleme hamlelerini kendi güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak görmekte ve bu çerçevede karşı önlemler almaktadır. Putin yönetimi, özellikle NATO’nun doğuya doğru genişlemesini, Batı’nın Rusya’yı kuşatma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle, eski Sovyet ülkelerinin NATO üyesi olmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Özellikle Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyelik süreçleri, Moskova’nın en sert tepkisini çeken gelişmelerden biri olmuştur. 2008 Gürcistan Savaşı ve 2022 Ukrayna işgali, Rusya’nın bu konudaki kırmızı çizgilerini koruma konusundaki kararlılığını göstermektedir.

Moskova’nın Batı’ya karşı uyguladığı stratejilerden biri de enerji kaynaklarını bir dış politika aracı olarak kullanmasıdır. Rusya, Avrupa’nın en büyük enerji tedarikçilerinden biri olup, doğalgaz ve petrol ihracatını Batı üzerindeki baskıyı arttırmak için stratejik bir silah olarak değerlendirmektedir. Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığı, Moskova’ya ekonomik ve siyasi avantaj sağlamış, Rusya’nın yaptırımlara karşı misilleme yapmasına olanak tanımıştır. 2022’de Ukrayna savaşı sonrası Rus gazına yönelik yaptırımlara yanıt olarak Moskova, Avrupa’ya yönelik gaz akışını sınırlandırmış, bu da enerji fiyatlarını yükselterek Avrupa ekonomilerini zorlamıştır.

Bunun yanı sıra, Rusya Batı’nın ekonomik ve siyasi baskılarına karşı alternatif ittifaklar oluşturma çabası içine girmiştir. Putin yönetimi, Çin, İran, Kuzey Kore gibi ülkelerle stratejik ilişkilerini güçlendirmiş ve BRICS ile Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlar aracılığıyla Batı’nın tek kutuplu dünya düzenine karşı çok kutuplu bir sistem kurmayı hedeflemiştir. Çin ile yapılan ekonomik anlaşmalar ve askeri iş birliği, Moskova’nın Batı yaptırımlarına karşı direnme kapasitesini arttırmıştır. Aynı şekilde, İran ile derinleşen ilişkiler, enerji sektöründe alternatif pazarlar yaratma fırsatı sunmuştur.

Rusya’nın bu politikaları kısa vadede etkili olmuş, Batı’yı siyasi ve ekonomik açıdan zorlamıştır. Ancak, uzun vadede Rusya’nın ekonomik kapasitesi ve küresel dinamikler, bu stratejinin sürdürülebilir olup olmadığını belirleyecektir. Batı karşıtı bir blok oluşturma çabaları, Moskova’nın uluslararası sistemdeki yalnızlığını tamamen ortadan kaldırmamış, ancak Rusya’ya küresel çapta farklı müttefikler kazandırmıştır.

6.7. Ekonomi ve Enerji Politikaları ile Gücünü Pekiştirmesi

Vladimir Putin, Rusya’nın ekonomik gücünü ve enerji kaynaklarını yalnızca bir gelir kaynağı olarak değil, aynı zamanda hem iç hem de dış politikada bir baskı aracı olarak kullanarak stratejik avantaj elde etmiştir. Rusya’nın devasa doğal kaynak rezervleri, özellikle petrol ve doğalgaz sektörleri, ülkenin uluslararası arenadaki en önemli kozlarından biri olmuştur. Enerji sektörü, yalnızca ekonomik büyümeyi sağlayan bir unsur değil, aynı zamanda küresel siyasette bir manevra alanı yaratan jeopolitik bir silah haline gelmiştir. Putin’in ekonomi politikaları üç temel başlık altında incelenebilir: enerji kaynaklarını bir silah olarak kullanması, oligarklarla kurduğu ilişkiler aracılığıyla ekonomik gücü merkezileştirmesi ve Batı’nın yaptırımlarına karşı geliştirdiği ekonomik direniş stratejileri.

6.8. Doğalgaz ve Petrol Politikaları: Enerji Silahı

Rusya, dünyanın en büyük doğalgaz ve petrol üreticilerinden biri olarak küresel enerji piyasasında belirleyici bir rol oynamaktadır. Putin yönetimi, bu stratejik avantajı hem ekonomik kazanç elde etmek hem de jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek amacıyla kullanmıştır. Rusya’nın enerji politikası, özellikle Avrupa’nın enerji bağımlılığı üzerinden şekillenmiş, bu durum Moskova’ya Batı karşısında ciddi bir pazarlık gücü sağlamıştır.

Avrupa’nın Enerji Bağımlılığı ve Siyasi Avantaj: Avrupa Birliği, uzun yıllar boyunca enerji ihtiyacının büyük bir kısmını Rusya’dan karşılamış ve bu bağımlılık, Putin’in Batı üzerindeki en güçlü baskı araçlarından biri haline gelmiştir. Almanya, Fransa ve İtalya gibi büyük Avrupa ekonomileri, Rus doğalgazına büyük ölçüde bağımlı hale gelirken, Rusya da bu ülkelerle enerji temelli yakın ilişkiler geliştirerek siyasi nüfuzunu arttırmıştır. Rusya’nın enerji politikalarındaki en büyük stratejik projelerden biri olan Nord Stream 1 ve 2 boru hatları, Rus doğalgazının doğrudan Almanya’ya ulaşmasını sağlayarak Moskova’ya Avrupa üzerinde büyük bir ekonomik ve siyasi etki alanı kazandırmıştır. Bu boru hatları sayesinde Rusya, transit ülkeleri (özellikle Ukrayna’yı) devre dışı bırakarak Batı Avrupa pazarına daha doğrudan ve güvenli bir şekilde enerji ihraç edebilmiştir. Putin yönetimi, enerji fiyatlarını ve tedarik miktarlarını belirleyerek Avrupa üzerinde baskı kurmuş, fiyat dalgalanmalarını ve zaman zaman yaşanan enerji kesintilerini Batı ülkelerinin siyasi kararlarını etkilemek için kullanmıştır. Rusya’nın, Ukrayna ve Belarus gibi ülkeleri zaman zaman enerji kesintileriyle zor durumda bırakması, Moskova’nın enerji kaynaklarını yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir silah olarak da gördüğünü göstermektedir.

Ukrayna Savaşı Sonrası Enerji Krizi: 2022 yılında Ukrayna’ya yönelik geniş çaplı işgalin başlamasıyla birlikte, Batı ülkeleri Rus enerji kaynaklarına bağımlılıklarını azaltma yönünde politikalar geliştirmiştir. Avrupa Birliği, Rus petrol ve doğalgazına yönelik yaptırımlar uygulamaya başlamış, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek amacıyla ABD, Norveç, Katar gibi ülkelerle yeni enerji anlaşmaları yapmıştır. Almanya, uzun yıllardır süregelen Rus gazına bağımlılığını sona erdirerek LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) altyapısını güçlendirmeye yönelmiş, bu da Rusya’nın Avrupa üzerindeki enerji baskısını azaltmaya başlamıştır. Buna karşılık Putin yönetimi, enerji ihracatını Asya pazarlarına kaydırarak Batı’nın yaptırımlarına direnmeye çalışmıştır. Özellikle Çin ve Hindistan, Rus enerji kaynaklarının en büyük alternatif alıcıları haline gelmiştir. Rusya, Batı’nın yaptırımları nedeniyle indirimli fiyatlarla petrol ve gaz satmak zorunda kalmış olsa da, bu yeni enerji ortaklıkları sayesinde ekonomik kayıplarını bir ölçüde dengelemiştir. Çin ile imzalanan uzun vadeli enerji anlaşmaları, Rusya’nın Asya’daki ekonomik ve stratejik konumunu güçlendirmiştir. Ancak Batı yaptırımlarının uzun vadeli etkileri göz önüne alındığında, Rusya’nın enerji sektöründeki gücü sarsılma riskiyle karşı karşıyadır. Avrupa, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltma ve yenilenebilir enerjiye geçiş süreçlerini hızlandırırken, Rusya’nın geleneksel enerji ihracatına dayalı ekonomik modeli sürdürülebilirlik açısından zorluklar yaşamaktadır. Yaptırımlar nedeniyle Rusya, Batı’nın ileri teknoloji ve finansal piyasalarına erişim konusunda büyük kısıtlamalarla karşı karşıya kalmış, bu da petrol ve gaz sektöründe yeni yatırımların önünü kesmiştir.

Kısacası, Putin’in enerji politikaları, Rusya’yı küresel bir enerji devi olarak konumlandırırken, Batı ile yaşanan ekonomik savaşı daha da derinleştirmiştir. Rusya, enerji kaynaklarını yalnızca ekonomik kazanç elde etmek için değil, aynı zamanda jeopolitik baskı aracı olarak kullanarak küresel güç dengelerinde belirleyici bir aktör olmuştur. Ancak, Ukrayna savaşı sonrasında Batı’nın enerji bağımlılığını azaltma politikaları ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, Moskova’nın enerji stratejisinin sürdürülebilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Enerji ihracatındaki yön değişimi, Rusya’nın ekonomik kayıplarını telafi etmeye yardımcı olsa da, Batı ile yaşanan ekonomik ve teknolojik kopuşun uzun vadeli sonuçları, Rus ekonomisini derinden etkileyebilir. Bu bağlamda, Putin’in enerji politikalarının geleceği, Rusya’nın Asya ile geliştirdiği ekonomik ilişkiler, enerji piyasalarındaki küresel dalgalanmalar ve Batı’nın enerji bağımlılığına karşı geliştirdiği yeni politikalar çerçevesinde şekillenecektir. Ancak kesin olan bir şey var ki, enerji sektörü Putin yönetimi için yalnızca bir ekonomik kaldıraç değil, aynı zamanda Rusya’nın küresel siyaset sahnesindeki en güçlü silahlarından biri olmaya devam edecektir.

7. Oligarklarla Olan İlişkisi: Ekonomik ve Siyasi Kontrol Mekanizması

Vladimir Putin’in iktidarının en önemli dayanaklarından biri, Rusya’nın en zengin iş insanlarıyla, yani oligarklarla kurduğu stratejik ilişkidir. Oligarklar, Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından hızla yükselen ve ülkenin enerji, finans, medya ve sanayi sektörlerini kontrol eden iş insanlarıdır. Bu kesim, Rus ekonomisinin bel kemiğini oluşturmakla birlikte, aynı zamanda ülke siyaseti üzerinde de büyük bir etkiye sahiptir. Ancak Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, oligarkların gücü doğrudan Kremlin’in kontrolü altına alınmış ve ekonomi ile siyaset arasındaki güç dengesi büyük ölçüde devlet lehine değişmiştir. Putin, iktidarının ilk yıllarında devlet otoritesini yeniden tesis etmek ve ekonomik gücü merkezileştirmek için oligarkları sistematik bir şekilde kontrol altına almıştır. Devletle iş birliği yapmayı reddeden veya siyasi olarak bağımsız hareket eden iş insanları ağır yaptırımlarla karşılaşırken, Kremlin’e sadık kalanlar büyük devlet ihaleleri, özel ekonomik ayrıcalıklar ve siyasi koruma ile ödüllendirilmiştir. Bu süreç, Rusya’da devlet kapitalizminin güçlenmesine ve Putin’in ekonomik elitler üzerindeki kontrolünü arttırmasına yol açmıştır.

1990’larda Rusya, hızlı özelleştirme süreçleri sonucunda devletin devasa enerji ve sanayi varlıklarının bir grup iş insanının eline geçtiği bir dönem yaşamıştır. Bu dönemde oligarklar, siyasetçiler üzerinde ciddi bir nüfuza sahip olmuş ve Kremlin yönetimlerini doğrudan etkilemeye başlamıştır. Ancak Putin, iktidara gelir gelmez devletin ekonomik kontrolünü geri almak için radikal bir politika izlemiştir. 2000’li yılların başında Putin, oligarkları Kremlin’e bağımlı hale getirme sürecini başlatmış, devlete sadık olmayan veya muhalif tavır sergileyen iş insanlarını sistem dışına itmiştir. Bu sürecin en dikkat çekici örneklerinden biri, Rusya’nın en büyük petrol şirketlerinden biri olan Yukos’un sahibi Mihail Hodorkovski’nin tutuklanması ve şirketinin Gazprom’a devredilmesidir. Hodorkovski, Kremlin’e karşı bağımsız bir ekonomik güç olarak hareket ettiği için, yolsuzluk suçlamalarıyla hapse atılmış ve serveti devlet kontrolüne geçmiştir. Bu olay, Putin’in oligarklara açık bir mesaj vermesini sağlamış ve ekonomik gücün yalnızca Kremlin’in izniyle var olabileceğini göstermiştir. Benzer şekilde, medya sektörünü elinde tutan ve Kremlin’in politikalarını eleştiren iş insanları da benzer kaderleri paylaşmıştır. Vladimir Gusinski ve Boris Berezovski gibi medya patronları, Putin’e karşı gelmeleri nedeniyle yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, varlıkları ise devletin kontrolüne geçmiş veya Kremlin’e sadık isimlere devredilmiştir. Bu süreç, Rusya’daki ekonomik gücün, sadece Putin’e bağlı olanlar tarafından kullanılabileceği bir sistemin oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Putin yönetimi altında oligarklar, Kremlin’in doğrudan kontrolü altında faaliyet göstermeye zorlanmış ve bu durum ekonomik elitler için yeni bir sistem yaratmıştır. Oligarkların Kremlin’e olan sadakati, büyük ölçüde devlet tarafından sağlanan ekonomik ve siyasi avantajlarla pekiştirilmiştir.

Putin, sadık iş insanlarını devletle ortak projelerde görevlendirerek onları Kremlin’e daha da bağımlı hale getirmiştir. Savunma sanayii, enerji sektörü, altyapı projeleri ve uluslararası yatırımlar gibi stratejik alanlarda oligarklara büyük paylar verilmiştir. Örneğin, Gazprom ve Rosneft gibi devlet kontrolündeki enerji devleri, Kremlin’e sadık iş insanlarının yönettiği şirketlerle büyük iş anlaşmaları yaparak ekonomik elitleri devletin güdümüne almıştır.

Putin yönetimi, oligarklara ekonomik koruma sağlamakta ve Batı’nın uyguladığı yaptırımlara karşı destek sunmaktadır. Devlet kontrolündeki bankalar ve finans kuruluşları, ekonomik olarak zor duruma düşen iş insanlarına finansal destek sağlamış ve Kremlin’e bağlı kalmalarını garanti altına almıştır. Bu destek mekanizması, oligarkların Batı’nın ekonomik sistemine entegre olma çabalarını engellemiş ve onları Moskova’nın gücüne daha da bağımlı hale getirmiştir.

Putin, ekonomik elitlerin yalnızca iş dünyasında değil, siyaset sahnesinde de önemli roller üstlenmesine izin vermiştir. Kremlin’e yakın oligarklar, uluslararası ilişkilerde Putin’in ajandasını destekleyen ekonomik ve diplomatik faaliyetlerde bulunmuş, aynı zamanda devletin propaganda mekanizmasına katkı sağlamıştır. Bunun karşılığında, Kremlin’e sadık olan oligarklar büyük ekonomik imtiyazlar kazanırken, muhalif tutum sergileyenler hızla tasfiye edilmiştir. Putin’e sadık olmayan iş insanları, yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya kalmış, şirketleri devletleştirilmiş ya da Rusya’dan kaçmak zorunda bırakılmıştır.

Ukrayna Savaşı Sonrası Oligarkların Durumu: 2022’de başlayan Ukrayna savaşı, Rus oligarkları için bir dönüm noktası olmuştur. Batı, Putin’in en önemli ekonomik destekçileri olan iş insanlarını hedef alarak kapsamlı yaptırımlar uygulamaya başlamış, birçok oligarkın mal varlıkları dondurulmuş ve uluslararası finansal sistemden dışlanmıştır. AB ve ABD, oligarkların Avrupa’daki mal varlıklarına el koyarak Rus sermayesinin küresel finans sistemindeki hareket alanını daraltmıştır. Yatlar, lüks mülkler ve bankalardaki milyarlarca dolarlık varlıklar dondurulmuş, Rus iş insanlarının Batı ile olan bağlantıları ciddi şekilde zayıflatılmıştır. Bu süreç, birçok oligarkın Batı’ya olan ekonomik entegrasyonunu sona erdirirken, Kremlin’e olan bağımlılıklarını da arttırmıştır. Ancak Putin, yaptırımlara karşı bir karşı strateji geliştirerek oligarklarını koruma altına almıştır. Batı tarafından izole edilen iş insanları, Rusya’da ekonomik olarak desteklenmiş, kayıplarını telafi etmek için devletin sunduğu yeni projelere yönlendirilmiştir. Bu bağlamda, yaptırımların paradoksal bir etkisi olmuş ve oligarkların Batı ile olan bağlarını koparıp Kremlin’e daha fazla bağımlı hale gelmelerine yol açmıştır.

Geçmişten günümüze gelen ilişkilere baktığımızda genel olarak Putin’in oligarklarla kurduğu sistem, ekonomik elitlerin Kremlin’e mutlak bağımlılığı üzerine inşa edilmiştir. Bu sistem, oligarkların büyük ekonomik imtiyazlar kazanmasını sağlarken, aynı zamanda Putin’in kontrolünü güçlendirmiştir. Ancak, Ukrayna savaşı sonrası Batı’nın uyguladığı sert yaptırımlar ve Rus ekonomisinin daralan hareket alanı, bu sistemin sürdürülebilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Önümüzdeki yıllarda, Putin’in oligarklarla olan ilişkisi, Rus ekonomisinin Batı yaptırımları karşısında nasıl bir yol izleyeceğiyle doğrudan bağlantılı olacaktır. Eğer Rusya, küresel ekonomik izolasyonunu aşamazsa, oligarkların Kremlin’e olan bağlılığı giderek artacak, ancak ekonomik gücün azalmasıyla birlikte sistemin iç dengelerinde büyük değişimler yaşanabilecektir. Putin’in rejimi için ekonomik elitlerin sadakati hala kritik bir unsur olmaya devam etse de yaptırımların uzun vadeli etkileri bu ittifakın kırılganlığını arttırabilir.

8. Ekonomik Direniş: Batı Yaptırımlarına Karşı Stratejiler

Rusya, 2022’de Ukrayna’yı işgali sonrası Batı tarafından benzeri görülmemiş ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalmıştır. ABD, Avrupa Birliği ve müttefikleri, Rusya’nın küresel finans sistemine erişimini kısıtlamış, enerji ihracatına yönelik ambargolar uygulamış ve Rus oligarklarının mal varlıklarını dondurmuştur. Bu yaptırımların amacı, Rus ekonomisini zayıflatarak Kremlin’in savaş kapasitesini sınırlamak ve Rus liderliğini siyasi ve ekonomik olarak izole etmektir. Ancak Vladimir Putin yönetimi, bu yaptırımlara karşı bir dizi stratejik karşı önlem geliştirmiştir. Bu süreçte Rusya, alternatif ticaret yolları kurarak, yerli üretimi teşvik ederek ve finansal sistemini güçlendirerek ekonomik direncini arttırmaya çalışmıştır.

8.1. Alternatif Ticaret Kanalları ve Dost Ülkelerle İş Birliği

Rusya, Batı’nın yaptırımları karşısında küresel ekonomik sistemden tamamen kopmamak için Asya, Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika’daki ülkelerle ekonomik iş birliklerini derinleştirmeye başlamıştır. Batı pazarlarının kapanmasıyla Rusya, Çin ve Hindistan gibi büyük ekonomilere yönelmiştir. 2023 itibarıyla Çin, Rusya’nın en büyük ticaret ortağı haline gelmiş, enerji ve sanayi ürünleri başta olmak üzere ticaret hacmi rekor seviyelere ulaşmıştır. Hindistan ise Rus petrolünün önemli bir alıcısı olmuş, bu durum Moskova’nın enerji gelirlerini dengelemeye yardımcı olmuştur.

Putin yönetimi, Batı yaptırımlarına karşı “dost olmayan ülkeler” listesi oluşturarak bu ülkelerle ekonomik ilişkilerini sınırlama kararı almıştır. Bu kapsamda, Batı’nın şirketlerine yaptırımlar uygulanmış, bazı yabancı şirketlerin Rusya’daki varlıklarına el konulmuş ve yerli firmaların Batılı tedarikçilere olan bağımlılığı azaltılmaya çalışılmıştır.

Batı’nın Rus bankalarını SWIFT sisteminden çıkarması, Rusya’nın uluslararası ticaretini ciddi şekilde zorlaştırmıştır. Ancak Kremlin, Çin’in CIPS sistemi, Hindistan’ın yerel ödeme sistemleri ve Mir adlı kendi ulusal ödeme sistemini geliştirerek alternatif çözümler yaratmaya çalışmıştır. Özellikle Çin ile yapılan ticarette yuan kullanımı arttırılmış, Rus bankaları ile Asya’daki finans kuruluşları arasında doğrudan ödeme bağlantıları kurulmuştur. Bu adımlar, Rus ekonomisinin Batı yaptırımlarından tamamen çökmesini engellemiş ve ülkenin küresel ekonomik sistemdeki varlığını sürdürmesini sağlamıştır. Ancak, Batı’dan kopmanın uzun vadede Rusya için büyük maliyetleri olabileceği de göz ardı edilmemelidir.

8.2. Yerel Üretimi Arttırma ve Ekonomik Kendi Kendine Yeterlilik

Batı yaptırımları, Rusya’nın özellikle teknoloji, tarım ve sanayi sektörlerinde ithalata bağımlı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu durum, Kremlin’i yerli üretimi teşvik eden politikalar geliştirmeye ve kendi kendine yeten bir ekonomi yaratmaya yönelik adımlar atmaya zorlamıştır.

Rus hükümeti, Batı’dan ithal edilen ürünlerin yerli muadillerinin üretilmesi için büyük teşvikler sunmuştur. Özellikle savunma sanayii, otomotiv, yarı iletken üretimi ve yazılım geliştirme gibi stratejik sektörlerde devlet destekleri arttırılmıştır. Ancak, Batı’nın ileri teknoloji ihracatına getirdiği kısıtlamalar nedeniyle Rusya’nın bu alanlarda hızlı bir şekilde gelişim göstermesi zor olmaktadır.

Tarım sektöründe ise, Rusya kendi kendine yetebilmek için üretimi arttırmaya yönelik politikalar izlemiştir. Özellikle buğday ve diğer tarım ürünlerinde büyük ihracatçı konumunda olan Rusya, yaptırımlara rağmen küresel gıda piyasasında etkinliğini koruyabilmiştir. Devlet destekleriyle tarımsal üretimi arttırmaya yönelik projeler teşvik edilmiş, Batı’dan ithal edilen gıda ürünlerine alternatif olarak yerli üretim politikaları geliştirilmiştir

Batılı markaların ülkeyi terk etmesiyle doğan boşluğu doldurmak için yeni yerli markalar yaratma sürecine girilmiştir. Örneğin, McDonald’s yerine “Vkusno i Tochka” adlı yeni bir fast-food zinciri kurulmuş, Batılı otomobil üreticilerinin çekilmesiyle yerel otomotiv sanayii teşvik edilmiştir. Ancak, bazı sektörlerde Batı teknolojisine olan bağımlılığın hâlâ devam ettiği görülmektedir.

8.3. Ruble’yi Güçlendirme ve Döviz Kontrolleri

Batı yaptırımları, Rus ekonomisi için en büyük tehditlerden biri olan ruble’nin değer kaybına yol açma riskini de beraberinde getirmiştir. Ancak Kremlin, döviz piyasasına yönelik katı müdahalelerle ulusal para birimini istikrarlı tutmayı başarmıştır.

Putin, Batılı ülkelere enerji ihracatı için ruble ile ödeme yapılmasını zorunlu hale getiren bir politika benimsemiştir. Bu adım, Batı’nın enerji ödemelerini Rus finans sisteminden tamamen çıkarmasını engellemiş ve rubleye olan talebi arttırmıştır.

Rusya Merkez Bankası, yaptırımlardan sonra büyük çaplı döviz çıkışlarını engellemek amacıyla sermaye kontrolleri uygulamıştır. Banka hesaplarından döviz çekme limitleri getirilmiş, yurt dışına para transferleri sınırlandırılmış ve yabancı yatırımcıların Rus piyasalarından çıkışı zorlaştırılmıştır.

Rusya, yaptırımlara karşı rezervlerini güçlendirmek için altın alımlarını arttırmış, Çin yuanı ve diğer dost ülkelerin para birimlerine yönelmiştir. Bu, Rusya’nın dolar ve euroya olan bağımlılığını azaltmaya yönelik uzun vadeli bir stratejinin parçası olmuştur.

Sonuç

Vladimir Putin’in Rusya siyasetinde uzun yıllar boyunca varlığını sürdürebilmesi, yalnızca otoriter yönetim anlayışıyla değil, aynı zamanda geniş kapsamlı bir güç stratejisiyle açıklanabilir. Putin, güçlü lider imajı, medya üzerindeki hâkimiyeti, milliyetçilik söylemi, güvenlik politikaları ve dış ilişkilerde izlediği denge stratejileriyle hem iç politikada hem de uluslararası sahnede konumunu sağlamlaştırmıştır. Onu “vazgeçilmez” kılan en temel faktör, yalnızca devletin kurumsal yapısı üzerindeki denetimi değil, aynı zamanda Rus toplumunun tarihsel ve sosyokültürel dinamiklerini ustalıkla yönetme becerisidir.

Putin’in liderliği, yalnızca Rusya’nın iç dinamiklerine dayanmamakta, aynı zamanda küresel güç dengeleri içinde bir karşı hegemonya kurma girişimiyle de şekillenmektedir. Soğuk Savaş sonrası Batı merkezli uluslararası düzenin karşısında, Rusya’yı bağımsız ve güçlü bir aktör olarak konumlandırma hedefi, Putin’in dış politikasının temel motivasyonlarından biri olmuştur. Özellikle 2014 Kırım ilhakı ve 2022 Ukrayna Savaşı, bu stratejinin en çarpıcı örnekleri olarak değerlendirilebilir. Putin, Rusya’nın küresel arenada yeniden süper güç statüsüne ulaşması için Batı ile doğrudan bir rekabet içine girmiş, ancak bu süreç Moskova’nın ekonomik ve siyasi izolasyonunu da beraberinde getirmiştir.

İç politikada ise Putin, güçlü lider kültü inşa ederek toplumsal desteğini pekiştirmiş ve devletin tüm kurumsal mekanizmalarını kendi yönetimi etrafında merkezîleştirmiştir. Medya kontrolü, muhalefetin sistematik baskı altına alınması ve milliyetçi retorik, Putin’in halk desteğini diri tutan temel unsurlar arasında yer almıştır. Özellikle Rus halkının tarihsel olarak güçlü merkezi yönetime duyduğu güven, Putin’in otoriter eğilimlerini meşrulaştırmasını kolaylaştırmıştır. Ancak bu sistemin sürdürülebilirliği, zaman içinde değişen ekonomik ve siyasi koşullara bağlı olarak sınanacaktır.

Rusya’nın ekonomik gücü, büyük ölçüde enerji kaynaklarına dayanmaktadır ve Putin, enerji ihracatını Batı’ya karşı bir siyasi silah olarak kullanmıştır. Ancak Batı’nın Rus enerji bağımlılığını azaltmaya yönelik politikaları, Moskova’nın küresel enerji piyasalarındaki manevra alanını daraltmaktadır. Alternatif olarak Asya ve küresel güney ile geliştirilen yeni ekonomik ittifaklar, Rusya’nın Batı merkezli finansal sisteme olan bağımlılığını kısmen azaltsa da, uzun vadede Rus ekonomisinin teknolojik gelişimi ve üretim kapasitesi sınırlı kaldıkça sürdürülebilirliği tartışmalı olacaktır.

Bu çerçevede, Putin’in uzun yıllara dayanan güç stratejisinin geleceği üç temel faktöre bağlıdır: ekonomik dayanıklılık, toplumsal meşruiyet ve uluslararası konjonktür. Ekonomik yaptırımların uzun vadeli etkileri, iç siyasette artan baskılar ve küresel güç dengelerindeki değişimler, Putin’in mevcut sistemini sürdürülebilir kılmak adına yeni stratejiler geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.

Sonuç olarak, Putin’in bugüne kadar izlediği güç stratejisi, onun Rusya siyasetindeki merkezî rolünü pekiştirmiş ve onu “vazgeçilmez” bir lider haline getirmiştir. Ancak bu sistemin sürdürülebilirliği, hem iç hem de dış faktörlerin dinamik yapısı nedeniyle ciddi sınamalarla karşı karşıyadır. Putin’in gelecekteki en büyük sınavı, hem ekonomik izolasyonun etkilerini bertaraf etmek hem de toplumsal desteğini koruyarak iç istikrarı sürdürebilmektir. Rusya’nın küresel arenadaki rolü, yalnızca Putin’in siyasi manevralarına değil, aynı zamanda Batı’nın ve yükselen güçlerin ona karşı geliştireceği stratejilere de bağlı olacaktır. Bu bağlamda, Putin’in izlediği strateji, yalnızca Rusya’nın değil, küresel düzenin geleceğini de şekillendiren belirleyici bir faktör olmaya devam edecektir.

Sadık ARPACI

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.